Halis ECE



Mü’minler girip çıktıkları, oturup kalktıkları her mekânda zikirle meşgul olabilir, hatta olmalıdırlar.

Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

“Kim bir yere oturur ve orada Allâh'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allâh'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnada Allâh'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır.”(1)

Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bu ikazlarıyla, Allâh'ın zikrini kalbine-letâifine vird edinmeyen, bulunduğu mekânı ve zamanı onunla tenvîr etmeyen kimselerin, Allah tarafından rahmet, feyz ve bereket noksanlığına uğratılacağını haber vermektedir.


Çok büyük bir ibâdet olan zikri, sadece dil ile yapmak kâfi değildir. Aslolan, kalbin ve sair letâifin zikridir.

İnsan iki türlü zikreder:

1. Kendi irâdesiyle, şuurlu olarak,

2. İrâde dışı, yani gayr-i irâdî olarak...

İnsan, yaptığı bu ikinci kısım zikirden haberdar değildir. Her bir a‘zânın, hatta vücudumuzda bulunan her bir zerrenin, her an ihtiyaçları için Cenâb-ı Hakk'ı zikredip, ondan ihtiyaçlarını istemesi gibi... Meselâ gözün görmek, kulağın işitmek için ihtiyaçlarını Allâh'a arz etmesi... Demek ki insan, irâdî olarak Rabb'ini zikretmese de vücudu ondan uzak kalamıyor, zikrini muntazaman yapıyor. Fakat bu zikirler irâde dışı olduğu için, sahibine bir şey kazandırmıyor.

Hulâsa, zikirden daha büyük bir şey yoktur. “(Habîbim!) Sana vahy olunan kitabı oku. Namazı da dosdoğru kıl! Çünkü namaz, edepsizlikten, akıl ve şerîata uymayan her şeyden alıkoyar. Allâh'ı zikretmek ise, en büyük (ibâdet)tir. Ne yaparsanız Allah bilir.”(2) âyet-i celilesi, bu hakikati beyan etmektedir.

Rahmeti, ihsânı, lûtuf ve keremi sonsuz ve her an dâim olan Rabb'imizin zikrinden uzak yaşanan bir hayat, mânâsız olduğu gibi, insanı tatminsizliğe götürür.

Bütün sıkıntı, stres ve sapıklıkların temelinde ise, kalb huzûrsuzluğu-tatminsizliği vardır; kalbin tatmini, huzûr ve sükûnu ise, ancak Allâh'ı zikirle mümkündür.

 

DİPNOTLAR
(1) Ebû Dâvud, Sünen, Edeb, 31.
(2) Kur’ân-ı Kerim, Ankebût sûresi, 29/45.

Go to top