Selamun aleykum... Hocam Cevşen yazdırıp boyunda taşımanın hükmü nedir?
*******
Ve aleyküm selam.
“Cevşen” Farsça bir isimdir. Lûgatte zırh, örme, zincirli ve pullu zırh, savaş elbisesi manalarına gelir. “Cevşen-pûş": Zırh giyen, zırhlı asker demektir. “Cevşen-şikâf": Zırh paralayıcı… “Cevşen-güdâz": Zırh eriten anlamınadır. Istılahta, bir dua mecmuasına verilen isimdir. Şiî kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) isnad edilen Cevşen-i Kebîr ve Cevşen-i Sağîr diye bilinen, metinleri birbirinden farklı iki duanın müşterek adıdır. [Şemseddin Sami, Kamus-i Türkî, s. 486; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ans. Lûgat, s. 169; DİA, İstanbul 1993, 7, 462]
Cevşen aslı itibari ile genelde Şiî kaynaklara dayanmakla beraber, Sünnî kaynaklardan büyük âlim Ziyaeddin Gümüşanevî (k.s.) hazretlerinin meşhur eseri Mecmûatü'l-Ahzâb'da da yer almaktadır. Rasûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) ait olduğu söylenen bu dua, evrâd ve ezkâr hadis kitaplarında yer almaz. Söylendiği gibi Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) onu boynuna astığı veya sahabelerine astırdığına dair rivayetlerin sıhhati de tesbit edilememiştir.
Cevşen-i Kebîr, çoğunluğu nasslarda yer alan ilahi isimler ve sıfatlar, mâna ve muhteva bakımından Allah’a nisbetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve cümlelerle münâcât ve niyazlardan ibaret bir metindir. Bu nevi metinlerle dua, niyaz ve ilticalarda bulunmak, dinî bakımdan tavsiyeye şâyan bir davranış olarak görülür/görülebilir.
Ancak Cevşen-i Kebîr diye bilinen ve Mûsâ el-Kâzım’dan (rh.) itibaren imamlar yoluyla Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) nisbet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması da hayli zor gözükmektedir. Zira bu metin, bilinen bir hadiseyi, bir kıssayı veya tarihî bir vak’ayı anlatan, hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle zaptedilip tekrarlanması, Fahr-i Kâinat Efendimizden (s.a.v.) alınıp rivayet edilmesi imkânsız denecek kadar güçtür. Duanın Ehl-i Sünnet’e ait hadis kitaplarında yer almaması, aynı şekilde Şiî hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki kütüb-i erbaada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede bazı kitaplarda mevcut olması da bu görüşü teyit etmekte/desteklemektedir. [Bkz. DİA, Cevşen md., 7, 463.]
Maamafih Hz. Ali'ye (r.a.) ve on iki imam'a istinad edebilir, bu münacatlar onlara manen öğretilmiş olabilir. Tabii ki onlar da ilham sahibidirler. Ama Rasûlullah'a (s.a.v.) istinat ettiğini söyleyebilmek için, vahiy olduğunun tesbit edilmesi gerekir.
Hasılı, Cevşen’in içinde güzel dua ve zikirler bulunmaktadır. Dolayısiyle okuyana da niçin okuyorsun, okuma denilmez. Usûlüne uygun, hürmete muvafık şekilde üzerinde taşıyana da engel olmanın bir manası yoktur. Bazı dualar için bu usûl de geçerlidir. Bununla beraber malumunuz, genelde Ehl-i Sünnet âlim ve mutasavvıflarının tertip ve tensip ettikleri; hem kendilerinin okuyup hem de müntesiplerinden bazılarının okumalarına izin/ruhsat verdikleri ve sağlam kaynaklara istinad eden evrâd-ı şerifeler vardır: Evrâd-ı Bahaiye, Evrâd-ı Fethiye, Evrâd-ı Şâzeliye gibi… Binaenaleyh usûlüne uygun şekilde bu evrâd u ezkâr ile meşgul olmanın daha münasip ve muvafık olacağını söylemeye herhalde gerek yoktur.
***
Kişi esas itibariyle dua ve niyazı, boynuna asmaktan ziyade ihlâsla, samimi bir şekilde okuyup Allah’a iltica ederek yapmalıdır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) umumiyetle böyle yapmıştır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere, ayet ve hadislerden terkip edilmiş bu nevi duaları usûlüne uygun şekilde boyna takmakta, üzerinde taşımakta da dinen bir mahzur yoktur. Bu da sünnette mevcut olan tatbikata dayanmaktadır.
Dilerseniz cevabımızı, mevzumuzla ilgili iki hadis-i şerifle noktalayalım.
1- Ebû Saîd’den (r.a.) gelen bir rivayet şöyledir:
“Rasûlullah (s.a.v.) göz değmesinden ve cinlerin şerlerinden dolayı Allah’a sığınır ve dualar okurdu. Muavvizetân sûreleri denilen Nâs ve Felak sûreleri nâzil olunca, diğer okuduğu şeyleri bıraktı ve bu iki sûreyi okumaya başladı.” [Tirmizi, Sünen, Tıbb 16; İbn Mace, Sünen, Tıbb 33]
2- Âişe validemiz (r. anhâ) anlatıyor:
“Nebî (s.a.v.) her gece yatağına geldiği zaman iki elini birleştirir, bunlara nefes eder (avuç içlerine huuu diyerek üfler) ve Kul hüvallâhü ehad, Kul eûzü birabbil felak ve Kul eûzü birabbinnâs (sûrelerini) okurdu. Sonra iki eliyle vücudundan eli yetiştiği yerleri sıvazlardı. Elleriyle başını, yüzünü, vücudunun ön kısmını meshetmeğe başlardı. (Sonra da vücudunun arka kısmını meshederdi.) Ve böyle okuyup üfleyerek vücudunu meshetmeyi üç defa tekrarlardı”. [Bkz. Buharî, Sahih, Fedâilü’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Sahih, Selâm 50; Tirmizî, Sünen, Daavât 21; Ebû Dâvud, Sünen, Tıbb 19]