فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ إِلَى طَعَامِهِ
“İnsan, bir de taâmına (yediğine) baksın.”
[Abese suresi, 24]
“Türkiye’de ‘hiç yemedim’ diyen, bir büyük domuz götürmüştür. “
Gıda sektörü bütün ahlâksızlığıyla, her gün bizim ve çocuklarımızın sağlığını tehdit ediyor.
Biliyorsunuz, hazır yoğurtlarda, hazır dondurmalarda, pastanelerde, jölelerde, kremalarda, market ürünlerinin birçoğunda “kıvam artırıcılar” adıyla domuz mamulleri kullanılıyor. Artık ‘neyin içinde var, neyin içinde yok’, net olarak bilmek neredeyse imkânsız. Haliyle bunları kullanan adamlara “kullanıyor musunuz” diye sorup, doğru cevap vereceklerine güvenmek de mümkün değil. Tadı bozuk, kendi bozuk olmasına rağmen; uzun süre hiç ekşimeyen, çürümeyen, küflenmeyen, kıvamından dahi bir şey kaybetmeyen yiyeceklerimiz var artık.
Peki, bu nasıl oluyor?
Cevap: Kıvam artırıcılar, katkı maddeleri…
Nedir onlar diye sorsak, “E” ile başlayan anlamayacağımız ve nereden / nasıl elde edildikleri bilinmeyen sayılar işitiyoruz. Jelatin (E441) çok değerli bir protein… Gıda sektöründe yaygın şekilde kullanılıyor. Jelâtinin takriben % 99'u, Müslüman olmayan ülkeler tarafından üretilmekte. Uluslararası kuruluşlar katkı maddesine bir numara veriyor. Avrupa Birliği'nde bu E kodu ile yapılıyor. Biz de de aynı kodlama geçerli.
JELÂTİN NEDİR?
Jelâtin memelilerin dokularında, hususiyetle kasları kemiklere bağlayan yerlerde ve derilerde bulunan kollajenden çıkartılan bir proteindir. Kollajen su ile kaynatıldığında jelâtin olarak bilinen, suda çözülür proteine dönüşür. Soğutulduğunda, çözelti kollajene dönüşmez; fakat jel hâline gelir.
Jelâtin başta domuz, sığır ve çok az olarak da balık gibi hayvanların deri, kemik ve bağ dokularının kaynatılması ile üretilir. Bu madde, güçlü şekil alma kabiliyeti, şeffaf jel oluşturması, esnek film hâline gelmesi, hazmının kolay olması, sıcak suda eriyebilmesi ve kolayca şekil alması gibi hususiyetleri sebebiyle gıda üretiminde pek çok sahada kullanılmaktadır.
Günümüzde jelâtin üretiminde genelde domuz ve helâl tarzda kesilmemiş sığır derisi kullanılmaktadır. Gıda üretiminde kullanılan jelâtinin hammadde kaynağı ise domuz derisidir.Elde edilme safhasında ekstraksiyon öncesi, ön işlemlerin kısa sürede tamamlanması ve oluşan atık suyun asgari seviyede olması, domuz derisinin kullanılmasını cazip kılmaktadır. Ayrıca domuz derisinden jelâtinin elde edilmesi, bir hayli ucuzdur. Yılda 380.000 ton kadar üretilen jelâtinin 150.000 tona yakını Müslümanlar tarafından tüketilmektedir.
Dünya piyasalarında kilogram fiyatı takriben 4-6 dolar olduğu düşünülürse, Türkiye jelâtin için 20 milyon dolar kadar harcama yapmaktadır. Kaynağı sebebiyle büyük tartışmalara sebep olan ve şüpheyle yaklaşılan jelatini Türkiye’de 2011’den beri iki yerli firma da üretmeye başladı. Fakat ihtiyacı tam karşılayamıyor.
Gıda üreticilerinin çoğu ucuz diye mahiyeti meçhul ithal jelatini kullanıyor. Oysa menşeinin ciddi bir şekilde araştırılması gereken bu katkı maddesinin hemen hemen her alanda yaygın bir şekilde kullanılması, inanan insanlar için son derece endişe vericidir.
JELATİNSİZ ÜRÜN NEREDEYSE YOK GİBİ
Bir nevi protein olması sebebiyle jelâtin üreticileri, jelâtinin günlük hayatın her safhasında kullanılabilmesi için yoğun gayret göstermiştir. Menşeinin ciddi bir şekilde araştırılması gereken bu katkı maddesinin hemen-hemen her alanda yaygın bir şekilde kullanılması, inanan insanlar için son derece endişe vericidir.
Ürünlerde jelleştirme, koyulaştırma, sırlama ve kapsülleme maddesi olarak, jelâtin yaygın bir kullanım sahasına sahiptir:
“İnsan, bir de taâmına (yediğine) baksın.”[Abese suresi, 24]
Dinimizce haram olan domuz soframıza katkı maddesi olarak giriyor. Domuzdan elde edilen katkı ürünleri ve gıdalar gün geçtikçe daha çok miktarlarda tüketilen bu katkı maddeleri, beslenmeyle ilgili kalp hastalıkları, allerjik astım ve ürtiker gibi çeşitli hastalıkların gelişimine yol açıyor.
*****
Can Boğazdan Çıkıyor!
(Gıda Terörü)
Dr. Ayşe Ebrar
“Türkiye’de ‘hiç yemedim’ diyen, bir büyük domuz götürmüştür.”
Pediatri profesörü bir hocamın sözüydü bu. Mamullerinde domuz ürünü kullandığını tespit ettiği pastaneleri, gıda işletmelerini, dava açıp kapattıran da o hocamdı. Dinî hassasiyetleri olmadığını söylemesine rağmen, domuz konusunda çoğu Müslümandan daha fazla hassasiyet göstermesinin sebebini sormuştuk, anlatmıştı uzun uzun…
Ne olur, evinize bu ürünleri sokmayın, çocuklarınıza yedirmeyin, ev yapımı tariflere başvurun, çocuklarınızı seviyorsanız, onlar için alternatifleri sizler üretin ki başkaları onların canına-ruhuna tecavüz etmesin, sağlıklarına kastetmesin. Marketlerdekilerde gözleri kalmasın istiyorsanız, evinizde kendi ellerinizle yapın. İçinde margarin kullanılmamış, katkı maddesi görmemiş, ev kurabiyesi, bütün bisküvilerden, çikolatalardan sağlıklıdır. GDO’lu gıdalardan uzak durun, genetiğiyle oynanmış her ürün bir bozgundur. Her zaman kaçınmak ne ölçüde mümkün olur, bu bizlere bağlı ama unutmayalım, “sakınanlar ancak korunanlardır.” [Böylece “Umulur ki takvâ sahibi olur (kötülüklerden sakınır korunur)sunuz.”(Bakara suresi, 183) Binaenaleyh, yanlışlardan-tehlikelerden korunabilenler ancak onlardan sakınanlardır! H.E.]
Hastanede kim “kanser” kelimesini duysa korkuyor, ama asıl olarak obezite bu çağın en büyük hastalığı... Doktorlar olarak kanserlerin birçoğunu tedavi edebiliyoruz, birçok hastalığın iyileşme imkânı var bugün. Ama obezite karşısında çaresiziz. İrade insana verilmiş en büyük nimet, iradenizi devredışı bırakmalarına izin vermeyin. Bağımlılık ve sarhoşluk yapan her şey sıhhatinize zararlıdır. Bilinçli ve duyarlı [şuurlu ve hassas] bir insan bu oyuna gelmez kardeşim. Peygamberimizin sünnetini hatırlayalım, sahabenin sofralarına bakalım. Doymadan kalkmak, midemizin üçte birinin su, üçte birinin hava, üçte birinin yemek için olduğunu hatırlayalım. Helal dairesi bize yeterlidir.
Allah’a emanet olun.
Dr. Ayşe Ebrar
Kaynak: http://www.saglikhaberleri.com.tr/raflar-domuz-dolu-bunlarin-hepsini-yedik-p20-aid,1259.html#galeri