Halis ECE


Kelime olarak 'onda bir' demek olan öşür, fıkıh literatüründe, toprak ürünlerinin zekâtı anlamında kullanılmaktadır.

Öşrün farziyeti, şer‘î delillerden hem Kitap, hem Sünnet hem de icma‘ ile sabittir.

Tahıl ve meyvelerde zekâtın (öşür) gerekli olduğu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade olunmaktadır: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyi olanından ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendiniz göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın...”(1) Âyette geçen “kazandığınız şeyler”den maksat, ticaret mallarıdır, onların zekâtı söz konusudur. “Size yerden çıkardığımız şeyler”den murad ise tarım ürünleri olup, bunların öşrü kastedilir.(2)

Hadîs-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Nehirlerin ve yağmur sularının suladığı mahsullerde öşür (onda bir), hayvanla sulanan [parayla sulanan, masraf edilen] mahsullerde yarım öşür (yirmide bir) vardır.”(3)
Ümmetin icmâ‘ı da bu yönde olmuştur.

Öşrün farz olması için iki önemli şart vardır:

• Ehliyet,

• Mahalliyet.


Ehliyet, arâzi sahibinin Müslüman olması ve öşrün farz olduğunu bilmesi demektir. Öşürde mülk sahibinin akıllı olması, bâliğ olması, zengin olması gibi şartlar yoktur; itibar toprağın sahibine değil, arâziyedir. Yani mal sahibi çocuk, deli veya fakir de olsa, onun arâzisinden çıkan ürünlerden öşür alınır.(4)

Zekâtta aranan bazı şartlar, öşürde aranmaz... Meselâ; altın, gümüş, para ve ticaret mallarında, yılda bir defa zekât vermek gerekirken; arâzide, yılda kaç mahsul elde edilirse, hepsinden ayrı ayrı öşür vermek lâzımdır. Diğer malların zekâtında, mükellefin elindeki malın-paranın, üzerinden bir yıl geçmesi şart olduğu halde, mahsullerde bir yıl geçmesi beklenmeden, hasat zamanı hemen öşürünü vermek gerekir. Borçlu olan kimseden, dinen zekât verme yükümlülüğü düştüğü halde, öşür borcu düşmez. Bu bakımdan her Müslümana, -borçlu da olsa- arâzisinden çıkan mahsul için öşür vermek farzdır.

Mahalliyet, öşrün farz olması için, arâzinin öşür arâzisi olması şartıdır.
Öşür arâzisi, Müslümanlar tarafından fethedilerek mücâhitlere ve diğer Müslüman halka taksim ve temlik edilen arâzidir. Yani öşür arâzisi, sahibinin mülküdür, her türlü tasarrufa selahiyetlidir, istediği gibi hareket edebilir... Satar, kiraya verir, hibe eder, vakfedebilir; kimse müdâhale edemez. Zira bu kısım arâzi; sahibinin evi, dükkanı ve parası gibidir. İstediği şekilde tasarruf etme/kullanma hakkına sahiptir.

Bugün memleketimizde devlet, arâziyi millete temlik etmiş, tapuyla Müslümanlar bu arâzilere sahip olmuşlardır. Diledikleri gibi tasarruf edebiliyor; satıyor, alıyor, bağışlıyor, vakfediyor ve mîras bırakabiliyorlar. Bütün bunlar mülkiyet ifadesidir. Bu itibarla arâzilerimizden çıkan ürünlerin öşrünün (verilmesi gereken kişilere/yerlere) verilmesi farzdır.(5) Günümüzde Müslümanlar, bu farzın yerine getirilmesinde dikkatli ve uyanık olmalı, gaflete düşmemelidirler.

Öşürde nisap yoktur. Yerden çıkan mahsûlün, azından da çoğundan da öşür vermek gerekir; zenginlik de şart değildir.

Öşür, arâziden elde edilen ürünün tamamından hesap edilir... Tohum, ekip biçme, sulama, gübre, ilaç ve sair masrafların hiç biri düşülmeden verilir. Zaten meselâ sulama-gübreleme-ilaçlama gibi masraflı bir tarım yapılmışsa, zekât miktarı yirmide bir’e düşeceği için, masraf fazlalığı bu yolla giderilmiş olur.(6)

Malın öşrü verilmeden, sahibinin o maldan yemesi helâl değildir; ancak, yediğini de hesap edip onun da öşrünü vermek niyetiyle yerse câiz olur.

Öşür, malın cinsinden verildiği gibi, kıymetinden de verilebilir. Yani, onda bir veya yirmide bir’in bedeli kaç lira ise para olarak ödenebilir.

Öşrün verilme zamanı, ürünlerin kaldırıldığı ve meyvelerin toplandığı vakittir.

Dilerseniz mevzuu Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadîs-i şerifle noktalayalım:

“Bir gün bir adam, buluttan şöyle bir ses -veya gök gürültüsü- duyar:

‘Falancanın bahçesini sula!’ O adam şöyle anlatır: ‘Ben o bahçeye vardığımda, orada bulunan birisiyle karşılıştım ve ona,

- Adın ne? diye sorduğumda o,

- Falan oğlu falan oğlu filanca, diye cevap verdi. Ben ona,

- Sen bu bahçeyi biçtiğinde onu ne yapıyorsun? dediğimde ise o,

- Bunu niçin sordun? diyerek (soruma soruyla karşılık verdi).

- Ben buluttan, falancanın bahçesini sula, diyen bir ses duydum, dedim. Bunun üzerine,

- Madem ki sen bunu sordun söyleyeyim, dedi ve şu açıklamayı yaptı:

Ben bunu üç kısma ayırıyorum. Üçte birini kendim ve ailem için, üçte birini fakirler ve yolcular için, üçte birini de bu bahçeme harcıyorum.”(7)

Tabii ki yukarıda anlatılan onda bir, yirmide bir ölçüleri öşürde şeriatin emri... O miktarları vermek farz. Diğer bir tabirle işin fetva yönü bu. Takva yönüne gelince, hadis-i şerifte anlatıldığı gibi, orada bir sınır yok... Kişi, takvasının derecesine göre istediği kadar fazla vermekte serbest. Muhakkak ki mükafatını da ona göre alacak.

Cenab-ı Hak, cümlemizi fitresini, zekâkını ve öşrünü tam olarak veren cömert kulları arasına ilhak buyursun.


Not: Evlerin bahçelerindeki ağaçların meyvelerinden, balkonlardaki/çatılardaki saksılarda yetiştirilen sebzelerden öşür vermek vacip olmaz. Hatta o ev, öşür arazisi üzerine yapılmış olsa bile...


DİPNOTLAR

(1) Bakara sûresi, 2/267.
(2) es-Serahsî, el-Mebsût, 3, 2.
(3)Sahîh-i Müslim Terc. ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İst., 1977, 5, 280.
(4) es-Serahsî, el-Mebsût, 3, 4; İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, 2, 254.
(5) Zaruri bir açıklama: Ö.N. Bilmen merhumun B. İslâm İlmihali’ndeki öşürle alakalı değerlendirmesi, bilindiği üzere farklıdır. Oradaki hüküm, Ebussuud Efendi Fetvalarındaki gibi mîrî arâziye (devlet arâzisi) göredir, mülk yani öşür arâzisine göre değildir. Oysa bugün vatandaşın elinde bulunan arâzi, onun tapulu malıdır, mülkiyeti kendisine ait olup, istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Bu itibarla ülkemizdeki arâziler öşür arâzisidir, çıkan mühsullerden öşür verilmesi gerekir.
(6) İbn Hümâm, Fethu’l-Kadir, 2, 8-9; el-Fetâva’l-Hindiyye, 1, 187.
(7) Müslim, Sahîh, Zühd, 45 (4, 2288).
Go to top