Bir hikâye, bir fıkra ve alınacak dersler...
"Philo-Mitos’ olmadan ‘Philo-Sofos’ olmaz! Yani hikâyeler/efsaneler olmaksızın hakikat sevgisine ulaşılamaz!” Aristoteles
"YOLDAN GEÇEN EN GÜZEL KİŞİ"
Ülkenin meliki-kralı, önemli şehirleri birbirine bağlayan bir yol inşa ettirir ve açılış için yarış tertip eder. Yarış sonunda da, "Yoldan en güzel geçecek kişiyi seçeceğini" söyler.
Kimi, en güzel atıyla-arabasıyla... Kimi, en iyi ayakkabı ve en süslü elbisesiyle katılır yarışa.
Gün boyu insanlar gelip geçer. Yarışı tamamlayanlar benzer bir şikâyeti seslendirirler:
"Yolun üzerinde taş ve moloz yığınları vardı; gerek bizim gerekse atlarımızın-arabalarımızın yürümesini, yol almasını zorlaştırıyordu."
Geç vakitlerde, üstü başı toz-toprak içinde biri Kral'ın huzura çıkar:
"Yolculuğum sırasında, insanların önünü tıkayan taş ve moloz yığını gördüm. Uğraştım, bu moloz yığınını kaldırdım. Taşların altından 'altın' dolu torbalar çıktı. Size getirdim" der.
Kral:
"O altınlar senin" dedikten sonra, "Yarışmanın galibi de sensin; çünkü, yoldan en güzel geçen kişi sensin" diye de müjdesini verir ona…
Neden mi?
Bunu da açıklar Kral:
"Çünkü der, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir."
***
Bu kıssadan alacağımız hisse:
Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse “i’sâr”…
Bir başka ifadeyle, “diğergâmlık”…
Yani fedakârlık-cefâkarlık-çilekeşlik de diyebiliriz biz buna.
Çünkü dini ıstılahımızda “i’sâr”ın manası, “insanın, başkalarını kendisine tercih etmesi”dir.
Ahlâkıyatçılara göre de, “toplumun yararlarını şahsî çıkarlarından önce düşünmek” demektir.
Tasavvuf erbabınca ise, “en hâlisâne bir niyet ve düşünceyle topyekün şahsîliklere karşı külliyen/bütün-bütün kapanıp, ‘yaşama zevkleri’ yerine 'yaşatma hazları'yla var olma"nın adıdır i'sâr.
Hayatımız boyunca çoğumuz, yolumuz üzerindeki mânialardan, çevremizdeki engellere takılmaktan şikâyet eder dururuz. Ama nedense o engelleri kaldırıvermek pek de aklımıza gelmez.
Toplum da kabaca bu hususta üç kategoriye ayrılır:
a) Sürekli veya zaman-zaman insanların önüne engel çıkartanlar…
b) Engel çıkartmasa da, mevcut engelleri kaldırmaktan yana kılı kıpırdamayanlar…
c) Ellerinden geldiğince engelleri yok etmeye, insanların önünü açmaya, yardımcı olmaya gayret edenler.
Günümüz toplumlarına bakacak olursak görürüz ki;
- İnsanlar birbirinin hayatını ya zorlaştırıyor...
- Ya “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetiyle yardımcı olma yolunda hiçbir adım atmıyor...
- Ya da bir kolaylık sağladığında bunun için -hiç olmazsa mutlaka- bir teşekkür bekliyor.
Hâsılı, karşılıksız elini kıpırdatana rastlamak oldukça zor. Hele hele i’sâr anlamında yani karşısındakinin yararı için kendi ihtiyacını göz ardı edebilecek denli fedakâr insanlar, eskilerin tabiriyle “ender-i nevâdir”den… Yani yok denecek kadar az. Hatta İmam-ı Rabbani Hazretlerinin tabiriyle, "ekall-i kalîl", az’ın da az’ı…
Maalesef bu durum, her geçen gün de artarak devam edip gidiyor. Dolayısiyle çocuklarımızın/gelecek nesillerin hayatları için endişe etmemek elde değil. Zira bizler, ne de olsa onlara nisbetle şanslı sayılırız.
Temennim; inşaallah düşündüğümüz gibi olmaz da, daha iyi-daha güzel günlerde yaşarlar.
Ama görünen o ki; bu acı ve acıklı son, kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Rabbim bizleri ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i, Kelâm-ı Kadimi’nde beyan buyurduğu, “…onlara (fakir-fukaraya, yoksul ve muhtaçlara) verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler” (Haşr suresi, 9) zümresine ilhak eylesin.
*****
"TERİN TEĞİLDUR KEÇEPİLURSUN"
Dere kenarında oturan Temel'e, oradan geçen cip sahibi sorar:
"Su derin mi? Geçebilir miyim arabayla?"
Temel:
"Terun teğildur, keçepilirsun" der.
Adam cipini suya sürer ama bir anda dereye gömülür. Tabii, çıkınca da Temel'den hesap sorar:
"Hani derin değildi ulan!?"
Temel sükûnet içinde şu cevabı verir:
"Ne pileyum! Temin pir ördek keçeydi, su, yarı peline ancak celeydi."
***
Bu fıkradan çıkaracağımız hisse:
- Her alanda atacağımız adımlarda dikkatli olmak, kontrollü davranmak; önümüzü görmeden, ibini-dibini bilmeden, tam olarak öğrenmeden dalmamak; bizi taşıyacağını tartmadan, bir dala konmamak gerektiği…
- İstişare edeceğimiz, fikir alış-verişinde bulunacağımız kişinin, o alanda ihtisasının olup olmadığını göz ardı etmememiz, seçici olmamız icap ettiği…
- Hedefe giden yolda hangi mânialarla/engellerle karşılaşacağımızı çok iyi hesap etmemiz lazım geldiği…
Kısacası; dibini görmeden suya dalmamamız iktiza ettiğidir.
***
Bakınız bir şairimiz ne de güzel dillendirmiş şiirinde bütün bunları…
Seçici olmazsan görürsün gününü
Dost sandıkların kapatır önünü
Sil defterinden hafiflerin tümünü
Ağırı ne yel alır ne de sel
***
Dibini görmediğin suya dalma
Doğru bildiğin yoldan geri kalma
Sakın ola hayatı hafife alma
Ağırı ne yel alır ne de sel
***
Hedefinden hiç şaşma atıl
Hayatına girmesin hiç bâtıl
Kendinden emin ol ağır takıl
Ağırı ne yel alır ne de sel
***
Kaptırma kendini büyüye-fala
Aynı sofrada yer verme sirkeyle bala
Konma seni taşıyamayacak dala
Ağırı ne yel alır ne de sel...
(Âdem Durmazer)