Halis ECE
Güzellik, Allah Teâlâ'nın Cemîl isminin ve Cemâl sıfatının mevcûdât, mahlûkât ve hâdiseler üzerindeki tecelliyâtıdır. Bu tecelliyât, varlıkların nasiplerine göre az veya çok tezâhür eder.
Cemâl sıfatının en güzel tecellî ettiği varlıkların başında ise, bilindiği üzere insan gelmektedir. Çünkü, en güzel sûrette yaratılmıştır, mahlûkâtın en şereflisidir ve her şeyde olduğu gibi o da, erkek ve kadın olmak üzere çift yaratılmıştır. Bu çiftler ise, elbette ki yaratılış itibariyle biribirlerinden farklıdırlar. Kadınlar, erkeklere nazaran nârin, nâzenin ve zarif bir yapıya sahiptirler; onlara, güzelliklerini artırıcı veya (nikahlılarına karşı) ızhar edici birtakım zînet eşyası da helâl ve meşrû kılınmıştır.
Meşrû dâirede dünya zînetlerinden istifade etmek her insan için tabiîdir. Kâinâtı güzelliklerle süsleyip bezeyen Cenâb-ı Hakk, hem erkek hem de kadının pejmürde halden kurtulup, helâl dairede güzel bir görünüm arz etmesinden hoşnut olmaktadır. Nitekim Kur‘ân-ı Kerim'de, “(Habîbim) de ki: Allâh'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı?..” (S. A‘raf, 32) buyuruluyor. Ve yine Fâtır sûresi 12. âyette, denizden çıkarılan süs eşyalarının da insanların takınması için yaratıldığı, beyan olunmaktadır.
Bir adam, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek sordu:
— Yâ Resûlellah, erkek güzel elbise ve ayakkabı giyinmeyi sever. (Bu hususta ne buyurursunuz?) Resûl-i Ekrem (s.a.v.):
“— Allah güzeldir, güzeli sever” buyurdu. (Müslim, Îman, 1/65)
Farklı fıtratlara sahip olan kadın ve erkeğe dînimiz ayrı statüler tanımıştır. Erkeğe kuvveti temsil etmesi, her türlü ağır ve yorucu işin altına girmesi ve vücut yapısı itibariyle de altını, ipeği yasaklamıştır. Fakat kadın nezâketi, inceliği ve zarâfeti temsil ettiğinden, ona, her türlü süs maddesi ve zînet eşyasıyla birlikte altın ve ipek de helâl kılınmıştır.
İslâm'a göre kadının süslenmesinde, zînet takınmasında ve onu güzel gösterecek kıyâfetleri giymesinde hiçbir beis yoktur. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.)'in onlar için ipekli kumaş, kına, halhal, küpe, bilezik, gerdanlık gibi örfte ve âdette mevcut çeşitli süs unsurlarıyla daha câzip ve erkeklerden farklı bir kıyâfeti tecvîz ettiğini görmekteyiz.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, sevgili kızı Hz. Fâtıma (r.anha) gelin olduğunda, “Fâtıma'nın sürmesini çok yapın; zira o da, diğer hemcinsleri gibi bir kadındır” buyurmuşlardır. Ve yine mübârek elleriyle inci dizerek ehlinden birine verdiği, kızı Zeyneb (r.a.)'in evlenmesinde ona kolye hediye ettiği, Necâşî'den gelen bir altın yüzüğü kız torunu Ümâme'ye verdiği, henüz çocuk olan Üsâme'nin ellerini ve yüzünü yıkarken, “Üsâme kız olsaydı onu giydirir, süsler, câzip ve sevimli yapardım” dediği bilinmektedir.
Ayrıca, Hz. Âişe (r.a.)'nin meşhur ifk hâdisesine mâruz kalmasına sebep olan “kolyesi”, kezâ kendisinin süslü bir elbisesinin olduğunu ve gelin olan kızların giymek için onu ödünç aldıklarını ifade etmesi, bizzat Resûlüllah'ın zevcelerinin zînet ve süs eşyalarını kullandıklarını göstermektedir.
Böylece kadının süs ve zînetinin ne derece fıtrî ve meşrû olduğunu ifade ettikten sonra, göz önünde bulundurulması gereken bazı hususlara da dilerseniz kısaca temas edelim...
Bunlardan birincisi, itidâldir. İslâm'ın itidâl emri hayatın her safhasında câri olduğu gibi, süs ve zînet takınma mevzuunda da geçerlidir. O bakımdan, başkalarını kıskançlığa sevk edecek israf ve ifratlardan, tahrik unsuru hâline gelip dikkatleri üzerimize çekmekten sakınmalıyız. İçinde yaşadığımız cemiyetin örf ve âdetlerini de, meşrû hudutlar dâhilinde, göz ardı etmemeliyiz.
İkinci husus, süs ve zîneti kadının hangi sınırlar içinde yapacağı meselesidir ki; bu da eşi, kendisine nikâh düşmeyen yakınları ve hemcinsleri ile tahdit edilmiştir. Kadının, bu dâirenin dışına çıkarak, cemiyette fitne ve fesâda sebebiyet verecek davranışlara girmesine; kılık-kıyâfet, süs ve zînetlerini ızhar etmesine ise, aslâ müsâade edilmemiştir. Bu sebeple kadın, kendisine yabancı olan insanların arasında bulunacağı zaman, olabildiğince hassas davranarak, başkalarını, günaha ve yanlış düşüncelere sevk etmekten kaçınmalıdır.
Diğer bir husus da, sahip olunan zînet ve takılar, zekât nisabına ulaşıyorsa, zekâtlarını vermek suretiyle Allâh'a karşı olan mes‘ûliyet ve mükellefiyetten kurtulmaktır.
Esmâ binti Yezid (r.anhâ) şöyle anlatıyor:
“Teyzemle birlikte Resûlüllah (s.a.v.)'ın yanına gitmiştik. Teyzemin bileğinde altın bilezikler vardı. Resûlüllah (s.a.v.),
‘— Bunların zekâtını veriyor musunuz?” diye sordu.
“— Hayır” dedik.
Bunun üzerine,
‘— Allâh'ın size ateşten bilezikler taktırmasından korkmuyor musunuz? Onların zekâtını verin!” buyurdular. (Mecmau'z-Zevâid, K. Zekât, 3/67)
Kadının süs ve zîneti derken unutulmaması gereken mühim bir husus da; onun sûret güzelliğinin yanında sîret güzelliğinin de olmasıdır. Mevlânâ Celâleddin Rûmî hazretlerinin, “İnsanlar gördüm üzerlerinde elbiseler yoktu / Elbiseler gördüm içinde insanlar yoktu” dediği gibi, kadın için asıl olması gereken iç âleminin güzelliğidir. Binâenaleyh onun süs ve zîneti yanında, iç güzellik yani kalp ve rûhun nezâheti, hayâ, iffet gibi güzel ahlâkî vasıflar, kadın için en mühim zînetlerdir.
Çocuklarını yetiştirecek ilim-irfan ve kültür seviyesinden mahrum, evinin emânetçisi olmaktan yoksun ve eşine karşı vazifelerini îfa etmek hassâsiyetinden uzak bir kadın; altın, gümüş ve elmaslarla süslense, en değerli elbiseleri de giyse, acaba ne kıymet ifade eder?..
***
FIKRA: KAPLAN KÜRKÜ
New York 5. Caddede kürkçü dükkanında bir kadın, on binlerce dolarlık kaplan kürkünden bir manto için pazarlık ediyor. Neticede zengin kadın astronomik fiyatı kendine göre uygun bir hâle getiriyor ve kürkü satın alıyor. Kürk paketlenirken, kadın son bir soru soruyor:
— Yağmurda bozulmaz değil mi, buruşmaz falan?..
Satıcı;
— Rica ederim hanımefendi, hiç bir şey olmaz. Bugüne kadar yağmur altında dolaşıp da şemsiye taşıyan tek bir kaplana bile rastlanmamıştır. Güvenebilirsiniz...
***
Doğru söze ne denilebilir?!