“Bağy” lûgatte talep (istek) ve kazanma demektir; cevr (eziyet-cefa-sıkıntı) ve zulüm gibi yapılması helal olmayan bir şeyi isteme manalarına gelmektedir.
Fıkıh ıstılahında “bağy (devlete isyan)”; idarecinin, yönetiminden duyulan rahatsızlıklardan hareket ederek, kendilerince doğru olduğuna inandıkları düşünceleri istikametinde, itaatten ayrılmak ve aynı görüşü taşıyan diğer kişilerle birlikte devlete isyan etmek diye değerlendirilmektedir.
Yani devletin meşru idarecisine karşı, -kendine göre doğru olan bir düşünceden hareketle- aynı görüşü paylaşanlarla birlik oluşturarak faaliyet göstermek… Fakat idarecinin idaresi altındaki diğer zümreleri, onların canlarını-mallarını-ırzlarını hedef almaksızın, mevcut yönetimin yerine yenisini kurmak maksadıyla girişilen fiiller İslâm fıkhına/hukukçularına göre “bağy” olarak tarif edilmektedir.
***
Tarifinden de anlaşılacağı üzere bağy, siyasî bir kavramdır. Nitekim gerek Hanefîler, gerek Şâfiîler ve gerekse Malikîler kelimeyi doğrudan siyasî alana ait olarak ele almakta ve bu şekilde değerlendirmektedirler.
Mesela üçüncü halife Hz. Osman (r.a.) döneminin sonlarında, onun, hilafetin icabını/iktizasını yapamadığı ve bu işi bırakması gerektiği kanaatine sahip Kûfe ve Basra halkının isyanının, âlimlerin bağy tarifindeki unsurları taşımakta olduğunu söyleyenler olabilir. Bu hadisedeki temel unsurları incelediğimizde; isyancıların, meşru halifeye karşı, diğer Müslüman topluluğa zarar vermek düşünce ve niyetini taşımaksızın, onun vazifelerini yerine getiremediği gerekçesiyle, bir kuvvet birliği oluşturarak hadiseyi gerçekleştirdiklerini görmekteyiz.
***
Aynı şekilde Hz. Muaviye’nin dördüncü Halife Hz. Ali’ye (r.anhuma) karşı giriştiği hareketi de bir bağy olarak değerlendirenler çıkabilir. O da şehit edilen Hz. Osman’ın kanını talep etme vaziyetini elde etmesinden sonra, halifeye karşı mücadeleye girişmiş ve kendi görüşü / içtihadı / düşüncesi istikametinde etrafında insanlar toplayarak halifeye/devlete itiraz etmiştir. Her ne kadar hadiselerin gelişimi sonucunda iki Müslüman topluluk karşı karşıya gelmiş ve savaşmışlarsa da bu hadise de, öncekinde olduğu gibi, meşru idareciye karşı, doğru olduğuna inandıkları kendi düşünceleri istikametinde, halifenin, üzerine düşen vazifeyi yapamadığı gerekçesiyle ortaya konulmuş bir hareket olarak görülebilir. Ancak;
Bu iki hadise, tarihi ve içtimai bir vak’a olarak böyle görülmekle birlikte, meselenin fıkıh ve usûl-i fıkıh açısından değerlendirmesini de unutmamak gerekir; taraflar müçtehittirler… Dolayısiyle onların durumlarını, o hadiseleri içtihadi bir hata-isabet çerçevesinde görüp sıradan bir “bağy” hareketi olarak değerlendirmememiz doğru ve isabetli olmaz. Bu hususlarda konuşurken-yazarken dilimize-kalemimize dikkat etmemiz ecap eder. imam Şâfiî hazretlerinin buyurduğu ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin naklettiği gibi, “Allah bizim elimizi o kana bulaşmaktan muhafaza buyurdu, biz de dilimizi koruyalım”…
***
Bağy mevzuunda İslâm tarihinde meydana gelmiş vak’alar içinde en önemlilerinden biri, hiç şüphesiz sonradan Havâric olarak isimlendirilen topluluğun çıkışıdır. Bu topluluk, Hz. Ali ile Hz. Muaviye (r.anhuma) toplulukları arasında cereyan eden Sıffîn harbinin sonunda, anlaşmazlığın hakem kararıyla halledilmesi hususu gündeme geldikten sonra, Allah’tan (c.c.) başka kimsenin hüküm sahibi olamayacağı, dolayısıyla halife ile karşı tarafta yer alan grubun hakeme müracaatla meseleyi halletmeye çalışmalarının dinden çıkma olduğu düşüncesiyle, önceden Hz. Ali saflarında savaşırken ondan ayrılanlardır.
Görüldüğü gibi Hâriciler de, kendilerine göre doğru olan düşünceleri istikametinde, önceden emri altında savaştıkları halifeye karşı tavır almışlar ve itaatten ayrılmışlardır.
Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün olmakla beraber bunların da bağy mevzuunda yeterince aydınlatıcı olduğu görülmektedir.
***
Bağy’in cezası
Devlete isyan edenin cezası elbette ki idamdır. Osmanlı’da bir kısım uygulama ise, siyaseten katl müessesesine yani Fâtih'in Kanunnâmesinde "ekseri ulemâ tecviz etmişdür" dediği usule uygundur ve fıkıh kitaplarında şartlarına uyulmak kaydıyla açıklanmıştır.
Diğer taraftan, Osmanlı hukukçuları, padişahın meşru emirlerine yapılan her çeşit itaatsizliği, umumi huzuru ve nizâm-ı âlemi ihlal edecek olan her türlü isyanı ve memlekette anarşi çıkarma hareketlerini, bağy suçu kabul etmiş ve buna sebep olanları da bâği olarak vasıflandırmışlardır. Bu isyan suçunun cezasının da idam cezası olduğunu fetvalarında açıklamışlardır.
Aslında “kardeş katli” sadece Osmanlılara ait değildi. Doğu ve Batı’da birçok Müslüman ve Hıristiyan hânedanlarında mevcuttu. Fakat onlarda adı konmamıştı; cüluslarda ise nice kanlı olaylar cereyan ediyordu.
Osmanlı Devleti, İslam hukukuna göre dizayn edildiği için suçsuz bir insan nasıl öldürülürdü? Çünkü İslam’a göre günahsız bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir. “Kardeş katli”nin hukukî dayanağı İslam hukukunda, “had, suç ve cezalar” arasında “bağy” altında düzenlenmiştir. Bağy suçunun unsurları devlete (sultana) karşı ayaklanmak, açık bir isyan kastı içinde bulunmaktır.
Osmanlı uleması da her türlü isyanı, hatta anarşi çıkarmayı (fesad bi's-sa'y) bağy suçu kabul etmiş ve cezalarını fetvalarda idam olarak açıklamıştır. İsyan fiilen başlamasa da, fesadın hazırlandığına dair kesin deliller varsa, tazir yoluyla idam edilebileceğini Hanefî hukukçularının çoğunluğu kabul etmiştir. Zaten bundan dolayı “Kanunname”de “Ekser ulema tecviz etmiştir” denmektedir.
***
Bağy’in, bir çeşit iç savaş, devletin idarecilerine ve halkına karşı saldırı şeklinde değerlendirilmesi de mümkündür. 'Siyasî fikir hürriyeti' açısından ele alındığında, her ne kadar kavram, kanaatlerin ifade edilmesinin yanında, gereğince davranılabilmesini de içine alsa bile, bağy’in siyasî fikir hürriyetine mevzu edilemeyeceği açıktır. Zira, siyasî fikir hürriyetinin sınırlarından da hatırlanacağı üzere, devlete isyan, hürriyet mevzuu olamamaktadır.