Mefqûd nedir, İslâm hukukundaki hükmü nasıldır? Mezhepler arasındaki farklılıklar nelerdir?

*******

Kaybolduğu halde sağ veya ölü olduğu hususunda bilgi alınamayan veya düşmana esir olup hakkında bilgi bulunmayan kişiye fıkıh lisanında ‘mefqûd’ denir.

Mefqûdun sağ olarak dönmemesi halinde, ne kadar zaman geçtikten sonra ölümüne hükmedileceği mevzuunda farklı görüşler vardır. Önce bunlardan birkaçını nakledelim, sonra da neticeye geliriz. Mesela Hanefî fukahasından;

- İmam-ı Azam hazretlerinin önde gelen talebelerinden (müctehid) Hasan b. Ziyâd'a (rh. d. 116 / 734 – v. 204 / 819) göre, doğumundan itibaren 120 yıl;

- İmam Ebû Yusuf'a (rh. d. 113 / 731 - v. 182 / 798) göre 100 yıl;

- Zâhiru'r-rivâye'ye göre ise 90 yıl geçmesi durumunda mefqûdun öldüğüne hükmedilir. Zâhiru'r-rivâye, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (rh. v. 189/805) tarafından kaleme alınan ve Hanefî mezhebinin ilk dönemi temel görüşlerini ihtiva eden beş eserin ortak adı. Hanefî mezhebi tarihinde İmam Şeybânî’nin yazdığı el-Asl, el-Câmiu’s-Sağîr, el-Câmiu’l-Kebîr, es-Siyeru’l-Kebîr ve ez-Ziyâdât adlı eserler rivayet açısından kuvvetli bulunduğu için zâhiru’r-rivâye, muhtevası Hanefî fıkhının temelini teşkil ettiği için de “Mesâilü’l-Usûl / el-Usûl” olarak adlandırılmıştır.

Velhâsıl meseleyi toparlamak gerekirse, Hanefi mezhebinde yaygın olan görüşe göre mefqûdun ölümüne hükmedilecek süre, yaşıtlarının hayattan gitmesidir. Yaşıtları öldüğü halde dönmemiş olan mefqûdun ölümüne hükmedilir.

Ancak tercih'e şayan olan (ihtiyar edilen) görüş süre tayininin imama bırakılmasıdır. [Bkz. Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 35-36; Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Kahire 1327-28/1910,, V, 197; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1315, II, 300] 

Mefqûd, savaş sırasında kaybolmuşsa mücahit ve esirlerin dönüşünden itibaren bir yıl geçtikten sonra, hâkim karı ile kocanın nikâhını feshedebilir.

Artık mefqûdun vefatına hükmedildikten sonra malları vârislere intikal eder ve karısı da vefat iddeti bekler. İddeti bittikten sonra bir başkasıyla evlenebilir.

Ölümüne hükmedilen mefqûd, malları taksim edildikten ve karısı evlendikten sonra sağ olarak gelirse, vârislerdeki mallarını alabilir. Harcanmış olanları ise tazmin ettiremez ve karısını ikinci kocasından ayıramaz. [el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 300] Fakat kadın, hâkimden, ayrılma kararı almadan evlenip de sonradan eski kocası da ortaya çıkarsa, ikinci nikâh münfesih olur. [Bkz. Hukuk-ı Aile Kararnâmesi, mad. 128, 129; Kadri Paşa kodu, mad. 471, 481]

***

Mâlikî ve Hanbelî müctehidlere göre, kaybolan kişinin hayatından haber alınmasından ümit kesildiği tarihten itibaren dört yıl beklenir. Bundan sonra eşi mahkemeye (Kadıya) müracaat edip kayıplığın tesbitini ve ayrılık kararı verilmesini isteyebilir. Hâkim, eşleri ayırırsa kadın dört ay on gün ölüm iddeti bekler. Hz. Ömer'in (r.a.) uygulaması bu şekilde olmuştur. [İbn Rüşd, a.g.e., II, 52; İbnu'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 440 vd.; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, III, 160]

İmam Mâlik'in (rh.) Muvatta'sında şu rivayet yer almaktadır: 

Abdu'r-Rahman b. Ebî Leyla'dan (rh.) rivayet edildiğine göre, onun kavminden bir adam yatsı namazını arkadaşlarıyla birlikte kılmak üzere evinden çıktı, fakat bulunamadı. Hanımı, Ömer b. el-Hattab’a (r.a.) gitti ve ona durumu anlattı. 

Hz. Ömer (r.a.) bu hususu kadının yakınlarına sordu. Onlar da onun dediklerini tasdik ettiler / doğruladılar. Ömer (r.a.) ona, dört yıl beklemesini emretti. 

Dört yıl bekledikten sonra Hz. Ömer’in  (r.a.) yanına geldi ve ona durumu haber verdi. O da bu hali kadının yakınlarına sordu, onlar da onun doğru söylediğini belirttiler. Ömer (r.a.) kadına evlenmesini emretti. 

Daha sonra onun ilk kocası geldi. Ömer b. el-Hattab’ın (r.a.) huzurunda davalaştılar. 
Hz. Ömer dedi ki:

“Sizden herhangi bir kimse uzun bir süre kaybolur da, ailesi onun hayatta olup olmadığını bilmezse (ne yapsın)”? 

Adam;

“Ama benim mâzeretim vardı” deyince, 

Hz. Ömer (r.a.),

“Mâzeretin nedir” diye sordu. 

Adam dedi ki:

“Ben kavmimle birlikte yatsı namazını kılmak üzere çıktım. Cinler beni esir aldı -ya da bana cinler isabet etti, dedi- uzun bir süre aralarında kaldım. Bunlarla mü'min olan cinler harp etti. Savaştılar ve onlara karşı zafer kazandılar. Onlardan esir aldılar. Aldıkları esirler arasında ben de vardım. Bana, 

“Dinin ne” dediler. Ben,

“Müslümanım”, dedim.  Onlar;

“Sen bizim dinimiz üzeresin, seni esir almamız bize helal olmaz”, dediler. 

Sonra da beni aralarında kalmak ya da gitmek arasında serbest bıraktılar. Ben de gitmeyi tercih ettim. Geceleyin beni alıp götürdüler. Geceleyin benimle yol yürüyorlardı, gündüzün de (sanki) fırtınalı bir rüzgârın arkasından gidiyordum. 

Hz. Ömer (r.a.),

“Peki ne yiyordun” diye sordu.

Adam:

“Bakla ve üzerinde Allah'ın adı anılmadık şeyler” dedi. 

Ömer (r.a.),

“Ne içiyordun” diye sorunca, adam;

“Üstü örtülmemiş şeyler” diye cevap verdi. 

Katâde (rh.) dedi ki: (Buradaki) el-cedef: üstü örtülmemiş içecekler demektir. 

İbn Ebî Leylâ (rh.) dedi ki: “Ömer (r.a.) adamı hanımını almak ile ona verdiği mehri geri almak arasında muhayyer bıraktı.” 

İbn Abdi'l-Berr (rh.) et-Temhid limâ fi'l-Muvattai mine'l-Meânî ve'l-Esânîd adlı eserinde bu rivayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bu, Iraklıların rivayeti olarak sahih bir haberdir. Mekkelilerin de meşhur bir rivayetidir..." [et-Temhid, XII, 184; ed-Diraye fi Tahrîci Ehâdisi'l-Hidâye, II, 142]

Netice: Her meselede olduğu gibi, bunda da mensubu bulunduğunuz mezhebin hükmüne göre amel edersiniz.

Go to top