a) Ecel Hakkında Ehl-i Sünnet ve Muhaliflerin Görüşleri

b) Kabir Ahvali (Kabirde Azap ve Nimet, Münker ve Nekir’in Suali),

c) Ba’s (Öldükten Sonra Dirilmek), Ehl-i Sünnete Göre Tenasüh ‘ün Hükmü,

abi bu mevzularla alakalı hazır bı yazı varmı abi sohbet şeklinde biraz acil de bulunması zor olan mevzular değil haklısınız abi ama aciliyyetten dolayı yardım istedim abi

allaha emanet olun abi hayırlı hizmetler mevlam son nefes dahil hizmetinden ayırmasın cumlemizi selam ve dua ile abi.. MEHMET HİLMİ 

*******

1- “Ecel Hakkında Ehl-i Sünnet ve Muhaliflerin Görüşleri?”

Ecel, bilindiği gibi belli bir zaman parçası ve bu parçanın sonu; yani vakit ve son.

Bir başka ifadeyle, herhangi birşey için belirlenmiş zaman dilimine ecel denir. İnsanın veya herhangi bir canlının eceli, kendisine tâyin edilen ömürdür. “Ecelin gelmesi” ise, tâyin edilmiş bulunan ömrün son bulması, yani ölümdür.

Allah indinde her canlı için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde dünya hayatı son bulur. “Eğer Allah, insanları, yaptıkları her haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Ecelleri (süreleri, ölüm vakti) geldiği zaman da bir an dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler”. [Nahl suresi, 61]

“Eceli geldiği zaman bir kimsenin ölümünü Allah geciktirmez”. [Münafıkun suresi, 11]

Ecel, kazâ ve kaderle ilgili bir meseledir. Nasıl diğer hadiseleri Allah Teala, geçmiş-hâl ve geleceği kuşatan ilmiyle belirlemişse, eceli de ilmiyle takdir etmiştir.

***

Öldürülen kişinin eceli

Öldürülen kişi de eceliyle mi ölmüştür? Öldürülmüş olmasaydı daha bir müddet yaşayacak mıydı, yaşamayacak mıydı?” gibi sorular ister istemez akla gelmektedir.

Bu hususta kimi âlimler farklı kanaat iler ileri sürmüşlerdir. Mu’tezîle'den bir kısım âlimlere göre öldürülen kişi eceliyle ölmemiştir. Öldürülmemiş olsaydı, daha bir müddet yaşayacaktı.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ile Mu’tezile’den bazılarına göre ise, öldürülen şahıs da (maktul) bütün insanlar gibi eceliyle ölmüştür. Nitekim Ehl-i Sünnet’in temel akaid kitaplarından Akaidü Ömerü’n-Nesefî’de, “Ve’l-maktûlü meyyitün bi-ecelihî ve’l-mevtü kâimün bi’l-meyyiti mahlûkullâhi Teâlâ ve’l-ecelü vâhıdün”. [A.g.e., S. 2] denilmiştir. Yani; “Öldürülen, eceli ile ölmüştür. Ölü ile kaim olan ölüm işi, Allah’ın mahlûkudur... Kulun bunda yaratmak veya elde etmek bakımından bir tesiri yoktur. (Yani kılıcı vurmakla /silahı çekmekle karşıdaki kişi ölürse, onda ölümü yaratan Allah'tır. Katilin ölümü meydana getirmekte bir tesiri yoktur, fakat yasak bir işi yaptığı için azabı hak eder.) Ecel tektir. (Vakti, Allahın ilminde sabittir, değişmez.)” [A.g.e., S. 2; Ayrıca bkz. Taftazânî, Şerhu Akaid]

Çünkü ecel, hayatın tereddütsüz olarak son bulduğu andır. Şayet maktul öldürülmemiş olsaydı, o anda mutlaka bir başka biçimde ölecekti. Bu hususu belirleyen ilâhî iradedir. Şu halde katil o kişiyi öldürmekle onun ecelini öne almış değildir. Katilin cezayı hak etmesinin sebebi de, Allah Teala’nın;

"...Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın. İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız." [En`âm suresi, 151] fermanı ile yasakladığı bir fiili işlemesi, kul olarak kendine verilen gücü-kuvveti kullanma hususunda dinin haram kıldığı bir davranışı isteme ve yapma yönünde seçimini yapmış olmasıdır. Onun bu seçimi üzerine de sünnetullah diye ifade edilen kanunlarına göre Allah Teala, ölüm denen sonucu yaratmış olmaktadır. Allah'ın (c.c.) bu durumu ezelî ilmiyle biliyor olması, kulun iradesinin elinden alınmış olması manasına gelmez. 

Yukardaki bu doğru görüşün / inancın aksini ileri süren Mu’tezilîler, kulların fiillerinin yaratılmasıyla alakalı görüşlerinden dolayı bu kanaate varmışlardır. Çünkü onlara göre, ‘fiilin hâlikı-faili, bizzat kulun kendisi’dir. insanın fiillerini meydana getirmeye istitaati (gücü) de vardır. O, bu gücü kullanarak fiillerini yapar. [el-Cüveynî, Kitâbü'l-İrşâdi ilâ Kavâti'i'l-Edilleti fî Usûli'l-İ'tikad, Mısır 1950, s.173] O halde onlara göre öldürme işi, öldüren katilin kendi işidir.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat'in tamamına göre, öldürülen kişi de eceliyle ölmüştür. Ancak katil bu fiilinden dolayı ceza görür. Binaenaleyh ‘eceliyle ölmediğini’ söylemek yanlıştır. Allah (c.c.) o kişinin öldürüleceğini önceden bilmektedir ve ecelini de ona göre tâyin ve takdir etmiştir. Allah azze ve celle onda ölümü yaratmasından dolayı ölmüştür. Öldürülerek ölen kimse için, “Öldürülmeseydi yaşayacaktı” gibi sözler söylemek doğru değildir. Hattâ “öldürülmemiş olsaydı, ne olurdu?” gibi bir fikir / faraziye / hipotez / varsayım üzerinde birtakım görüşler ileri sürmek dahi yanlıştır. Çünkü bütün bunlar Allah'ın takdiriyle olmaktadır ve aksi sözkonusu olamaz. [İmâmü'l-Harameyn el-Cüveynî, a.g.e., Mısır 1950, 363]

Bir canlıya ömür verilmesi de, ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır[Fâtır suresi, 11] âyetinde “Ömrünün azaltılması-kısaltılması” ifadesiyle ilgili olarak İmâmu'l-Haremeyn el-Cüveynî (v. H. 478 / m. 1085) şöyle demektedir:

Bu âyetle iki hâl kastedilmiştir:

Onlardan birincisi, bir kimsenin benzerlerine nazaran ömrünün eksiltilmesidir. Yoksa, Allah'ın ilminde mevcut olan ömrünün eksiltilmesi manasında değildir. Bu nasıl mümkün olsun ki, Allah Teala, ilminde onun ecelini takdir etmiştir.

İkinci vaziyet ise, eksiltme ve arttırmanın, melekler yanındaki sahifelerde gerçekleşmesidir. Onların sahifelerinde birşey mutlak olarak yazılıdır ama, Allah'ın ilminde mukayyettir / kayıt altına alınmıştır. Vukû bulacak olan da, bu kayıt altına alınan şekildir. Âlimler, “Allah, dilediğini siler, dilediğini bırakır. (Bütün) kitapların anası, O'nun indinde / nezdindedir”. [Ra'd suresi, 39] âyetini de buna hamletmişlerdir [el-Cüveynî, a.g.e., 363] Yani kazâ-i muallak ve kazâ-i mübrem olarak açıklamışlardır. Detaylı bilgi için bkz. http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/318-imanin-altinci-sarti-kadere-inanmak.html

O halde Allah indindeki ilim, yani kader (kazâ-i mübrem), katiyyen değişmez. Levh-i Mahfûz'da ne yazılmışsa ve kat’ileşmişse (kazâ-i muallak’tan mübreme geçmişse) mutlaka olur. Ancak meleklerin yanında da hadiselerin yazılı bulunduğu sayfalar vardır ve bu sayfalarda / kazâ-i muallakta yazılanlar, değişikliğe mâruz kalabilir.

Bu gibi mevzular gayb âlemini alakadar ettiği için haliyle onların mâhiyetlerini bilemeyiz. Meleklerin yanında bulunan sayfaların değişmesinin, elbette bir hikmeti vardır. Belki de bunun hikmeti, meleklerin gayba tam olarak vâkıf olmalarını engellemektir. Allah neyi diler ve murad ederse mutlaka onda bir hikmet vardır.

2- “Kabir Ahvali (Kabirde Azap ve Nimet, Münker ve Nekir’in Suali)..?”

Sorunuzun bu kısmı için bkz.

http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/343-imanin-besinci-sarti-ahiret-gunune-inanmak.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/869-kabir-hayati.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1442-kabirde-munker-ve-nekir-besir-ve-mubessir-melekleri.html

3- Tenâsuh için bkz. http://halisece.com/islam-ve-sosyal-meseleler/1450-tenasuh-yahut-reenkarnasyon.html

Bilmukabele selâm ve dualar…

Go to top