Bayezid-i Bestami (k.s) Hazretleri çocuğuna "Yezid" ismini vermiş midir? verdi ise nasıl açıklamak gerekir? Abdülhamid KARAMAN 

*******

BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ (K.S.)

Malumunuz, Silsile-i Sâdât-ı Aliyye'nin 5. halkasını teşkil eden zât, Ebû Yezîd Tayfûr b. Îsâ  (k.s.) hazretleridir.

Hemen bütün tasavvuf ve tabakat kitaplarında Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.) hazretlerinden bahsedilirse de bu malumat ekseriyetle onun menkıbeleri, sözleri ve şathiyelerine dairdir. Bunlar arasında hayatıyla ilgili pek az bilgi bulunmaktadır.

Bu sınırlı-kısıtlı bilgilere göre o, İran’ın Horasan eyaletinde bulunan Bistâm kasabasında doğmuştur. Dedesi Sürûşân (Serûşân), aslen İranlı Mecûsî bir din adamıyken Müslüman olmuştur.

Dindarlığı ile tanınan babası Îsâ’nın, iki kızı ile üçü de âbid ve zâhid olan Âdem, Tayfur ve Ali adlarında üç oğlu vardır. Ortancaları olan Tayfur (k.s.) hazretleri Sultânü’l-ârifîn, Pîr-i Bistâm ve Bâyezîd (Ebû Yezîd) isimleriyle meşhur olmuştur.

İmam Kuşeyrî hazretleri, Bâyezîd’in (k.s.) vefat tarihi olarak 234/848) ve 261/875 yıllarını verir ve son tarihi tercih eder. İmam Herevî (k.s. 1006-1089) de 261 tarihini daha doğru görür. Sülemî (rh. 330-412), aralarında bir tercih yapmaksızın her iki tarihi de kaydeder. Sehlegî ise Bistâmî’nin 234’te yetmiş üç yaşında iken vefat ettiğini söyler ki bu duruma göre Bâyezîd hazretleri 161’de (777) doğmuştur. Abdürrefî‘ onun 131’de (748) doğup 234’te 103 yaşında iken vefat ettiğini zikreder. Bunların içinde doğruya en yakın olan Sehlegî’nin rivayetidir. [Bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, 5, 238]

***

Evet, doğumuyla-vefatıyla bunca meşgul olan ulema, eserlerinde maalesef evlenip evlenmediği, evlendiyse çocuklarının bulunup bulunmadığı, varsa isimlerinin ne olduğuyla alakalı herhangi bir bilgiye yer vermemişlerdir.

Bu sebeple “Yezîd” isminde çocukları olup olmadığını da bilemiyoruz. Ancak, büyüklerin yanlış anlaşılmalara yol açabilecek sözlerini görmezden gelip ihmâl etmek yerine, nasıl ki te’vil ederek / yorumlayarak kullanmak evlâ / daha doğru ve daha isabetli ise, onları ilgilendiren halleri, tutum ve davranışları da, münasip bir üslûpla fitneyi mucip olmayacak tarzda te’vil edip hayra yorarak açmak-açıklamak daha muvafık olur. Sadedinde olduğumuz meseleyi de bu ölçüler ışığında ele alırsak,  iki türlü düşünce serdedebiliriz:

1) Ya bu isimde bir evladı vardır ve ona bu ismi, güzel ahlâk ve meziyetlerini gün be-gün ziyadeleştirip arttıran manasını kastederek vermişler ve bu sebeple kendileri de “Ebu Yezîd / Bâyezîd” künyesini almışlardır…

2) Eğer Yezîd isminde çocukları yoksa, ona da bu lakap İmam-ı A’zam hazretlerine verilen “Ebu Hanife” künyesine benzer bir vesileyle verilmiş olabilir. Malumunuz; Ebu Hanife, Ehl-i Hakk’ın yani bâtıldan kaçıp Hakk’a koşanların babası ve başı demektir. Yoksa Râfızîler’in dediği gibi Hanîfe isminde bir kızı olup da onunla künyelenmiş değildir. Alçaklar İmam-ı A’zam’a (rh.) “İmam-ı Azman!” diyorlar. Bu sözün aksam-ı galattan olduğu ne kadar âşikâr. “Allâhümma’hfaz ümmete Muhammed’in ve evlâde ümmeti Muhammedin minhüm [Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i ve evladını bunlardan (bu sapıklıklardan) muhafaza eyle]”. Hanîfe’deki ‘te’ de müennes te'si değil, mubâlağa te’sidir. Çünkü 55 defa hacca gitmiştir. 40 sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldılar... Kur’an-ı Kerim’i iki rek’atte, hem de Harem-i Şerif’te; bir rek’atte yarısını sağ ayağının üstünde, öbür yarısını da diğer rek’atte sol ayağının üstünde hatmettiler. “Sübhâneke mâ abednâke hakka ıbâdetike yâ ma’bûdu ve lâkin arafnâke hakka ma’rifetike yâ ma’rûfu [Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih kemâl sıfatlarla tavsif ederiz Allâh’ım! Hakkıyla kulluk edemediğimiz ey Ma’bûd(un bi’l-hak olan Allah’ım)! Ve lâkin Seni hakkıyla ma’rifet ettik / bildik-tanıdık / hakkında layıkıyla irfan sahibi olduk ey Ma’rûf (olan Allah’ım)!]” diye ilticada bulundular”. [Bkz. Erol, Ali, Hatıratım, s. 59]  "Bu söz çok kimselere ağır gelse de güzel bir tevcihe hamledilebilmektedir. Zira hakkıyla mârifet etmek, Hak Teâlâ'yı şerîatın dile getirdiği her şey ile, kemâlâtı, tenzîhâtı ve takdîsâtı ile bilmektir. Bunun dışındı bir mârifet olmadığı için de, hakkıyla mârifet etmeye mâni bir şey kalmamış olur..." [İmam-ı Rabbanî (k.s.), Mektubat, 3, 121] 

İmam-ı A’zam (rh.) hazretlerine bu vesileyle “Ebu Hanife” denildiği gibi, Bâyezîd hazretlerine de ilim ve irfanının büyüklüğü, fazileti, ahlâkî meziyetlerinin ziyadeliği dolayısiyle bu ünvan verilmiş, insanlar tarafından böyle anılmış olabilir. Yani maddî-manevî güzelliklerdeki üstünlüğün-ziyadeliğin babası, başı manasında “Ebu Yezîd / Bâyezîd” denilmiş olması pekâlâ mümkün ve muhtemeldir.   

Go to top