Halis ECE

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: 

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine 'Öf!' bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel (tatlı ve yumuşak) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) indir (alçakgönüllülükle onlara daima kol-kanat ger) ve ‘Yâ Rab, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse (şefkatle yetiştirmişlerse) Sen de kendilerine (öylece) rahmetinle muamele eyle’ diye dua et.” (1)


“Ebû Hüreyre’den (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam, ‘Yâ Rasûlellah, güzel sohbet (ve iyiliğim)e inananlardan en fazla hak sahibi olanı kimdir?’ diye sordu. Resûlellah (s.a.v.), ‘Annendir, sonra da annendir, daha sonra yine annendir. Ondan sonra baban, daha sonra (derece derece) diğer yakınlarındır’ buyurdu.” (2)

Bir Müslüman’ın, anne-babası müşrik bile olsa onlarla iyi geçinmenin yollarını araması gerekir. Şayet fakirseler, nafakalarını temin etmesi şarttır. Rabb’imiz buyuruyor ki:

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Çünkü anası onu, zayıflık üstüne zayıflıkla (nice sıkıntılarla) taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (İşte bunun için önce) bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunduk. Dönüş, ancak banadır. Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman (müşrik olman) hususunda zorlarlarsa, onlara itâat etme. Fakat, onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna tâbi ol. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yapmış olduklarınızı haber veririm.” (3)

Bu âyetler, Sa‘d bin Ebî Vakkas (r.a.) ile anası hakkında nâzil olmuştur. Sa‘d (r.a.), anasına son derece itâatkâr bir kimseydi. Müslüman olduğu zaman, anası:

— Ey Sa‘d, sen ne yaptın? Eğer bu yeni dini bırakmazsan, yemin olsun ki; ben yemem-içmem, nihâyet ölürüm. Sen de benim yüzümden, “Hey anasının katili!” diye kötü bir isimle anılırsın, demişti.

Hazret-i Sa‘d:

— Yapma ana, ben bu dîni hiçbir şey için terketmem, deyince, o da iki gün iki gece yememiş, kuvvetten düşmüştü. Bunu gören Hz. Sa‘d’ın (r.a.), son sözleri ise şunlar olmuştu:

— Anneciğim! Bilesin ki, vallâhi yüz canım olsa da birer birer çıksa, ben bu dini hiçbir şey için terk edemem. Artık ister ye, istersen yeme...

Zira Cenâb-ı Hakk, “müşrik olman hususunda zorlarlarsa, onlara itâat etme. Fakat, onlarla dünyada da iyi geçin” buyuruyordu.

İmâm Kurtubî (rh.) el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân isimli eserinde demiştir ki: “Anne-babaya, mârûf olan (yani şer’i şerîfe aykırı olmayan, Allâh’a isyânı mûcip bulunmayan) hususlarda itâat etmek gerekir. Günah işlemek, şirk koşmak veya farzlardan birisini terk etmek gibi hususlarda, herhangi bir emir verirlerse, itâat edilmez.” (4)

Ashaptan bir zât Resûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.), “Ben kime iyilik edeyim?” diye sormuştu. Buyurdular ki: “Annene, sonra yine annene, sonra yine annene.” “Ya ondan sonra?” dedi. “Babana” buyurdular. (5)

Bu mevzûda Hanefî fukahâsının görüşleri ittifakla şöyledir:

Anne-baba fakir oldukları müddetçe, gayr-i müslim bile olsalar, onların nafakası mükellef olan evlâdın üzerine vâciptir. Bu, Allah Teâlâ’nın, ‘Onlarla dünyada mâruf bir şekilde geçin’ emrine dayanır. Bu âyet-i kerime, kâfir olan anne-baba hakkında nâzil olmuştur ve Resûlüllah (s.a.v.), ‘mâruf’u ‘hüsn-i muâşeret’ yani iyi geçinme olarak tefsir etmişlerdir.

Kaldı ki evlâdın, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler içerisinde rahatça yaşarken, anne-babasını açlığa, sefâlete terketmesi mâruftan değildir.

Yine Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.), anne-babasının nafakası hakkında suâl eden bir gence, ‘Sen ve malın, baban içindir’ buyurmuşlardır. Bu mânâ, evladdan hem erkeğe hem de kadına şâmildir. O bakımdan her ikisi üzerine de vâciptir. (6)

Velhâsıl, anne-baba gayr-i müslim de olsa, günaha ve isyâna iştirak etmeksizin Allâh’ın rızâsına uygun şekilde onlarla iyi geçinmek gerekir. Yeme-içme, giyim-kuşam, yatıp kalkma gibi ihtiyaçlarını karşılamak, onlara eziyet etmemek, ağır söz söylememek, hastalandıklarında alâkadar olmak, vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait hizmetlerini yerine getirmemiz şarttır, boynumuzun borcudur.

Dünyevî hüküm bu. Din işine gelince; bu hususta da Rabb’imizin, “Bana dönenlerin yoluna tâbi ol. Nihâyet dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben size, yapmış olduklarınızı haber veririm” fermânına uyacağız. Resûlüllah Efendimiz’in ve vârisleri olan alimlerin gösterdiği yolda yürüyecek, son nefesimize kadar itaat ve teslimiyetten ayrılmamaya, isyandan uzak durmaya gayret edeceğiz. Zira başka kurtuluş yolu da, çaresi de yok.

Dilerseniz bu mevzuda yine Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) kulak ve gönül verelim…

“Abdullah b. Mes’ud’dan (r.a.) şöyle dediği rivayet olunmuştur: Resûlüllah’a (s.a.v.), ‘Hangi iş (ecir ve sevap bakımından) daha üstündür?’ diye sordum. O, ‘Vaktinde kılınan namazdır’ buyurdu. Ben, ‘Sonra hangisidir?’ dedim. O, ‘Anne-babaya iyilik etmektir’ buyurdu. Ben, ‘Daha sonra hangisidir?’ dedim. Resûlüllah (s.a.v.), ‘Allah yolunda cihaddır’ buyurdu.” (7)

Ve yine buyurdu ki, “Rabb’in rızası babanın rızasını kazanmakta, Rabb’in gadabı da babanın gadabında gizlenmiş bulunmaktadır.” (8) “Baba cennet kapılarının ortasıdır. Dilersen (yani ondan uzak kalmayı göze alabiliyorsan) o kapıyı kaybet, yahut (yoksa) onu koru.” (9)

Sözün özü; cennet annelerin ayağının altında, babaların rızasında/hoşnutluğunda gizlenmiştir. Sonsuz hayatın nimetlerini, cennet ve Cemâl-i ilahiyi arzu edenler, Allah’a kulluk vazifelerinin yanında anne-babalarını da hoşnut etmeye çalışmalıdırlar. “Allah Teala iki kimseye; azgınlıkta haddi aşana ve anne-babasına isyan edene/başkaldırana (cezasını) acele verir.” (10)

Vâris-i Rasûl Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri de bu mevzuda talebelerini ikaz ederek şu önemli hatırlatmada bulunuyorlar: 

"Sizin hakiki müderris olanlarınız, evlerinizde olan anne ve baba, kardeş ve ailelerinizdir. Çünkü onlar orada sizin ihtiyacınızı temin etmeseler, sizler burada okuyamazdınız. Binaenaleyh hakiki müderris onlardır." (11)  


DİPNOTLAR
(1) el-İsrâ, 17/23-24
(2) Müslim Sahîh, c. 8, s. 2
(3) el-Lokman, 31/14-15
(4) İmâm Kurtubî, el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kahire, 1867, 14/64
(5) Buhârî, Sahîh, Edep, 2
(6) İmâm Mergınânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyetü’l-Mübtedî, 2/46; Molla Hüsrev, Düreru’l-Hukkâm, 1/418
(7) Müslim Sahîh, c. 1, s. 63
(8) Tuhfetü’l-Ahvezî (Tirmizî şerhi), Matbatü’l-Fecâleti’l-Cedîde, Kahire, 1967, c. 6, s. 25
(9) Tuhfetü’l-Ahvezî, c. 6, s. 25)
(10) Feyzu’l-Kadir, Matbaa-i Mustafa Muhammed, Mısır, 1938, c. 1, s. 151

(11) Çırpanlı Hocaefendiden naklen Ahbab Hocaefendi (rahmetullahi aleyhima), Notlar, s. 32 

Go to top