Yavuz Sultan Selim, adalet karşısında hiçbir sarsıntı duymadan ona boyun eğen bir hükümdardı. Bu sayede herkesi kendisine itaate meftun etmişti. Onun yakınında bulunanlar da adaletinin ölçüsünü çok iyi bilirler ve işlerinde kıl kadar olsun sapma göstermemeye dikkat ederlerdi. Bu yüzden olsa gerek, “İnşallah Yavuz Sultan Selim’e vezir olursun!” sözü bir hayır temennisi değil, bir beddua idi.
Mısır seferi, muazzam masraflara mal olmuştu. Öyle büyük bir yürüyüş idi ki, o devre göre sefere katılanları canından bıktırmış, devamlı yorgunluk ve bıkkınlık içinde üzüntü ve ıstıraplara sürüklemişti. Ordunun ve devletin lüzum ve ihtiyacı bitmek bilmiyordu. Böyle bir seferi, dünyanın hiçbir şah, hiçbir padişah, hiçbir kral ve hiçbir imparatoruna nasip olmamış şekilde zafere dönüştüren Yavuz, sefer sırasında hazinesinin sıfırlandığını gördü. Ordu daha Şam’a varmadan şiddetli bir para sıkıntısı baş gösterdi. Bunun üzerine, Şam tüccarlarının birinden elli bin altın borç alınıp yola devam edildi ve nihayet Mısır ele geçirildi. Düzen kurulup da ordu İstanbul’a geri dönerken Yavuz’un hem hazinesi, hem de ordusu artık milyonlarca altına sahip bulunuyordu.
Şam’a gelindiğinde padişah vaktiyle kendisinden borç aldığı tüccarı arattı. Tüccarın öldüğünü haber alan ve hakkında tahkikat yaptıran defterdar Dizdarzade Mehmet Çelebi, sanki bir define bulmuş gibi, büyük bir sevinçle Yavuz’a hemen bir rapor sundu:
Raporunda, hazineye elli bin altın ödünç veren tüccarın, dünyada iki evlât bırakarak öldüğünü, bıraktığı mirasın milyonları geçtiğini, elli bin altını ödemek şöyle dursun söz konusu servetin bir kısmını varislere verip gerisine el koymanın savaş durumlarında mümkün olduğunu, böyle yapılırsa kimsenin buna bir ses çıkartamayacağını vs. yazıyordu.
Yavuz Sultan Selim, kendisine takdim edilen bu raporu dikkatle okudu ve hemen divit hokka isteyerek kendi eliyle sayfanın üst kısmına şu veciz cümleyi yazarak iade etti:
"Ölene rahmet; malına bereket; evlâtlarına sıhhat ve afiyet; gammaza da lanet!.. "