Hocam ben Kırgızistanlıyım Süleyman efendi hazretlerinin kursalırnda (kurslarımızda) üniversite talebesi olarak okudum şu anda Moskovada çalışıyorum (üniversiteyi mezun olduktan sonra). Biz üniversite talebesi olduğumuz için tassavuf bilgilerinde çok zayıfız bazı konular çok akılıma takılıyor bu siteyi bulduğum için çok sevindim Allah sizden raazı olsun. Şimdi soruya geçeyim, Hocam malümunuz şimdi Türkiyede İsmailağa cemaatı ileri gelen ve tanılan bir cemaattır Mahmut Ustaosman oğlu hofaefendi son asrın müceddidi ilan edildi, bu cemaata biz nasıl hitap etmeliyiz O zatın muridleri tarafından edilen sohbetleri dinleye bilirmiyiz muceddid olduğunu kabül etmelimiyiz? Hocam ben Türk üniversitesi mezunuyum musayit vakitlerimi sohbet dinlemekle geçiririm son zamanlarda bu cemaata çok önem vermeye başladım bazende korkuyorum çünkü hocalarımız anlatıyordu hazreti Ustazımız son müceddittir ondan sonra muceddid gelmeyecek diye ama bizim hocaların vaaz sohbetleri mediyada çok az olduğu için başka hocalardan sohbet dinlemek zorunda kalırız.Kısacası hocam İsmailağa cemaatinden istifade edebilirmiyiz? Yanlış kelime ve tabir kullanmış olabilirim kusurumuza bakmaıyn. Abdullah

*******

Sevgili kardeşim;

Rabbim cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladıhidâyet-i kamileden ayırmasın. Sırât-ı müstakiminde sabit-kadem eylesin. Feyzimizde-nurumuzda daim, rızâsına muvafık hizmetlerde kaim kılsın.

Hayır-dualarınıza mukabil Allah (c.c.), sizlerden de râzı olsun.

Şunu hemen belirtelim ki; sözünü ettiğiniz bu kanaat kimseyi bağlamaz. Bir başkası da yaptığı araştırma sonucu, farklı bir kanaat ve neticeye ulaşabilir. O bakımdan bu gibi iddiada bulunanların en azından, “bizim araştırmalarımızın sonucu budur, böyle inanıyoruz, doğrusunu Allah bilir” demeleri münasip ve güzel olur, hatta öyle söylemeleri icap eder.

***

Ayrıca müceddid için, bütün İslâm âlimlerinin bunu kabul etmesini beklemek doğru bir tavır olmayacağı gibi, böyle bir şart da yoktur. Zaten tarih boyunca hiç bir müceddid bütün âlimlerce müştereken kabul edilmiş de değildir. Bazı isimlerin müceddid diye meşhur olması ise, genel olarak bu şekilde kabul görmesi tarzındadır.

Ve yine müceddid'in bilinmesi, herkes tarafından anlaşılması dînî bir vecibe ve mecburiyet de değildir. Fakat onu tanıyan, istifade ve istifaza eden mü'minler, Allahu Teâla'nın onu vazifelendirmekle murad ettiği nûr ve feyizlerden faydalanmak nimetine kavuşmuş olurlar. Madem Allah Teâla, Rasûl-i zîşânının  (s.a.v.) diliyle ‘her asırda ümmet için bir mücedddid göndereceğini’ vaad etmiş, bu vaade karşı lakayd kalmak da tabii ki akıl kârı değildir.

***

Sahib-i zaman Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri bir gün, “evlatlarım” tabir ettiği talebelerine hitaben buyururlar ki:

“Allahu zû’l-Celâl hazretleri dinini ihyâya hükmetti ve min indillâh bu tecdîd / yenileme vazifesi, benim ve sizin omuzlarınıza indi. Delil mi istiyorsunuz? İşte Hz. Allah, çelik-çomak oynayacak çocuklara kısa zamanda ilmini ihsan ettiği gibi, irşâda dahi istidat veriyor. Bundan büyük delil mi olur.

“Cihanın nûru, merkez-i tecellî-yi zât olan Vâris-i Muhammedî’nin kalb-i şerifinden dağıldığından, bütün tarikatler feyz almak için ona muhtaç ve irtibat kurmaya mecburdurlar.

“Vâris-i Muhammedî ve sahib-i zaman’ın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup, bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbani (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Salâhuddin İbni Mevlâna Sirâcüddin (k.sırrahuma) Buhara’da, son Sahib-i Zaman (k.s.) ise Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (seyyidlerden) olup, bu tarîk-ı âlinin yüceliğine şehâdet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübrâ, ilâhi irâde icabı, Türkiye’ye intikal etmiştir.” [Erol, Ali, Hatıratım, s. 24, 32-33]

Velhâsıl, işin hulâsası / özeti budur.

Dileyen dilediğini “müceddid”, “mürşid-i kâmil” ilan ededursun; bizim yolumuz da, müceddidimiz de, mürşid-i kâmil ü mükemmilimiz de bellidir. Zerre miktarı da olsa bir tereddüdmüz, abdestimizden şüphemiz yoktur. Kuşkusu olanlara da, “güle güle” demekten öte yapabileceğimiz bir şey gelmez elimizden… Binaenaleyh 'selametle' der geçeriz.

Zâhirî ilim bakımından bilmediklerini öğrenmek için elbette ki Ehl-i Sünnet müntesibi olan her yerden, herkesten, her eserden istifade edebilir, yararlanabilirsin. Ama manevî-bâtınî cihetten ancak kendi yolunun-meşrebinin büyüklerinden, onların sohbetlerinden ve eserlerinden istifâza edebilirsin (feyizlenebilirsin). Tasavvufta usûl budur.

Çatal kazık toprağa gitmez”!

Go to top