selamun aleykum hocam;

sizi gereksiz meşgul etmek istemezdim,özür dilerim.

Allah dostlarının hayatlarını anlatan bir yazıda,Seyid Fehim Arvasi (ks) hazretlerinin hayatını okurken şaşırtıcı yazılar gördüm, sizin bu Allah dostu hakkında malumatınız var mıdır? vaktiniz olursa alıntıladığım kısmı okuyup,şahsi düşüncenizi paylaşır mısınız, Allah razı olsun hocam.''.....Kendisi veli olan, âlim ve velilere çok hürmet eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duasını aldı. On iki gün kadar İstanbul'da misafir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar merasimle, törenle uğurladı.

Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki âlim ve veliler ile görüşüp sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan Ezher Medresesinden yetişen âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve faziletteki üstünlüğünü kabul ettiler.

Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan Hacı Ömer Efendiyle birlikte Câmi-ül-Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir âlimin etrâfında çok sayıda kitaplar ve önünde bir kağıt olduğu halde oturduğunu gördüler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat önündeki kağıda bir şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kağıtta olan yazıyı bir defada okuyup ezberledi. Çünkü bir defa okuduğu yazıyı ezberlemek onun hususiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; “Sizin okumanız var mıdır?” diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir miktar meşgul olduğunu bildirdi. Âlim; “Siz bu kağıttaki yazının manasını bilir misiniz?” dedi. “Evet” cevabını alınca, hayret etti ve; “Hayret! Câmiü'l-Ezher Medresesi (Üniversitesi) bütün şubeleri (fakülteleri) ile bir haftadan beri bu meselenin halli için tatil edildi. Reisü'l-ulema başta olmak üzere bütün âlimler gece-gündüz çalışmaktadır. Bu yazının mana ve mefhumunu anlamaktan aciz kaldı” dedi. Seyyid Fehim hazretleri; “Basit bir meseledir” buyurunca, âlim daha çok hayret etti.

Seyyid Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi izah etmeye başladı. Hayretler vâdisinde dolaşan âlim, saygıyla kalkıp elini öptükten sonra, hemen kağıt kalem alıp Fehim-i Arvasi hazretlerinin izahını yazdı. Adresini alarak tekrar ellerini öptü ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı Ömer Efendiyle birlikte kiraladıkları eve döndü.

Bir müddet sonra Câmiu'l-Ezher Medresesi Reisü'l-ulemâsının (rektörü) gönderdiği dört âlim çıkageldi. Reisü'l-ulemâ tarafından Câmiu'l-Ezhere davet edildiğini ifade ettiler. Seyyid Fehim hazretleri daveti kabul buyurup, gitti. Büyük bir salonda Reisü'l-ulemâ başta olmak üzere beş yüze yakın âlim büyük bir saygı ile kendisini karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleriyle Reisü'l-ulemâ yan yana oturdular. Sohbet başladı. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerine; “Efendi hazretleri! Tam istenen şekilde açıkladığınız mesele, Câmiü'l-Ezherce müşkil ve manası anlaşılamayan bir mesele hâline gelmişti. Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla bu müşkilâttan bizleri kurtardınız. Câmiü'l-Ezher size sonsuz şükrân borçludur” dedi.

'''Birçok müşkil meselelerin halledildiği sualli cevaplı sohbet, saatlerce devam etti. Bu sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Ömer Efendiden tütün çubuğunu doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Ömer Efendinin hazırladığı çubuktan birkaç nefes çekip yerine koydu. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerinden müsaade isteyip; “Birkaç nefes de ben çekebilir miyim?” dedi. Seyyid Fehim hazretleri müsaade ettikten sonra birkaç nefes de Reisü'l-ulemâ çekti. Fakat bu sırada salondaki âlimler arasında fısıltılar başladı. İki âlim gelerek Reisü'l-ulemâ'ya; “Efendim tütün içmenin kesin haram olduğuna dair dört fetva vermiştiniz. Şimdi içiyorsunuz, hikmeti nedir?” diye sordular. Reisü'l-ulemâ cevaben; “Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zatın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve takvamız da bu zatın verâ ve takvâsı yanında yok gibidir. Bu zata uyarak bugünden sonra tütün içeceğim. Demek ki yanılmışım. Haram değilmiş. Haram ve günah olsaydı, bu zat ağzına koyar mıydı? Siz serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını duyurunuz” dedi......'' Ismail ardıç

*******

Ve aleyküm selam.

Bir insan âlim olabilir, ârif ve velî de olabilir. Ama hepsinin dereceleri-mertebeleri aynı değildir, farklıdır. Her subay general olmadığı gibi, her general de orgeneral değildir. Mesela velayetin / evliyalığın en düşük basamağı velayet-i suğradır, sonra velayet-i kübra, onun ardından da velayet-i ulyâ gelir. Bu sınıfların hepsi de velidir, ama rütbeleri değişiktir. İrşada ehliyet ise, bambaşka bir makamdır. Teşbihte hata olmasın, Genel kurmaylık gibi…

Naklettiğiniz menkabeye gelince…

1- II. Abdülhamid Han (k.s.) hazretleri kendileri zaten çok büyük veli ve zirvede bir devlet ve siyaset adamıdır. Toplumda her alandaki grupları-klikleri, ulema, yazar-çizer, mütefekkir ve mütefelsifleri gayet güzel idare ettikleri gibi, velileri, tarikat şeyhlerini de hep hürmet saygı ile karşılamış, onlardan yardım ve  iltifatını esirgememiştir. Dolayısiyle hemen herkes onu kendisinden bilir. Oysa o Nakşîdir ve bu yolun 32’nci halkası Salahuddin İbni Mevlana Siracüddin (k.s.) hazretlerine bağlıdır.

2- Hikayede nakledilen ve Ezher ulamasınca çözülemeyen mesele nedir, onu adı geçen zat nasıl çözmüştür? Ansiklopediden yaptığınız iktibasta bu durum bir muamma olarak kalmış! Biliyorsanız bunu da nakletseniz iyi olur. Bu haliyle mesele muallakta kalıyor, kahvehane hikayelerine dönüyor.

3- O günkü ulemanın sigayara “haram” yerine “mekruh” demesini, bir bakıma makul görmek gerekir. Zira tütünün zararı, günümüzdeki kadar tebellür etmiş değildi. Ama bugün her haliyle ortadadır, aksini düşünmek, söylemek mümkün değildir. Hele hele faydasından söz edene pek de akıllı gözüyle bakmazlar. Zaten söyleyenler de kendi tiryakiliklerine kılıf uydurabilmek için bu iddiayı  dile getirmektedirler… Başka değil. 

4- Haram-helal meselelerinde ölçü, velilerin söz, hal-hareket, tavır-tarz ve uygulamaları değil, fukahanın içtihatlarıdır. Bizim fukahamız da bunun haramlığına hükmetmişlerdir. [Bu mevzuda kaleme aldığımız -gerek sitedeki gerekse mollacami’deki- yazılarımıza bkz.] Nitekim bu hususta İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuşlardır:

“Sofiyyenin (tasavvuf erbâbının) amelleri, helâl ve haram mevzuunda senet değildir. Fakat onları ayıplayamayız da; mâzur görürüz. İşlerini Allah’a ederiz.

“Helâl ve haramı anlamakta, İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed (rahimehumullah gibi müçtehitler)'in  kavilleri mûteberdir. Şiblî’nin ve Ebû Hüseyin Nûrî’ (k.esrarahum gibi tasavvuf erbâbı)'nın amellerine bakılmaz.

“Bugün, şeyhlerinin amellerinden başka bir şeye bakmayan ve kulak asmayan sofiyye, raks ve semâ’ı [da, sigarayı da] dinleri ve şerîatleri hâline getirmişlerdir. Şeyhlerinin amellerine istinad edip, onu, tâatleri ve ibâdetleri olarak kabûl etmişlerdir. ‘Onlar öyle kimselerdir ki, dinlerini bir oyun bir eğlence haline getirmişlerdir...” [A’râf sûresi, 51; el-Mektubat, 1, 266]

Go to top