Hocam Selamun aleykum.Hocam takip ettiğim sitede Ruhül Beyan tercümesi ile olarak bu şekilde açıklama getirilmiş.Mana itibari ile bir yanlışlık var mıdır?Kıskançtır ibaresi kafama takıldı size sormak istedim..

"Allah gayyurdur (Kıskançtır)" - "Allâh'dan sakın! Allah gayyurdur. Çok kıskançtır. Kulunun kalbinde kendisinden başka bir şeyin bulunmasını sevmez ve razı olmaz!" (Ruhü’l Beyan Tercümesi C:3 S:626)

Gayyur Mana olarak: Gayretli, çalışkan diye geçiyor.Bazı yerlerde de kıskançtır olarak geçmiş. Fazıl Karataş – Facebook

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Ğayûr”, ğayn-ya-ra harflerinden mürekkep bu lafzın sülâsîsinin mâzi ve masdarı, “ğâre-ğayreten” gelir. Kelime, “ğayret”ten sıfattır; gayretli, çok çalışkan kimse demektir. Kıskanmak mânâsında da müsta‘meldir. Bu lafız aynı zamanda Allah Teâla’nın bir sıfatıdır. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’a nisbetle çok kıskanç ve hamiyetli (koruyucu) manalarındadır.  

Kelimenin “Ğayyûr” şeklinde kullanılması yanlıştır. [F.Devellioğlu, Lûgat, ilgili madde]

Doğrusu; “ğayyir” ya da “ğayûr” kalıbında olmasıdır. [Ahterî-i Kebîr, ilgili madde]

Kelimelerin-kavramların mânâları ile alakalı kısa bir hatırlatma:

Vazı‘ İlmi’ne göre, bir kelimenin filasıl Lûgavî, Istılâhî, Örf-i âm, Örf-i hâs olmak üzere dört çeşit mânâsı vardır. Binaenaleyh okuduğumuz bir ibareyi tam olarak anlayabilmek için,Vazı' ilminin bu umdelerini de dikkate almamız icap eder. Kelimenin sadece lûgavî mânâsını dikkate alır, öbürlerini gözardı edersek, sağlıklı bir neticeye varamayız.

***

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), sizin de naklettiğiniz gibi, "Allahü Zû'l-Celâl ‘Gayûr'dur (kıskançtır)" buyurmuşlardır. [Bkz. Buhârî, Sahih, Nikah 107, Hudûd: 40, Tevhid 20 ; Müslim, Sahih, Lian 16-17 ; Dârimî, Sünen, Nikah 37 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.II, s.32, c.6, s.307]

Bu mevzudaki bir başka hadis-i şerif de şöyledir:

 Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

 “Sa‘d b. Ubâde (r.a.), ‘Yâ Rasûlallah (s.a.v.), hanımımın yanında bir adam bulsam, dört şâhid getirinceye kadar ona dokunmayacak mıyım?’ diye sordu.

 Rasûlullah (s.a.v.); “Evet!”” cevabını verdi.

 Hz. Sa‘d, ‘Asla olmaz! Seni, hak (din) ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben onu, bundan önce mutlaka kılıçla tepeleyiveririm!’ dedi.

 Rasûlullah (s.a.v.), “Efendinizin söylediğine kulak verin! O, hakikaten gayûrdur (kıskançtır), amma ben, O"ndan daha gayûrum, Allah da benden gayûrdur!” buyurdular. [Müslim, Sahih, Kitâbu’l- Liân, Bâb:1, Hadis no: 16]

Bu hadisin şerhinde şu açıklamalara yer verilmiştir:

 Sa‘d b. Ubâde (r.a.), Hazrec kabilesinin reisi idi. Şâfiî âlim Mârudî (rh.) ve diğer ulemânın beyanlarına göre, Hz. Sa‘d’ın zâhiren, Nebî sallallahu aleyhi veselleme itiraz gibi görünen sözleri, hakikatta itiraz ve muhalefet değil, âdeti ifâde ve ihbârdır. Karısını yabancı bir erkekle münasebet hâlinde gören kimseyi, birden gadap ve hiddet kaplar ve onu derhâl öldürür. Bu hususta Allah’a âsî olup olmayacağını düşünmez. İşte Sa‘d (r.a.), bu hâli anlatmak istemiştir.

 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi gayûr, gayretli demektir.

 “Gayret” esasen men’etmek / engellemek mânâsına gelir. Karısını, başkasına bakmak, konuşmak ve emsâli alâkalardan men’eden erkeğe Araplar, “gayur” derler. Türkçemizde buna, “kıskançlık” denir. Burada ondan murad, hamiyyet ve izzet-i nefistir. Gayret, bir kemâl sıfatıdır. Onun için Rasûlullah (s.a.v.), Sa‘d’ın (r.a.) gayûr olduğunu, kendisinin Sa‘d’dan daha gayûr, Allah Teâla’nın ise kendisinden de gayûr olduğunu haber vermiştir.

 Müteâkib rivayette, bu ifadeden sonra, “Gayretinden dolayıdır ki Allah (c.c.), kötülüklerin âşikârını, gizlisini haram kılmıştır” buyurarak, ‘gayretullah’tan muradın ne olduğu tefsir ve izah edilmiştir. Yalnız insan gayretinde, insan hâlinin değişmesi ve ıztırâb gibi şeyler vardır. Bunlar, Allah Teâlâ hakkında müstehil, yani imkânsızdır.

 Kadî ı yâz (rh.), gayreti şöyle izâh etmiştir: “Gayret, ihtisâs (hususiyet) ifâde eden bir şeyde ortak bulunmak sebebiyle kalbi değişmesinden ve gazabın heyecâna gelmesinden alınmadır. Bu, en ziyâde karı ve koca arasında olur.” [Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İst. yyy., 7, 542]

Hiç şüphesiz, Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) mübarek sözlerinin, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok mânâları vardır. İşte bu hadis-i şeriflerin de çok derin mânâları olduğu muhakkaktır.

 ***

Dilerseniz biraz daha açıklamaya çalışalım. Fakat bunu yaparken de yine Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.), "Akıllara göre, herkesin anlayacağı kadar (kavrayacağı ölçüde) konuşun." [Münâvî, Künûzü'l-Hakâik, s.109] ikazlarını dikkate almak zorundayız. Hatta muhakkak ki sadece bu hadis-i şerifin mânâsı için de değil, bütün hayatımızda meseleleri insanların anlayacağı şekilde, akıllarına göre konuşmamız-anlatmamız lâzım.

Âlemin'in Rabbi olan Mevlâmızın kıskançlığı, kulların kıskançlığı gibi değildir elbette… Nasıl ki, Hâliq ile mahlûq (Yaratan'la yaratılan) bir değilse, kuldaki kıskançlıkla Cenab-ı Hak'taki “Gayûrluk” da bir değildir. O halde Mevlâ-yi Zû’l-Celâl’in Gayûr sıfatı ne şekilde tecelli edecektir?

Öncelikle işaret edelim ki, Allah Teâlâ’nın kıskançlığı, kulunun günah işlemesini istememesi mânâsındadır. Zira Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), bu husustaki bazı hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Muhakkak ki Allah, mü'minler hakkında gayret ve hamiyet gösterir. Allah'ın gayreti (kıskançlığı), Allah'ın haram kıldığı fena şeyleri, mü'minin işlemesinden dolayıdır." [Buhârî, Sahih, Nikâh, 108 ] "Allah Tealâ'nın korusu vardır. Cenâb-ı Hakk'ın korusu haram kıldığı şeylerdir." [Nesâî, Sünen, Büyu' 2 ; Ebâ Dâvûd, Sünen, Büyu', 3] "Allah Tealâ bir kulunu sevdiği zaman onu dünyalık (arzular)dan korur." [Tirmizî, Sünen, Tıbb, 1]

Peki, Rabbimiz'in (c.c.) bu gayreti (kıskançlığı), bütün kulları için aynı şekilde midir? Elbette ki müsavi değildir. Bu kıskançlığın da temel olarak iki şekilde tezahürü söz konusudur:

1) Avâmın (halkın, zâhir ehlinin) günah işlememesi: Gâyesi Allah'a yakınlaşmak, Cenâb-ı Hakk'ın sevgisiyle yanmak yerine, sadece farz ve diğer emirleri yerine getirip nehiylerden (yasaklardan) kaçarak Cennete gitmeye çalışan kulların Allah Teâlâ; hırsızlık, zina, cana kıymak, gıybet… gibi günahları işlemesini istemez. Ve kullarını bu günahlara düşmekten kıskanır. İşte Hz. Mevlâ'nın "Gayûr" sıfatının avam hakkındaki tecellisi, kısaca bu şekildedir diyebiliriz.

2) Havâssın (maneviyat ehlinin) vak’aları-hâdiseleri, fiilleri Allahü Zû’l-Celâl'den görmemesi: İşte nasıl ki Cenâb-ı Hak, avam halkın günaha düşmesini kıskanırsa, gâyesi-maksadı kendisine yakınlaşmak, rızâsına-sevgisine ulaşmak olan bâtın erbâbı-maneviyat ehli kullarının da, başlarına gelen her hâdiseyi kendisinden bilmesini, yani hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine tam ve kâmil mânâda inanmasını ister. Bunun tersi olduğunda da o kulunu kıskanır.

Allah Teâla, her şeyde olduğu gibi sevgide de şirketi (ortaklığı) kabul etmez. Kalpten mâsivâyı söküp atmak onun için bu kadar önemlidir. Bu yoldaki, bu mertebedeki kulunun her şeyden ziyade kendisini sevmesini ve her şeyi Rabbü'l-Âlemîn olan zâtından bilmesini ve görmesini ister. Nitekim Silsile-i Sâdât-ı Aliyye (k.esrarahüm) hazeratının 5. Halkasını teşkil eden Ebû Yezîd-i Tayfûri’l-Bestâmî (Bâyezîd-i Bistamî k.s. d. 188/ 803–v. 261/874) hazretleri vefat ettikten sonra, bir müntesibi onu rüyasında görür ve sorar:

- "Efendim, Âlemlerin Rabbi'nin size muamelesi nasıldı?"

Bâyezîd-i Bistamî (k.s.) hazretleri şöyle der:

- "Huzur-i İlâhî'ye vardığımda Cenâb-ı Hakk'a: 'Yâ Rabbi! Huzuruna her şeyle geldim; fakat şirkle gelmedim' dedim.

Allah Tealâ ise bana:

- 'Yâ Bâyezid! Nasıl şirkle gelmedin?! Hani sen bir gün yoğurt yemiştin de, başın ağrımıştı. Sen de: 'Keşke bu yoğurdu yemeseydim, başım da ağrımazdı.' demiştin. Bundan daha büyük şirk mi olur?!' buyurdu."

İşte Allah Tealâ, bâtın ehli kulunun başına gelen her şeyi, Allah'tan görmemesini dahi şirk olarak kabul etmiştir. Ama bu şirk, tabii ki bizim anladığımız mânâda Ebu Cehl'in ve sair müşriklerin şirki gibi değildir elbette... Bu, Cenâb-ı Hakk'ın gayretiyle alakalı bir şeydir. Bir nevi cilve-i Rabbânîdir.

Hâsılı; Allah Teâla’nın kıskançlığı, Zâtına mahsus bir mânâda, kullarının manevi derece ve mertebeleriyle mütenasiptir. Herkese, her mü’mine alesseviye (müsâvat üzere) aynı derecede değildir. 

Go to top