Halis ECE
Ehl-i Sünnet itikâdını nazım olarak anlatan ünlü ve önemli eserlerden biri kuşkusuz Emâlî kasidesidir.
Bu kasideyi Türkistan’da, Fergana şehrinin müftüsü Sirâceddin Ali bin Osman Ûşî (v. 1180) hazretleri kaleme almıştır. Kaside, altmış yedi beyitten meydana gelmiş, asıl ismi Bed’ü’l-Emâlî’dir.
Emâlî, lûgatte “imla’” kelimesinin cem’îsi (çoğulu)dir ve yazmak mânâsınadır. Kitaba bakmaksızın kalpten-gönülden yazmak demektir.
Müellif merhum, Tevhid’le alakalı bu eserini, altıncı asrın sonlarında yazmıştır.
Kitapta; imana-îtikâda dair meseleler tamamen Ehl-i Sünnet çerçevesinde ele alınmıştır.
Bilindiği üzere Sevgili Peygamberimiz, ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan yalnızca birinin fırka-i nâciye/kurtuluş fırkası olacağını bildirmiştir.
İşte Emâlî kasidesi, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat” diye adlandırılan bu güzide fırkanın inançlarını gayet açık ve çok güzel bir şekilde hulasa etmiştir.
Bu kasidenin çeşitli dillerde şerhleri vardır. Aliyyü’l-Kaarî’nin Şerhu’l-Emâli’si ve Muhammed b. Süleyman el-Halebî er-Rihavî'nin Nuhbetü'l-Leâlî Şerh Bed’u’l-Emâlî isimli şerhleri Arapça olanlar arasında bunların en kıymetlilerindendir.
Emâli eskiden medreselerde okunur, her din âlimi bu kasideyi ezbere bilirdi. Yaklaşık dokuz asırdan beri Müslümanlar tarafından okunup ezberlenmiş, yararlanılmış olan bu eser, hamdolsun, halen de belli çevrelerce okunup ezberlenmeye devam edilmektedir. Emâlî ve Ehl-i Sünnet itikadı ile ilgili bir çalışmanın linki: http://www.ilafdergi.hitit.edu.tr/Makaleler/1083096862_7.8.1.pdf
KASİDE NEDİR?
Dilerseniz “kaside”yle ilgili biraz bilgi vermeye çalışalım.
Kaside, edebiyatta nazım şekillerinden biridir.
Kasideler, umumiyetle birini medih/övmek ve zemmetmek/yermek maksadıyla yazılan şiirlerdir. Daha çok da din ve devlet büyüklerini övmek gayesiyle tanzim edilen divan edebiyatı şiirlerdir.
Kaside çeşitleri, mevzularına göre Tevhid, Münâcât, Na’t, Medhiye, Mersiye, Hicviye gibi kısımlara ayrılır.
Kaside şairlerine kaside-gû (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir.
Türk edebiyatında 13. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Kasidenin nazım birimi beyittir.
Beyit sayısı 33-99 arasında değişir.
Kasidenin ilk beyitine matla’ adı verilir.
Şair kasidesi içinde matla’ı tekrar ederse tecdid-i matla’ denir. Matla’ı birden çok tekrar ederse bu zâtü’l-metali’ veya zü’l-metali’dir.
Kasidenin son beyitine makta’, şairin mahlasının bulunduğu beyite tâç beyit denir.
Kasidenin en güzel beyiti, beytü’l-kasid olarak isimlendirilir.
Kaside, Arap edebiyatında ilk dönemlerden beri kullanılan çok önemli ve yaygın bir nazım şeklidir.
Kaside kelimesinin anlamı “kastetmek, yönelmek” demektir.
Kısacası edebiyatımızda, din ve devlet büyüklerini övmek kastıyla, belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlere kaside denilmiştir.
***
EMÂLİ’DEKİ “RU’YETULLAH” İLE İLGİLİ BEYİTLER VE AÇIKLAMALARI
Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız bu güzel Emâlî kasidesinin 20 ve 21’inci beyitlerinde “Ru’yetullah” meselesi şöyle dile getirilmektedir:
"Yerâhü’l-mü’minûne bi-ğayri keyfin * Ve idrâkin ve darbin min misâlin"
Manası: Mü’minler Allah Teala’yı görecekler (cennette)... Ancak nasıl olduğu bilinemez (elbette)... Bir misâl yani suret ve hey’et ile de idrâk ve ihata edilemez.
Burada “yerâhü”deki zamir, manada da görüldüğü üzere, Allah Teala’ya râcidir.
Ehl-i cennet için ru’yetullah mekân, cihet ve suretten münezzeh olduğu (bunlara ihtiyaçları bulunmadığı) halde inkişaf edecek, açığa çıkacaktır.
Hasılı, ehl-i cennet için ru’yetüllah haktır/gerçektir.
Evet mü’minler cennette Allah Teala’nın Cemâlini görecekler. Buna delilimiz, "Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. (Onlar) Rablerine bakacaklar, (O'nu göreceklerdir)" (1) ayetleriyle, “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzeli ve daha fazlasıyla karşılık vardır…” (2) ayetidir. Bunlar, Cemâlullah'ın doya doya seyredileceğine delildir. Müfessirler, bu ayetteki “hüsnâ”dan yani daha güzelden murad cennet, “ziyade-fazla”dan murad da Cemâl-i İlahi’dir demişlerdir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Gökteki Dolunayı nasıl (birbirinize sıkıntı vermeden rahat ve net olarak) görüyorsanız, (siz mü'minler cennette) Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz.” (3)
***
RU’YETİ KABUL ETMEYENLERLE KÂFİRLERİN DURUMU
Ru’yetullah’ı kabul etmeyen gruplarla kâfirlere gelince…
Kâfirler malum; zaten cennete giremeyecekleri için, Cemâlulah’ı görmeleri de söz konusu değildir. Mü’min oldukları halde ru’yetullah’a inanmayıp inkâr edenler ise, onlar da Cemâlullah’ı göremekten mahrum olacaklardır. Nitekim ayet-i celilede bunlar hakkında, “Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrumdurlar.” (4) buyrulmuştur.
***
RU’YETULLAH İLE İLGİLİ GÖRÜŞLER / MEZHEPLER
Mu’tezile Allah görülemez diyor ve ru’yeti inkâr ediyor. Neccariye, görülür fakat kalp gözüyle diyor. Kerramiye, cisim olarak görülecektir inancında… Oysa Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde, -yukarıda geçtiği üzere- Kıyâme suresinde, “(O mü’minler) Rablerine bakacaklar (Onu görecekler)dır.” (ayet: 23) buyuruyordu. Devamındaki ayet-i kerimede de, “Yüzler de vardır ki, o gün buruşacaktır” buyrulmakta… Bir diğer ayette ise buyruluyor ki, “Gözler Ona erişemez; halbuki O, gözleri görür; O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (5)
Emâli sahibi de bu hususu şöyle dile getirmektedir:
"Fe-yensevne’n-Naîme izâ ra’evhü * Feyâ husrâne ehle’l-İ’tizâli" (6)
Manası: Onu gören mü’minler, (cennet) nîmetlerini unuturlar. Yazık Mu’tezile’ye; (onlar Ru’yetullah’ı inkâr ettiler, inkâr eden de mahrûmdur o saadetten).
Evet; musannıf hazretleri, ru’yet-i İlahi’ye nisbetle diğer nimetlerin pek küçük, hatta hardal danesinden bile küçük olduğuna işaret için, mü’minler ru’yet zamanında her şeyi, Onun dışındaki bütün nimetleri unutacaklardır, diyor.
***
CEMÂL VE CEMÂLULLAH
Cemâl lûgatte güzel olmak, güzel şekil ve sûret demektir. Ayrıca, herkesin bildiği renk güzelliği ve yumuşaklık manalarına geldiği gibi, her uzvun mizaç ve yaratılışına uygun olan hüküm üzere olması anlamına da gelir.
Cemâl, aynı zamanda iç ve dış güzelliğinin adıdır. Allah hakkında kullanıldığında; O' nun rahmeti, lûtfu ve bereketi ile tecelli etmesi… Rahmeti-merhameti, afvı, gafûr/bağışlayıcı olması düşünülür.
Cemâl, Allah'ın rızası/hoşnutluğu ve lûtfu, yahut bunlarla ilgili sıfatlardır. Bir bakıma Cenâb-ı Hakk'ın zatına, sıfatlarına ve güzel isimlerine; hususiyle lûtuf, rıza, rahmet, nimet, ilim, afv ve ihsanla alakalı sıfatlarına cemâl adı verilir.
Cemâlullah; cemâl-i hakiki, cemâl-i mutlak, cemâl-i hak ve cemâl-i ahadiyet şeklinde de ifade edilmiştir.
Velhasıl; Allah'ın vahdaniyetine iman edip, güzelliğine gönlünü bağlayan mü’minler cennet'te Allah'ın cemâlini doyasıya seyredeceklerdir. Bu husustaki deliller yukarıda geçti.
Cemâlullah'a kavuşma, onunla şereflenme; Allah'ın emir ve yasaklarına tam anlamıyla uyarak tevhîd akidesine sımsıkı sarılmakla mümkündür.
Allah'ın cemâli; celâlinden sonra gelir. Onun için mü’minler, Allah'ın muhabbetini kalplerine yerleştirmekle nefislerini tezkiye eder/kötülüklerden arındırır ve Allah sevgisi dışında kalan her şeyi kalplerinden uzaklaştırırlar.
İşte o zaman Cemâlullah'a kavuşmaları mümkün olur.
Allah Teala cemâlini görmeyi, sevenlerine ihsan eder.
Görüldüğü üzere Cemâlullah'a kavuşmak; tevhidi tam ve kâmil manada idrak etmeye, bilip kavramaya ve mâsivâya yani Allah’tan başka her şeye hayır diyebilmeye bağlıdır. Tabii ki bütün bunların ötesinde, Allah Teala’nın mü’min kullarına bir lûtfudur, ihsanıdır.
***
İşin özü;
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesine göre müminler, cennette Cemâlullah'ı göreceklerdir.
Bir bakıma Allah'ı görmek kişinin ma’rifetiyle mütenasiptir, yani O'nu bilmesi ile doğru orantılıdır.
Evet, mü'minler cennette Cenâb-ı Hakk'ı müşahede edeceklerdir. Bunda bizim kuşkumuz yok. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bizlere, Onu görme keyfiyetini bile anlatmış... Misallendirirken de, Ay’ın ondördünde ve bulutsuz bir gecede, Ay'ı görür gibi buyurarak açıklamıştır.
Elbette ki bu görme, Cenâb-ı Hakk'a bir mekân izafesi manasına gelmez. Çünkü, “mü'minler, cennette Allah Teala’yı göreceklerdir” demek, Cenâb-ı Hak, mekân itibariyle cennette olacak anlamına gelmez. O, zaman ve mekân kayıtlarından münezzehtir, mukaddestir, berîdir-uzaktır-yücedir.
İşte bu en büyük nimet, yani Allah’ın cemâlini görme, her mü'mine ma’rifetullah’taki derecesi nisbetinde lutfedilecektir.
Kim Rabb’ini ne kadar biliyorsa, marifet-i İlâhî'de ne kadar mesafe almışsa, Cemâl-i İlahi ile şereflenmesi de o nisbette olacaktır.
O bakımdan peygamberlerin, velilerin/Allah dostlarının ve sıradan diğer mü’minlerin orada müşahedeleri mutlaka farklı-farklı olacaktır. Hele ki insanlığın bir numarası olan, topyekün enbiya u mürselînin imamı, yegâne varlık sebebimiz iki cihan serveri Efendimizin (s.a.v.) ru’yeti hiç birisiyle mukayese edilemez.
Bu sebeple ma’rifetullah çok-çok önemlidir. Ma’rifetin de, mutlaka bedeni-mali ibadet ve taatlerle, kalbi rabıta ve zikirlerle, ahlâk-ı hamideyle beslenmesi, takviye edilmesi gerekir.
Rabıta ve zikr-i kalbi marifete apayrı bir derinlik kazandırır, hatimler ve diğer ibadetler de onu, mü’minin tabiatı hâline dönüştürür.
Kim dünyada ma’rifetullahta ne kadar derinleşmişse cennette de, Cemâlullah'ı müşahede de o derece büyük nasiplere kavuşur, o nisbette zevk ve lezzetlere gark olur.
Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki (mealen): “Allah nezdinde en mes’udunuz/mutlunuz onlardır ki, sabah-akşam Allah’ın cemâlini görürler, bu öyle bir zevktir ki bütün bedenî zevklere nisbeti bahr-i muhitin (büyük deniz, okyanus) bir damlaya nisbeti gibidir.”
***
CEMÂLULLAH'A MECCÂNEN/KARŞILIKSIZ OLARAK KAVUŞMAYI İSTEMEK
Yazımızı Nakşi yolu silsilesinden iki büyük zatın müşterek dualarıyla noktalamak istiyorum.
Şah-ı küll Muhammed Bahauddin (k.s.) hazretleri şöyle dua ediyorlar:
“Allâhümme halaktenî meccânen ve razaktenî meccânen, fağfirlî meccânen…”
Bu silsilenin son halkasını teşkil ve bu nisbeti ikmâl ve itmâm eden Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) hazretleri de bu güzel duayı,
“Ve şerrifnâ bi-Cemâlike meccânen yâ Rebbe’l-âlemîn” iltica ve niyazlarıyla tamamlıyorlar.
DİPNOTLAR
(1) Kıyâme suresi, 75/22-23.
(2) Yunus suresi, 10/26.
(3) Buhari, Sahih, Tevhid, bâb, 24, Tefsir el-Kur'an, Sure: 4, Ezan, 129, Rikak, 52; Müslim, Sahih, Mesâcid, 211, Hadis no: 633, İman, 296, Hadis no: 180, İmam, 302, 1 Hadis no: 183, İman,299, Hadis no: 182; Ayrıca bkz. İbn Mace, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, Müsned-i İmam Ahmed, İbn Huzeyme, İbn Hibban.
(4) Mutaffifîn suresi, 83/ 15.
(5) En’âm suresi, 6/103.
(6) Aliyyü’l-Kari, Şerhu’l-Emâli, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., s. 13-15.