Sayın hocam Allah sizden razı olsun. Bir kaynakta Rabbimin sıfatlarının tecellisi izah edilirken bir bölüme rastladım ve biraz aklım karıştı yani bilgilerin doğruluğundan emin olamadım aşağıda paylaşacağım, çok da zamanınızı almak istemediğimden eğer sıkıntı yoksa bir izahat yapmadan "doğru" demeniz kâfidir benim için. Yazıda asıl aklıma takılan kısım "Allah'ın tecellilerinin farklı mahluklara göre farklı derecelerde olduğu ve belli sınırlarda olduğu" ifadesi olmuştur, bu ifade ile Allah'a bir hudut, sınır çizilmiş olur mu?. Teşekkür ederim. Hayırlı günler dilerim. Doruk Baş

 ******* 

Sevgili kardeşim; Rabbim sizlerden râzı olsun. Size de hayırlı günler…

Allah Teâla’nın yarattığı her şeyde mutlaka pek çok hikmetin bulunduğuna şüphe yoktur. Ancak, Allah’ın sıfatlarının sonsuz olması, bu sıfatların tecelli ettiği varlıkların da sonsuz olmalarını gerektirmez. Bu sebeple, Allah’ın sonsuz hikmetinin varlığından hareketle her şeyde sonsuz hikmet vardır demek isabetli değildir. Zira varlıkların hepsi, kabiliyetleri sınırlı, vücutları sınırlı, yapıları sınırlı olduğundan, onlarda tecelli eden isim ve sıfatların tecellisi de sınırlıdır. Nitekim her sıfatın tecellilerinde pek çok mertebelerin bulunduğu kabul edilmektedir. Meselâ, bir sineği yaratmadaki HÂLIK isminin tecellisi ile güneşi yaratmadaki HÂLIK isminin tecellisi aynı değildir. Keza, bir karıncanın hayatında tecelli eden HAKÎM isminin hikmet tecellisi ile bir insanın hayatında tecelli eden HAKÎM isminin tecellisi çok farklıdır.

Sözünü ettiğiniz ifadelerin tahliline gelince…

Söz konusu ifadelerde akla takılacak bir şey yok aslında... Böyle bir üslûpla ne diye “Allah'a (kudretine) bir hudut, sınır çizilmiş olsun” ki? Elbette her mahlûka farklı tecellîleri olmuştur ve olur Mevlâmızın… Nitekim hepsinin yaratılış gayelerine göre kabiliyet ve istidatları, mükellefiyet ve mes’ûliyetleri muhteliftir, farklı farklıdır. İnsan nev’inde bile maddî ve manevî açıdan nail oldukları tecellilerde o kadar farklılıklar vardır ki, saymakla bitmez… Bunun aslı nereye dayanır, sebebi ve hikmeti nedir? Tabii ki ilahi tecellîlerin farklılığıdır.

Tecellînin zâhir plandaki açıklaması kısaca böyledir.

Peki, tam olarak tecellî nedir, onu görelim.

Tecellî, kelime olarak Arapça isimdir. Celâ ve celv mastarındandır, cem’îsi “tecelliyât” gelir.

Lugat manası; açığa çıkmak, âşikâr olmak, görünmek, zuhur etmek manalarınadır.

Tasavvuf ıstılâhında ise “tecellî”, gaybdan gelen Hak nûrunun tesiriyle makbul kulların kalbinde ilahi sırların ayân olması hâli… kısaca buna, kalbde zâhir olan nurlardır da diyebiliriz. [Bkz. İbn Arabî, Kâşânî, Târifât] Guyûbun yani görünmeyenin kalblerde görünür hâle gelmesi… Her ilahi ismin, tecelli ettiği yere ve yöne göre çeşit-çeşit şekilleri vardır. İçinden tecellîlerin zâhir olduğu gayblar yedidir:

1- Gaybü’l-kalb

2- Gaybü’r-rûh,

3- Gaybü’s-sırr,

4- Gaybü’l-hafâ,

5- Gaybü’l-ahfâ,

6- Gaybü’n-nefsi’n-nâtıka

7- Gaybü’n-nefsi’l-küllî (Buna Gaybü’l-letâifi’l-bedeniyye de denir).

Tecellî tabirinde daima bir gaybdan şuhûda, karanlıktan aydınlığa, bilinmezlikten bilinirliğe, belirsizlikten belirliliğe geçiş vardır. Bir nevi setr’den açığa çıkma, perdenin / hıcâbın açılmasıyla âşikâr olma durumu vardır.

Tecellî sâlike bazen cezbe, bazen de sükûn verir.

İlk tecellî zâtî tecellidir. Yani Hakk’ın Hak için, ilahi zâtın yine kendisi için tecelli etmesidir. Bu ehadiyyet mertebesidir. Burada sadece zât ve O’nun vahdeti / birliği bahis mevzuudur. Zâttaki bu vahdet, ehadiyyetin ve vâhidiyyetin menba’ıdır.

İkinci tecellî, ilk taayyündür (belirti): Mümkün varlıklara ait aynlar bu tecelli ile zâhir olur. Buna ilk taayyün de denir. Bu tecelli ile hak, isimlerdeki nisbetler ile ehadiyyet mertebesinden vâhidiyyet mertebesine iner.

Üçüncü tecellî, uhûdî tecellîdir: Nûr ismini alan varlığın zahir olması, bu da Hakk’ın isimlerinin suretleriyle ekvânda (kâinatta-âlemde) zahir olmasıdır ki, esasen ekvânda isimlerin sûretleridir. Bu zahir olma hali bir mededdir. Bu da her şeyin varlığının esası olan Rahmânî nefs’den ibarettir.

Zâtî tecellî: İlahî zâtın, zâtı için tecelli etmesidir.

Sıfâtî tecellî: Allah’ın sıfatlarından birinin, kulunun kalbinde zahir olmasıdır.

Fiilî tecellî: Allah’ın fiillerinden bir fiilin kulun kalbinde zâhir olmasıdır. Allâh’ın fiil tecellisine mazhar olan bir sâlik, âlemdeki bütün fiilleri Hak’tan bilir, “Lâ fâile illallah” der. Bu tecellîlerde sıra ile sıfatta mevsuf, isimde müsemmâ, fiilde fâil mülâhaza ve müşâhede edilir. Cenab-ı Hak her an her yerde ve her şeyde tecellî etmekte, yani kendini göstermektedir. Ama bunu herkes, her göz göremez. Bu, basiret ehlinin kârıdır. Bahri Dede’nin (rahmetullahi aleyh) dediği gibi;

Cihan-ârâ cihan içredir ârâyı bilmezler / Şu mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

 Hâsılı, tecellide insanlar farklı mertebelerde bulunurlar. Nitekim bu vaziyeti Yunus Emre (k.s.) beyitlerinde şöyle dile getirir:

Hallâk-ı cihan âleme etmekte tecellî / Her âdemi bir hâl ile kılmış müteselli

Tecellîden nasîb erdi kimine / Kiminin maksudu bundan içeru

Daha pekçok farklı açılardan ele alınıp tahlîli edilebilir tecelli… Ama kanaatimce bu kadarı kâfidir, hatta fazla bile sayılır. Çünkü bu gibi bilgiler zahir ilminin kaal sahasını değil, bâtın âleminin hâl cevelengâhını alâkadâr eden mevzu ve meselelerdir. 

Go to top