Halis ECE


DİNî İLETİŞİMİN KAYNAĞI VE UNSURLARI

Her şeyi olduğu gibi ilk "iletişim"i de kuran; kuşkusuz, kâinatı yoktan var eden, tek ve bir olan, eşi ve benzeri, öncesi ve sonrası olmayan Allah Teâlâ'dır. O her şeyi bilir, görür, olan biten bütün olaylardan haberdârdır. Onun bilgisi dışında bir yaprak bile kıpırdamaz.

İşte, her şeyin olduğu gibi "dinî iletişim"in kaynağı da Hz. Allah'tır. O bize, iletişimin ikinci unsuru/öğesi olan mesajı (vahyi), peygamberleri (aleyhimüsselâm) aracılığıyla kodlamıştır.

Kodlanan bu mesaj, Nebî'nin / Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin Allah'tan (c.c.) getirdiği Kitap. Bütün mesaj bunun içinde.

Onu insanlığa aktaracak bir kanal gerekli. Bu da konuşma ve yazı dili. Yani hitâbet ve kitâbet.

Görüldüğü ve anlaşılacağı üzere mesajın kodlanma süreci devam ediyor.

Hedef yani alıcı kim?

Topyekün insanlar ve cinler. Yani akıl sahibi olan varlıklar. Bu varlıkları, Hâlık Teâlâ'nın (Yüce Yaratıcı'nın) mesajına muhatap kılan pek çok dış ve iç unsurlar var. En başta da akıl ve bu akılla gerek kendi bünyelerindeki, gerekse dış dünyadaki hârikulâdelikleri görüp, bunların mutlaka bir mûcidinin-yaratıcısının olduğuna hükmetmeleri... Sonra da Peygambere (s.a.v.) kulak ve gönül verip onun Allah'tan getirmiş olduğu mesajın kodlarını çözmeleri... Yani bizim gibi yeyip içen, yatıp kalkan, kısaca her şeyiyle biz olan bu varlık ne anlatmak istiyor? Onu anlamaya çalışıyor insanlar.

Peki, anladıklarını veya anlamadıklarını ya da varsa kuşkularını-tereddütlerini mesajı kodlayan Nebî sallallahu aleyhi veselleme bildirmeyecekler mi bu insanlar? Çünkü iletişimin geri bildirim (feed back) safhası olmadan iletişim sağlıklı olarak gerçekleşmiş olmaz. O halde elbette geri bildirim de olacak. Olacak ki Peygamber (s.a.v.) kodladığı mesajın ne kadar anlaşılabildiğini görmüş-öğrenmiş olsun.

Her iletişim sürecinde olduğu gibi, dinî iletişim sürecinde de iletişimi erozyona uğratan, mesajın idrâkini/algılanmasını zayıflatan dış unsurlar vardır. Biz bu dış unsurları gürültü diye adlandırıyoruz.
***

GÜRÜLTÜ ÜÇ KISIMDIR

Birincisi fiziksel gürültü ki, inanmayanların, inanmak istemeyenlerin Rasûlullah'ın (s.a.v.) mesajını dinlememek için açıktan gürültü-patırtı, kavga-şamata çıkartmaları gibi... Nitekim Mekke müşrikleri, 'Onun bulunduğu, konuştuğu yerlerde patırtı-şamata çıkartın; belki galip gelirsiniz. Yani mesajını doğru ve sağlıklı kodlanmasını önlemiş olursunuz' diyorlardı biribirlerine.

İkincisi psikolojik gürültü: Nebî sallallahu aleyhi veselleme karşı olanların; sürekli olarak onu rahatsız edecek, canını sıkacak tavır ve davranışlarda bulunması... Onun Zihnini lüzumsuz ve bayağı şeylerle meşgul etmeye çalışmaları... İşte bu gibi hâller de psikolojik gürültüdür. (Mesela: Peygamber Efendimizin maruz kaldığı "işkembe işkencesi" vb. davranışlar.)

Üçüncüsü de nöro-fizyolojik gürültü: Mesajı kodlayacak olan kişinin (Peygamberin veya vekilinin-vârisinin) sağlık durumunun elverişli olmaması... Dolayısıyla duyu organlarında problem yaşaması... Mesela Hz. Musa'nın (a.s.), dilindeki kekemelikten dolayı Allâh Teâlâ'ya, "Rabbim! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimden bağı çöz ki sözümü anlasınlar" (Kur'an, Tâhâ, 25-28) diye dua edip yalvarması... Peygamber Efendimizin (s.a.v.), vefatıyla neticelenen hastalığındaki son anları gibi...

Mesajı kodlayanın kendi durumundan kaynaklanan bir başka şey de iletişime engel teşkil edebilir. Mesela, Kureyş'in Peygamber Efendimizin (s.a.v.) "yetim" oluşuna kafayı takmaları gibi...

Bu durumda da hedef kitle iletişimcinin söylediklerine kafa ve gönül veremez, onun vermek istediği mesajı doğru ve sağlıklı biçimde kavrayamaz/algılayamaz.

Veya mesaja muhatap olanların kendi açılarından başka takıntıları olabilir... Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) amcası Ebû Tâlib'in, kendi yetiştirmesi bir "yetim"e tâbi oldu, diye kınanmayı göze alamadığı için inanmaması gibi.
***

MESAJIN KODLANMASI

Dinî iletişimde de mesajın kodlanması esastır ve çok önemlidir.

Allah Teâlâ Peygamberine (s.a.v.), hedef kitleye mesajı nasıl vermesi (kodlaması) gerektiğini kısa ve öz olarak şöyle bildiriyor:

"Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et!" (Kur'an, Nahl, 16/125)

Hikmet, sağduyu ve dinin esaslarına uygun konuşma demektir. Konuşulan sözlerin yerli yerinde olmasıdır.

Bildiğiniz gibi yaratılış itibariyle insanlar, toprağın durumu gibi çeşit çeşittir. O bakımdan eğitimde de Hakk'a davette de farklılıklar olacaktır. Muhataplara, değişik kültür ve anlayış seviyesindeki topluluklara, değişik keyfiyet/nitelik ve üslupta mesajınızı iletmek gerekecektir. Her yerde ve herkese karşı aynı üslup kullanılamaz. Bu âyetten hareketle biz de, mesajı alacak (davete muhatap olacak) insanların kabaca üç sınıfa ayrıldıklarını söyleyebiliriz:

1. Sağduyu sahibi ve eşyanın hakikatini öğrenen araştırıcı bilim adamları. Davette hikmetle davranma bunlar içindir. Zira hikmet kesin olan delillerdir.

2. Halkın çoğunluğunu teşkil eden ve henüz dejenere olmamış, sağlam ve sağlıklı fıtratını koruyan orta sınıf. Kendilerine mesajın, güzel ve tatlı öğütle kodlanması istenenler bunlardır.

3. Mücadeleci, inatçı ve düşman kesimler. Mücadele yolunun en güzeliyle kendilerine mesajın kodlanması (davet edilmesi) istenenler de bunlardır. Zira unutmamak gerekir ki, Hz. Allah Musa peygambere, Firavun'a bile tatlı ve yumuşak sözle davette bulunmasını emretmiştir.
***

DİNÎ İLETİŞİMDE DEVAMLILIK

Dinî iletişim son Peygamberle (s.a.v.) birlikte nihayete ermeyeceğine-ermediğine göre, kıyamat sabahına kadar onu devam ettirmekle yükümlü alim-bilge kişiler, bu noktada nelere dikkat etmelidirler?

İki başlık altında kısaca bu noktaya da dikkat çekmeye çalışalım isterseniz.

A. Müessir/etkili bir dinî iletişim ne gibi özelliklere sahip olmalıdır?

1. Mevzu/konu seçimi: İnanç, ibâdet mevzuları, İslâm âdab ve ahlâkı, Hz. Peygamberin hayatı (siyer), İslâm ve dünya tarihinden örnekler ve alınacak dersler... Bunlar öncelikli konular olmalıdır.

2. Zaman: Şartlara, zamana-zemine, ihtiyaç ve günün gelişmelerine göre konu seçmek, verilmesi gereken mesajları ihmâl etmemek iletişimde başarılı olmada esastır.

3. Seçilen konunun, verilecek mesajın planı: En küçük, en kısa bir konuşmanın bile bir planı olması gerekir. Dinî iletişim (tebliğ) ise sürekli bir dinî-dünyevî eğitim-öğretim, aşılama ve aydınlatma görevi olmanın yanında asgarî 30-45 dakika süren bir konuşma demektir. Konu seçimi kadar süre ve plan da önemlidir.

4. Mesajda üslup: "Güzel sözde bir büyüleme ve çekicilik vardır", "Tatlı dil, yılanı kovuğundan çıkarır" sözleri meşhurdur. Üslubun tatlılığı-güzelliği konuşmayı da etkili kılacaktır. Tersinin, aksi yönde sonuçlanacağında ise kuşku yoktur.

5. Mesajın monoton olmaması: Konuşma monoton olmamalı, dinleyenlerden herbirinin ruhunu okşayacak, faydalanmasını sağlayacak bir şekilde sunulmalıdır. Toplumu uyanık tutabilmek, ilgilerini çekebilmek için, mesajın konusunu imkan nisbetinde zenginleştirmek gerekir.

6. Verilen mesajlarda süreklilik: İslâm âleminde asırlardan beri bu usûle uyulmuş; Ramazan ayında, Bayram ve Cuma hutbelerinde, hatta Cuma namazından önce camilerde sürekli olarak dinî-dünyevî sohbet ve öğütlere yer verilmiştir. Böylece dinî iletişimin sürekliliği sağlanmaya çalışılmıştır.

B. Başarılı bir iletişimcinin özellikleri neler olmalıdır?

1. Bilgili olmak: Kur'anda ilimle ilgili 750'den fazla âyetin geçmesi ve yüzlerce hadisin olması, dinî iletişimde bulunacak kimselerin ilim sahibi olmaları gerçeğini çok açık bir şekilde ortaya koyar.

2. Anlattığı iyilikleri kendi hayatında yaşıyor olmak: İletişimci, topluma vermek istediği mesajı öncelikle kendisi hazmetmeli, yaşamalıdır. Kendisinin yapmadığı şeyleri başkalarına söylemesi etkili olmaz. (İmâm-ı A'zam'ın, zayıflığından şikâyetle getirilen bir çocuğa, 40 gün sonraya gün verip, o gün geldiğinde ise karşısına alarak, "Evladım, bal ye!" demesi....)

3. Liyakat: Dinî iletişim zor ve yüce bir görevdir. Bu görevi hakkıyla-lâyıkıyla yerine getirebilmek için üstün bir yetenek ve mesleğin gerektirdiği şartlara vâkıf ve sahip olmak lâzım.

4. Samimiyet: İçi-dışı bir, olduğu gibi görünen, göründüğü olan bir kişi olmalı dinî mesajlar verecek kişi. Bu işi, kimsenin görmesi duyması için değil, sadece Allah rızâsı için yapmalı.

5. Jest ve mimikler: Konuya ve duruma uygun yüz ifadeleri, el-kol hareketleri, vücut tavırları konuşmaya renk ve kuvvet katar. Peygamber Efendimiz, ikaz edip korkuturken mübarek yüzü kızarır, müjdelerken gülümserdi. Gerektiğinde ellerini-kollarını, hatta vücudunun tamamını kullanırdı. Birisi seslendiğinde, ona boynunu döndürerek sadece yüzüyle değil, bütün vücuduyla yönelirdi.

6. Sâkin bir eda ile konuşma: Bağırıp haykırmak konuşmanın etkisini azaltır. Herkesin duyup anlayabileceği bir orta yol seçip tabiî ses tonuyla konuşmaya gayret etmelidir. Konuya ilişkin bir âyet şöyledir: "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi." (Kur'an, Âl-i İmrân, 3/159)

7. Beşerî ilişkilere önem vermek: Dinî iletişimin konusu insandır, öğüt insana verilir. Bu faaliyet sosyal çevrede başlar ve devam eder. Bu itibarla dinî iletişimcilerin, sosyal çevreyi tanıması, insan ilişkilerini ve bu ilişkilerin esaslarını çok iyi bilmesi gerekir. Bunun için de iletişimci;

- Güler yüzlü olmalı,

- Karşılaştığı kimselere selâm vermeli,

- Seviyeli yaklaşmalı,

- Onlara değer vermeli, hâl-hatır sormalı,

- Kılık-kıyafeti düzgün olmalı,

- Ziyaretlerde bulunmalı,

- Hediyeler vermeli,

- Sosyal faaliyetlere katılmalı,

- Yerinde ve zamanında konuşmalıdır.


8. Muhatap olduğu insanı ve toplumu tanımak: İlmî ve manevi durumlarına-derecelerine göre her bireri Peygamber vârisi olan dinî iletişimciler, insanı tanımayı amaçlayan psikolojiyi, toplumu tanımayı amaçlayan sosyolojiyi ve eğitim bilimlerini iyi bilmelidir. Peygamberimizin, "İnsanlara akıllarının kavrayacağı tarzda konuşunuz" sözünü kendisine ilke edinmelidir. Ve yine bilmelidir ki, "Sözün en güzeli, açmaya ve açıklamaya ihtiyacı olmayandır." Onun için az ve öz konuşmalı, fakat kolay anlaşılır olmalıdır.

9. Bir konuyu anlatırken anlaşılmadığını gördüğünde, muhataplarını değil, kendisini suçlu buluyormuş gibi bir ifade ve üslup kullanmak: Mesela, "Anladınız mı?" yerine, "Anlatabildim mi?" demeyi tercih etmeli. Kibre kaçmadan vakarını korumasını, zillete düşmeden de alçakgönüllü davranmasını bilmelidir.

(*) Bu çalışma, Sakarya Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Şaban Kızıldağ'ın denetiminde hazırlanmıştır. Kızıldağ, aynı üniversitede Sosyoloji Anabilim dalında yüksek lisans yapmış, doktora alanı ise Kamu Yönetimi'dir. 20 yıldır da profesyonel eğitimci olarak; Etkili İletişim ve Beden Dili, İnsanı Anlama, Siyasal İletişim, Diksiyon-Fonotik ve Hayat Koçluğu eğitimleri vermektedir.

Go to top