“Salât ve selâm; şerîati beyan ederek ümmetini açık ve gizli bütün şirklerden temizleyen, Allâh’ın Resûlü Muhammed Mustafâ üzerine olsun.”
Eğer ki maksadı; hâce-i âlem(6) Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz hazretleri, şerîat-i garrâ-i zehrâ-i Muhammediye(7)sinde, “Allâh’ın Zât ve sıfatlarında eşi ve benzeri olduğunu söylemek küfürdür, ibâdet ve tâatta riyâkârlık en büyük kabahat ve gizli şirktir” diye beyan buyurarak, ümmet-i merhûmeyi (rahmete mazhar olmuş bu ümmeti) temizledi, demek ise; bu üslûp ile Resûlüllah Efendimiz üzerine salât ve selâm etmesi münâsiptir.
Ama şayet gizli şirkten murâdı; ihlâs sahibi bir mürîdin, mürşid-i kâmil olan şeyhine râbıta yapması ve o şeyhi, Allâh’ı zikre, ma‘rifet-i İlâhiye’yi tahsîle güzel bir vesîle ve sebep kabul etmesi ise, Resûl-i Ekrem ve Hâdî-i Ümem (s.a.v.) Efendimiz hazretlerine iftirâ ve bühtan etmiş olur.
Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), şerîat-ı mutahharesini tebliğ ve beyan ederken, yüce haklarında Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“O, hevâdan da (nefsinin arzularına göre de) konuşmuyor. O(nun konuşması) ancak bir vahiydir; (başka türlü söylenmez o, yalnız) vahyolunur.”(8)
Binâenaleyh o, Allah Teâlâ’nın emirleri hilâfına, zerre kadar, hatta zerreden daha da az hiçbir bir söz söylememiştir.
İşte Cenâb-ı Hak, bu mübârek kelâmı ile bu hususa bizzat şehâdet ediyor.
Buna rağmen mürîdi, şeyhine olan râbıtasından men‘etmeye çalışmak, Allah Teâlâ’nın, “Ona (yaklaşmaya) vesîle arayın” kavl-i şerifine muhâlefet etmektir. [Zira Cenâb-ı Kibriyâ, bizzat geliniz buyurmuyor; vesîle ile yaklaşmamızı emrediyor... Böylece, vâsıtasız vuslatın mümkün olmadığı, bunun sünnet-i İlâhî’ye yani âdetullâh’a, İlâhî kanunlara aykırı bulunduğu tezâhür etmiş oluyor.]
İnsanı Allâh’a götüren en efdâl vesîle ve vâsıtalar da, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz ve onun vârisleri olan kâmil ve mükemmil mürşidlerdir.
Binâenaleyh râbıtaya karşı olmak, Allah Teâlâ’nın emrine karşı gelmek mânâsını ifade eder.