es-Selamü Aleyke Hocam; 

Hastalık insanlar için Kader midir yoksa Kaza mıdır? Hastalıklar ceza olarak görülebilir mi? Dayanılmaz hastalıklarda Allah'a isyankar olmamak için nasıl dua etmeliyiz?

*******

Kader-kaza ve hastalıklar

Ve aleykümü’s-selâm.

Dilerseniz sorunuza soruyla cevap verelim:

- Peki kader ve kaza değilse nedir?

Ezelî-ebedî, her şeyi hakkıyla bilen ve her şeye kadir olan Rabbimizin İlahi plan ve porğramı demek olan “kader” haricinde bir şey bulunabilir mi? Elbette ki hastalıklar da dahil hayatımızın tamamı kaderdir. Onun dışında kalması-olması mümkün değildir. Kaderimizde yazılı olanların vakti-saati geldiğinde tahakkuku/gün yüzüne çıkması da, malumunuz “kaza”dır. Dolayısiyle hastalıklar için de hem kader hem de kaza söz konusudur.

Nitekim buyuruyor ki Mevla-yi zû’l-Celâl hazretleri Kelâm-ı Kadîm’inde;

“…O'nun ilmi (Allah’ın kader’de yazdıkları) dışında bir yaprak bile düşmez.” [En’âm suresi, 59]

Kader ve kaza mevzuunda detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/318-imanin-altinci-sarti-kadere-inanmak.html

Ancak kader’i ikiye ayırabiliriz:

1) Izdırarî kader,

2) İhtiyarî kader.

Izdırari kader”de bizim hiçbir dahlimiz-tesirimiz yoktur. O, tamamen irademiz dışında yazılmış ve gerçekleşmiştir. Dünyaya geleceğimiz yer, annemiz, babamız, ırkımız, cinsiyetimiz, şeklimiz, kabiliyetlerimiz ızdırari kaderimizin mevzuu olan hususlardır. Bunların hiç birine kendimiz karar veremeyiz. Bu nevi kaderimizden dolayı mes'uliyetimiz de olmaz.

İkinci kısım yani “ihtiyarî kader” ise, bir bakıma irademize bağlıdır. Biz neye karar vereceksek ve ne yapacaksak, Allah Teala ezelî ilmiyle bilmiş, öyle takdir etmiş/yazmıştır.

Hastalıklar da bu kategoride düşünülüp değerlendirilebilir... Bazen hatalarımıza karşılık ceza gibi gözükse de, eğer sabredersek sonu saadettir. O bakımdan çekilen dertler, sıkıntılar, ıztıraplar, ferdi-ailevi-içtimai problemler için öncelikle tedavi ve çözüm yolları aranmalı… Bu benim kaderim diyerek sessiz ve tedbirsiz kalınmamalıdır. Sebeplere başvurmalı, sonrasında tevekkülle kaderimizde olana rıza göstermeli, hiçbir hâlükârda isyan etmemeliyiz.

***

Bedenî hastalıklar gibi, psikolojik problemler/sorunlar yaşamak; ruhi sıkıntı, dert-tasa, hüzün-keder de sabır gösterildiği, isyan edilmediği takdirde, elbette ya günahlara kefarettir veya manevi derecenin yükselmesine vesiledir.

Abdullah ibn Mes'ûd (r.a.) anlatıyor:

“Ben, Rasûlullah (s.a.v.) şiddetli humma hastalığıyle sarsılırken huzuruna girdim ve:

- Yâ Rasûlallah, muhakkak ki sen, şiddetli bir humma hastalığıyle sarsılmaktasın, dedim.

Rasûlullah (s.a.v.):

- “Evet, ben sizlerden iki kişinin yanması (harareti-ateşi) kadar yanmaktayım” buyurdu. Ben:

- Şübhesiz bu iki kat yanmanın, sizin için iki kat ecri vardır, dedim. Nebî (s.a.v.):

- “Evet, bu katlanmış hararetin mükâfatı da böyle katlanmış olur: Müslümana bir diken batması veya daha küçük nevi'den bir ezâ (acı-ıztırap-eziyet-sıkıntı) isabet etmesi halinde, Allah (azze ve celle) muhakkak bu ezâya karşılık, onun seyyielerini/günahlarını-kötülüklerini ağacın kendi yapraklarını atması gibi keffâretleyip örter[Müslim, Sahih, el-Birr ve's-Sıla; Müslim Terc., VIII, 40-42] buyurdu.

Bu fazlalıktaki, ecrin-sevabın katlanmasındaki illet yani asıl sebep; belânın ni'met, nimetin de belâ mukabilinde/karşılığında olmasıdır. Kimde Allah Teala’nın ni'meti daha çok olduysa, belâsı da çok olur.

Fakat bu durum, bunlardan kurtulmak için tedavi olmamak anlamına gelmez. İmkânlar ölçüsünde mutlaka maddî-maevi çarelere başvurmalı, fizyolojik ve psikolojik tedavi yollarını aramayı ihmâl etmemelidir.

***

Hasta olmamak

Hiç hasta olmamak da pek övünülecek bir marifet değildir…

Bakınız Muhammed İbn İshak, Ebu Manzur denen Şamlı bir zattan naklediyor, bu da amcasından, o da Hadır'ın kardeşi Amiru'r-Ram'dan (r.anhum) nakletmiştir. Amir der ki:

“Bizim için bayraklar ve sancaklar yükseltildiği zaman memleketimizde idik. Ben:

- “Bu nedir?” diye sordum.

- “Rasûlullah’ın (s.a.v.) sancağı!” dediler. Yanına gittim. Bir ağacın altında oturuyordu. Ashabı (r.anhum) da etrafında toplanmıştı. Ben de yanlarına oturdum. Bir ara Rasûlullah (s.a.v.) hastalıklardan ve dertlerden bahsedip buyurdu ki:

- “Mü'mine bir hastalık gelir, sonra da Allah (c.c.)  ona şifa verirse, bu hastalık onun geçmiş günahlarına keffaret, geri kalan hayatı için de bir öğüt/nasihat olur. Şayet münafık hastalanır, sonra da âfiyet verilirse; o, sahibi tarafından bağlanıp sonra da salıverilen fakat niçin bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmeyen bir deve gibidir.” Efendimizin (s.a.v) etrafında oturanlardan biri:

- “Ey Allah'ın RasûIü, eskaam (sakm’in cem’i: hastalıklar) nedir? Ben asla hiç hastalanmadım?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):

- “Kalk! Sen bizden değilsin” buyurdu.” [Ebu Davud, Sünen, Cenaiz 1, Hadis no: 3089]

***

Her türlü kaza-bela ve felaketlerde olduğu gibi, hastalıklara da sabretmek çok güzel bir haslet, mükâfatı da hesapsızdır.

Nitekim Ata İbn Ebi Rabah (rh.) şöyle anlatıyor:

“İbn Abbas (r. anhüma) bana,

- “Sana cennet ehlinden bir kadın göstermeyeyim mi?'' dedi. Ben de,

- “Evet göster!'' dedim.

- “İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Rasûlullah'a (s.a.v.) gelip:

- “Ben saralıyım, (nöbet gelince) üstümü-başımı açıyorum; Allah'a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)'' dedi. Nebî (s.a.v.);

- “Dilersen sabret, sana Cennet verilsin, dilersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim'' dedi. Kadın,

“Öyleyse sabredeceğim; ancak, üstümü-başımı açmamam için dua ediver'' dedi. Resûlullah (s.a.v.) da ona öyle dua etti.'' [Buhari, Sahih, Merzâ 6; Müslim, Sahih, Birr 54; Hadis no: 2576]

***

Hastalıklardan kurtulmak için Rabbimize (c.c.) duadan geri kalmamalıyız

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Nebî (s.a.v.) şu duayı okurlardı:

“Allah'ım! Cüzzamdan, barastan (ala ten hastalığı), delilikten ve hastalıkların kötüsünden sana sığınırım.” [Ebu Davud, Sünen, Salât 367, Hadis no: 1554; Nesai, Sünen, İstiâze 36, Hadis no: 8, 271]

***

Dayanılmaz hastalıklarda Allah'a isyankâr olmamak için nasıl dua etmeliyiz?

İnsan için sıhhat asıl, hastalık ise arızî olan bir durumdur!

Kur’an-ı Kerim’de hasta deyince peygamberlerden Hz. Eyyûb, hastalık denince de onun hastalığı akla gelir. Gerçekten de Eyyûb aleyhisselâm, seksen yıl kadar sağlıklı ve variyetler içerisinde yaşadıktan sonra, çok ağır ve amansız hastalıklara yakalanmış… Yedi yıl kadar hastalık çektikten sonra tekrar sıhhatine kavuşmuştu. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) “İnsanların en şiddetli belâya uğrayanları, peygamberlerdir (aleyhimüsselâm). Sonra iman derecelerine göre diğer insanlar gelir”[Münâvî¸ Feyzu’l-Kadîr¸ I¸ 518-519] mübarek sözlerinin sırrı tecelli etmiş ve Allah Teala, Eyyûb Peygamberi zorlu ve ağır imtihanlara tâbi tutmuştu.

Bunca hastalık ve dertlere maruz kalan Hz. Eyyûb, asla isyan etmemiş, Allah Teala’ya sitemlerde bulunmamıştı… Büyük bir sabır örneği göstermiş ve çaresiz kalınca da derdini sadece Allah’a arz etmişti. Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şu açıklamaları görmekteyiz:

“Eyyûb'u da (an). Hani Rabbine, ‘Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin’ diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, katımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra (bir nasihat/öğüt) olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” [Enbiya suresi, 83-84]

(Habîbim Ahmed Rasûlüm yâ Muhammed!) Kulumuz Eyyûb'u da an. O, Rabbine, ‘Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi’, diye seslenmişti. Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su (dedik). Bizden bir rahmet ve olgun akıl sahipleri için de bir ibret olmak üzere, ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık…. Hakikaten biz Eyyûb'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi.” [Sâd suresi, 41-44]

Hz. Eyyûb’un hastalığı ile ilgili ayetlere baktığımızda şu sonuçları görmek mümkündür:

Ayetler, bir sabır âbidesi olan Eyyûb aleyhisselâmı hem kendimiz anmamız ve başkalarına dahatırlatmamızın gereği üzerinde durmaktadır. Zaten peygamberler, her hususta mü’minlerin örnek almaları icap eden mümtüz şahsiyetlerdir. Bu itibarla onları iyi tanımalı, hatırlamalı ve birbirimize anlatmalıyız.

İnsan fıtratında öncelikli olarak var olan sıhhattir, hastalık sonradan olma, ârızî/gelip geçici bir durumdur. Ne var ki pek çok insan devamlı içerisinde bulunduğu sıhhatin kıymetini bilip kendisini sağlıklı kılan Hâlık-ı zû’l-Celâl’e lâyığı ile hamdetmez-şükretmez de, arada sırada hastalanınca hemen sızlanmaya, şikâyet etmeye başlar. Bize örnek olarak sunulan ve amansız hastalıklara yakalanan Hz. Eyyûb, asla şikâyet etmemiş, sızlanmamış, hep sabretmiştir. O, hastalığının en şiddetli anlarında şöyle diyordu:

“Allah Teala’nın bana lûtfettiği seksen yıllık bolluk ve sağlığa karşılık, yedi yıllık sabır çok mu?” [er- Râzî, Tefsîr, 22, 206 (Enbiya suresi, 83-84)]

Rasûl-i zî-şân Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurarak sağlıklı iken sıhhatin kıymetini bilmenin, onu korumanın ve sağlıklı iken yapılması gerekenleri yapmanın lüzumuna işaret etmişlerdir:

“Şu beş şey gelmeden, beş şeyin kıymetini bil: Ölüm gelmeden hayatının, hastalık gelmeden sağlığının, meşguliyet gelmeden boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden gençliğinin, fakirlik gelmeden zenginliğinin kıymetini bil...” [Münâvî¸ Feyzu’l-Kadîr¸ 2¸ 16]

İslâm dini, bugün tıbbın önemsediği Hıfzıssıhha/koruyucu hekimlik, yani hastalanmadan önce sağlıklı kalma üzerinde ısrarla durmuş, Müslümanları buna teşvik etmiştir. Onun belirlediği beslenme esasları, emrettiği temizlik ve ibadet şekilleri hep bu koruyucu hekimliğe yönelik şeylerdir. Zaten yarattığı insanı her yönüyle en iyi bilen Mevlâ-yi zû’l-Celâl, insanın yararına olan her şeyi ona emretmiş ve her çeşidi ile içki/alkol, domuz eti, kan, leş, fuhuş gibi onun zararına olan şeyleri de yasaklamıştır. Önemli olan bu ölçülere riayet etmektir.
Allah Teâlâ, genelde her insanı doğuştan sağlıklı ve tam olarak dünyaya getirmiştir. Doğuştan hasta ve özürlü olma gibi bazı durumlar istisnaîdir ve bunların oluşumunda da insanların katkısı-etkisi vardır.

Hastalık, genellikle hasta olan insanın yahut çevresindeki insanların bir takım ihmâl ve yanlışlıkları yüzünden olur. Bu noktada herkes hastalığa sebep olma durumuna göre sorumluluk sahibidir. Çevreyi kirleten, kaza ve belalara sebep olanlar, bulaşıcı hastalıkları çocuklarına miras bırakanlar -varsa şayet- ihmâl ve tedbirsizliklerinden dolayı sorumludurlar.

Nâdiren de olsa bazen hasta kişinin herhangi bir ihmâl ve kusuru olmadan, ilahi imtihanın bir icabı olarak insan hasta olabilir. Bu durumda hastalık, kişi mü’minse şayet, onun günahlardan temizlenip arınmasına, kemâlâtına/pişip olgunlaşmasına yahut başka sevaplar kazanmasına veya Allah (c.c.) katındaki derecesinin-mertebesinin artmasına, manevi rütbesinin yükselmesine vesile olabilir.

Onun içindir ki, hemen her hastalıkta ve bilhassa dayanılması güç ıztıraplar veren amansız rahatsızlıklar esnasında, gerek atamız Hz. Adem aleyhisselâmla Havva validemizin “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in-lem tağfir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne mine’l-hâsirîn” diyerek yaptıkları ilticalarını… gerek Hz. Eyyûb’un “Rabbi ennî messeniye’d-durru ve ente erhamü’r-râhimîn” duasını… gerek Hz. Yunus’un “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn” niyazını... ve gerekse Hâtemü’r-rusül ve’l-enbiya Efendimiz’in (s.a.v.) “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym” münacatlarını dilden-gönülden düşürmemek, asla isyan kokusu ve manası taşıyabilecek söz ve davranışlardan uzak durmak gerekir.

Go to top