İnsanları sırât-ı müstakîme (doğru yola) dâvet edenden râzî ve celîl(2) olan Allâh’a hamdolsun.
Topyekûn insanları ve cinleri İslâm’a dâvet eden ve melik-i cemîl(3) olan Peygamber’e salât ve selâm olsun.
Kezâ onun, insanları hidâyet yoluna dâvet eden âl ve ashâbı üzerine de salât ve selâm olsun.
Nakşibendî Tarîkatı mensupları arasında, âdetâ Ashâb-ı Kehf’in Kıtmîr’i(4) gibi olan, kusurlarla dolu el-Hâc Mehmed Fevzî... Kutlu ve mutlu şehir Edirne’de müderris bulunduğum esnâda, ziyaret maksadiyle Filibe(5)ye gitmek için, gayet çevik ve cevval bir at ile yola çıktım...
Şehre varır varmaz, Şihâbüddîn Veli Paşa (aleyhirrahme) hazretlerinin medreselerine uğradım. Orada müderrislik yapan, Nakşibendî yolunun büyüklerinden; cennete giden yolu gösteren, kalblere bolca feyz ve nûr ekip saçan, Hak yolunun yolcusu ve kerâmetler sahibi üstâz el-Hâc Ali hocaefendimiz hazretlerinin irşâda vesîle olan ayaklarının tozu ile kendimi süsledim...
Âlimlerin ekserisi, Naşibendî Tarîkatı’nı en emîn, en kuvvetli ve en sağlam bir kale (sığınak) kabul ederler... Ve o yolun büyüklerine intisap ederek, kendilerini muhâfaza altına alırlar.
Gerek Nakşibendî Tarîkatı’nda ve gerekse diğer bütün tarîkatlarda râbıta-i şerife, zikir âdâbının başı ve feyz alabilmenin menşei-kaynağı kabul edilir.
Hakîkat böyle iken, [nûr-i İlâhî’den ve feyz-i Muhammedî’den nasipsiz] birisi, yazdığı risâlede, râbıta-i şerifeye “pis put”, râbıta ehline de “putperest” ve “müşrik” diyerek hezeyanlarda bulunuyor.
Allah Teâlâ o kitabı ve bilhassa bu hezeyanların geçtiği sayfaları kimseye göstermesin.
Bu fakîr; insanların en câhili ve en günahkârıyım... Hasta bir akla sahibim. Bu itibarla râbıta-i şerife gibi ince mevzûları kavrayamam.
Ancak şu apaçık meseleyi de bilmeyecek kadar ahmak değilim. Zira insaf sahibi olan her insan; tevhid, zikir ve râbıta ehlini küfürle itham etmenin ne derece büyük bir hatâ olduğunu bilir. Çünkü bu mesele; “Ezheru min şemsi’s-semâi fî vakti’d-duhâ (Kuşluk vaktinde gökteki güneşten daha açık)”tır.
Lâkin herkesçe bilindiği gibi, bazı mevzûların gerek şiir, gerekse nesir hâlinde yaldızlı sözlerle ifade edilmesi, onu okuyan ve meselenin hakikatini bilmeyen insanları aldatabilir. Nitekim meşhur sözdür:
“el-Avâm, ke’l-hevâm, yüncerrûne bi şi‘irin vâhid.”
Mânâsı: Halk, böcekler gibidir, bir şiirle (hoş ve tatlı, güzel ve yaldızlı bir sözle istenilen yöne) çekilip götürülürler.
Bu itibarla Nakşibendî büyüklerinin rûhâniyetlerinden feyz alarak, yardım dileyerek, o bozuk risâleye cevap mâhiyetindeki bu risâleciği kaleme almaya cesaret eyledim.
Risâlenin ismini de “Aynü’l-Hakîka fî Râbıtati’t-Tarîka (Tarîkattaki râbıta, hakikatin ta kendisi)” koydum.
Âcizâne temennim odur ki; halk, o sapık risâleyi okuyup da, Müslümanları küfürle itham etmesinler... Çünkü, Allah korusun, aksi takdirde kendileri kâfir olur!
Doğru yola hidâyet eden Allah Teâlâ’dır.
Mehmed Fevzî
_________________
Açıklama:
Bu “önsöz”den sonra müellif merhum, mâhut risâleden iktibaslar yaparak, gereken cevapları veriyor.
Biz bu çalışmamızda, iktibasları çift tırnak içerisinde “italik” karakterle verdik... Akabinden de müellifin cevaplarına “normal” karakterle devam ettik.
Ayrıca; rahat ve kolay okunup anlaşılabilmesi için, her iktibas ve buna verilen cevapları da ara başlıklarla ayırdık.
Mevlâ-yi zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri, çalışmalarımızı rızâsına muvâfık kılıp, cümlemize ifade ve istifâde ile ifâza ve istifâza nasip eylesin. Âmîn. (H. E.)