Halis ECE
Mehdî kelime olarak; doğru yolu bulmak, hidayet yoluna girmek, yol göstermek ve yol târif etmek mânâlarına gelen “hidâyet” masdarından meydana gelmiştir.
Bir başka ifadeyle Mehdî, hidâyete eren, doğru yolu bulan kimse demektir.
Kelime mânâsı itibariyle mehdî, “kendisine rehberlik edilen” demek olduğu halde, hidâyetin Allah’tan olması sebebiyle daha husûsi bir mânâ kazanmış ve “Allâh’ın hidâyetine nâil olan, O’nun tarafından yol gösterilen kimse” için kullanılır olmuştur.
İslâmî ilimler ıstılâhında Mehdî, kıyâmet kopmadan önce gelecek ve kendisinden evvel zulümle dolmuş olan dünyayı adâletle dolduracak olan Ehl-i Beyt’ten bir zâttır.
***
Mehdî, kıyâmetin büyük alâmetlerindendir
Bir gün bir kimse, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Hanefiyye’nin (r. anhüm) yanına geldi ve “es-Selâmü aleyke yâ Mehdî!” diye selâm verdi. Muhammed Hanefiyye hazretleri o zâta, biraz da lâtîfeli bir tarzda buyurdu ki:
“Doğru söylüyorsun. Ben insanları hidâyete, hayra / iyiliğe dâvet etmek ve doğru yolu göstermek bakımından Mehdî’yim. Lâkin, âhir zamanda gelecek olan Mehdî değilim. Öyle anlaşılmaması için, bana selâm vereceğiniz vakit, ismimle veya künyemle hitab ediniz.”
Mehdî ile alâkalı hadislerin bir kısmı, bizzat Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) mübârek ağızlarından, bir kısmı da Hz. Ali’den (k.v.) nakledilmektedir. Bu hadislerde Mehdî’nin, Ehl-i Beyt’ten, Hz. Fâtıma’nın (r.anhâ) çocuklarından olacağı, yani nesebinin hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin’e (r.anhümâ) dayanıp seyyid ve şerif ünvanlarına sahip bulunacağı, ahlâken de aynen Resûlüllah Efendimiz’e benzeyeceği bildirilmektedir.
***
Mihmendâr-ı Resûl Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.) anlatıyor:
Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem [Efendimiz, bir gün kızı] Fâtıma radıyallâhü anhâ’ya şöyle buyurdu:
“Nebîmiz nebîlerin hayırlısıdır. O, babandır. Şehidimiz, şehitlerin hayırlısıdır. O, babanın amcası Hamza’dır. İki kanadıyla cennette dilediği yerde uçan bizdendir. O, babanın amcasının oğlu Ca‘fer’dir. Ve bu ümmetin torunları Hasan ve Hüseyin bizdendir. Onlar senin oğlundur. Mehdî de bizdendir.” [1]
Hadîs-i şerifte Peygamberimiz’in, (s.a.v.) Uhud Harbi’nde şehit düşen amcası Hz. Hamza’nın (r.a.)... Mûte Harbi’nde şehit olan amcasının oğlu Hz. Ca‘fer’in (r.a.)... Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in (r.anhümâ) faziletine dikkat çekildikten sonra... Hz. Mehdî’nin (aleyhirrahmeti verrıdvân) de Ehl-i Beyt’ten olduğu hatırlatılmaktadır.
***
Nakşibendî yolu Müceddidîn kolu silsilesi kendisiyle ikmâl ve tamamlanmış bulunan, bu zincirin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, bir sohbetlerinde bu hususta şu îzahatta bulunurlar:
“Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) hakkında vâki hadîs-i şeriflerde, Fahr-i Âlem Efendimiz’den (s.a.v) sırran haber sâdır olmuştur; ancak, anahtarı kimde ise o açar ve işin hakikatini o anlar, başkası anlayamaz. Herkes anlasa sır zâhir olur, usûle muhâlif gelir. Yani zamanın sâhibi, Rasûlüllâh’ın vârisi perdeyi kime açarsa, ancak o anlar. Nüzûl-i İsa aleyhisselâm’daki (Hz. İsa’nın yeryüzüne inişindeki) sır da böyle... Allah dostlarının rütbesindeki büyüklükleri nisbetinde halleri ve sırları kapalıdır.” [2]
***
İkinci bin yılın müceddidi, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiye’nin 23. halkası İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri de Mektubat’ında, Hz. Mehdî (aleyhirrıdvân) ile alâkalı şu açıklamalara yer vermektedir:
"Haberde şöyle bildirildi: Geleceği va‘d edilen Hz. Mehdî aleyhirrahmeti ve'r-rıdvân, saltanâtı zamanında dînin tervîcini (kıymet ve itibârını artırmayı) ve sünnetin ihyâsını murâd ettiğinde, bid‘at ile ameli âdet edinen ve onları güzel zannedip bu zannı sebebiyle dîne ilhak eden Medîne âlimi, hayretle şöyle diyecektir: ‘Şüphe yok ki bu şahıs, dinimizi ortadan kaldırmak ve şerîatimizi yok etmek istiyor!’ Bunun üzerine Hz. Mehdî aleyhirrıdvân, onun öldürülmesini (bid‘atlerinin ortadan kaldırılmasını) emreder. Böylece onun, güzel sandığı fiillerin kötü yani birer bid‘at olduğu da görülmüş olur. ‘Bu Allâh’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah en büyük fazlın (lûtuf, ihsan ve inâyetin) sahibidir." [3] "Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i velâyet (tam ve kâmil manada bir velilik)le geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. (Bu zincirin son halkası o olacaktır.) Zira bütün velâyetler bu yüksek nisbetin (mensubiyetin/bağın-bağlılığın) altındadır. Çünkü diğer velâyetlerin, nübüvvet mertebesinin kemâlatından payları azdır. Bu velâyetin ise Hz. Sıddîk'a (r.a.) bağlılığı vasıtasıyla çok büyük bir nasîbi/payı vardır ondan (nübüvvet kemâlâtından)... Mısra': "Ve şettâne mâ beyne't-tarîkayni: Ne kadar (büyük) fark vardır bu iki yol arasında!" [4]
İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, adı geçen Mektuplarını ve diğer pek çok te'lifatını kaleme alış sebebini açıklarken, aşağıdaki dikkat çekici cümleye de yer veriyorlar:
"Bize, bütün yazılarımızı âhir zamanda geleceği va‘d edilen Mehdî’nin (aleyhirrahmeti vettahiyyeti verrıdvân) okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu kadar yazı yazmamızın sebebi budur." [5]
Mazanne-i hayr / mazanne-i kirâmdan dinleyip işittiğimize göre Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri bir gün buyuruyorlar ki (mealen): ‘İmam-ı Rabbani hazretlerinden Allah razı olsun, bu mektupları yazmışlar, hepsi de makbulümüzdür. Eğer o yazmamış olsaydı, bunları da bizim yazmamız icap edecekti’.
Son söz; Allâhu a’lem…
Her şeyin olduğu gibi “Mehdî” meselesinin de en iyisini, en doğrusunu bilen Allah Teala’dır.
DİPNOTLAR
[1] Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr (Terc.), 1, H. no: 66.
[2] Erol, Ali, Hatıratım, s. 31.
[3] el-Mektûbât, 1, 255; K.K., Cum‘â sûresi, 4.
[4] el-Mektûbât, 1, 251.
[5] Hocazade Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliya; Muhammed Haşim-i Keşmî, Berekât.
************
Bu makale 2 binli yılların başında Ankebut Forumu'nda yayımlandığında gelen itirazlara verdiğimiz iki cevap:
1) Düğümlenme nerede, hangi noktada?
Yukardaki çalışmamızda, "Mehdi"nin şahsiyetiyle/kimliğiyle alakalı İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin ifadeleri gayet açık. Diyor ki ikinci bin yılın müceddidi:
“Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i ...velâyetle geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. [Bu zincirin son halkası o olacaktır.]"
Peki tereddüt nerede, sıkıntı hangi noktada, çözülmesi gereken düğüm nedir?
Görülen o ki, tabir caizse, meselenin bam teli gelip Nakşi yolu silsilesini hangi zevat-ı aliyyenin teşkil ettiğinde düğümleniyor. Umumiyetle mevcut bütün Nakşi kollarında silsilenin 28. halkası bulunan Abdullah-i Dehlevi (k.s.) hazretlerine kadar hemen hemen bütün isimler aynı tertiple devam edip geliyor... Değişiklik ondan sonra başlıyor, dolayısiyle oradaki farklı ilikleme son halkaya kadar sürüyor.
Peki bu durum ya da bu karışıklık/farklılık nereden kaynaklanıyor?
Bunu, tasavvuftaki iki farklı kavramla izah edebiliriz;
- Verâset,
- Hilâfet...
* Verâset, mürşid-i kâmil u mükemmil'in tam ve kâmil manada varisi demektir ve tektir; iki-üç vs. olmaz. Halifeler dahil bütün müntesiplerin/mürîdânın da ona bîat etmeleri gerekir.
* Hilâfet ise tasavvufta, mürşid-i kâmil adına belli yerlerde belli miktarlardaki mürîdana/müntesiplere hizmet veren, onları idare ve terbiye eden vazifeli kişi demektir... Ve bunların adedi sınırlı değildir, bir'den çok olabilirler.
Mesela Ahmed Yeseviî hazretleri, büyük velilerden, meşâyih-i Nakşibendiyyedendir. Fakat silsile-i Nakşibendiyye'nin 8. halkasını teşkil eden Yûsuf-i Hemedânî hazretlerinin vârisi değil sadece bir halifesidir. Onun vârisi Abdülhalık-ı Gocdüvânî hazretleridir. Silsile-i Sadat-ı Nakşibendiye'nin her birinin tek vârisi olur, iki veya daha fazla olmaz.
Keza Altun silsilenin 28. halkası olan Abdullah-i Dehlevî hazretlerinin vârisi eş-Şeyh Hâfız Ebû Said Sahib hazretleridir, Halid-i Bağdadi hazretleri değil. Evet o da büyük evliyaullahtandır, çok büyük hizmetleri vardır, ama vâris değil halîfedir. Nitekim Halid-i Bağdadi hazretleri de Ebû Said Sahib hazretlerine bîat etmişlerdir. Binaenaleyh İmam-ı Rabbani hazretleri bu nisbet üzere tamamlanan zincirin son halkasının Hz. Mehdi olması gerektiğine inandığını tasrih etmişlerdir. Mesele bu kadar net. Adeta kuşluk vaktindeki güneş gibi âşikâr!
Bundan daha fazlasını anlatmaya bilmem gerek var mı? Var diyenler, ihtiyaç hissedenler bu mübarek zincirin diğer halkalarını sahih kaynaklardan tesbit edip sağlıklı neticeye varabilirler.
Vesselâm...
***
2) Hüseyin Coşgun bey'in soruları ve cevabımız:
“Nakşibendî yolu Müceddidîn kolu silsilesi kendisiyle ikmâl ve tamamlanmış bulunan, bu zincirin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri,
yazınızdaki ifadelerinizi biraz açarmısınız.....”
“Öyle zannediyorum/o kanaatteyim ki, ekmel-i velâyetle geleceği va‘dedilen Mehdî (aleyhirrıdvân), bu nisbet (yani kendisinin mensûbu bulunduğu Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibediyye-i Müceddidîn kolu) üzere olacak ve bu Silsile-i Aliyye’yi tamamlayıp ikmâl edecektir. [Bu zincirin son halkası o olacaktır.]
kaçıncı mektup olduğunu yazabilirmisiniz....selam ve dua ile....
***
Sevgili kardeşim;
1. Söz konusu yazı ve ifadeler sarih/açık; o bakımdan açılacak-açıklanacak bir yanını göremiyorum. Bu silsilenin gerçek listesini görmek istersen, sitemizdeki "Silsile nedir, tasavvufta silsile neye denir?" başlıklı makalemize bakabilirsiniz.
2. Kaçıncı mektup olduğu da, asıl makalemizin dipnotlarında belirtilmiştir. Zannederim siz asıl makaleye göz atamadınız. Oysa meseleyi daha iyi anlamak ve kavramak açısından öncelikle onu okumanız faydalı olurdu.
İlginize teşekkürle bilgilerinizi rica ederim.
Mukabil selam ve dualar...