Hiç şüphesiz diş sağlığı, ağız içi temizlik hayatî bir meseledir. Bunu basite alamayız. Çünkü bedendeki bir kısım rahatsızlıkların menşei, eninde sonunda dişlere bağlanmakta; dişlerdeki çürükler, vücudun her yerine rahatsızlık yaymaktadır. Bu bakımdan, dişler mutlaka tedavi görmeli, bedene verecekleri zararlar bertaraf edilmelidir.
Dişlerin tedâvisi de, elbette ki çürüklerin doldurulması, gerekenlerin kaplatılması ile olur... Hatta bazan da protezle mümkün hâle gelir. Bunların yapılmasının dînen mahzurlu olduğunu söylemek, İslâm’ın insan hayatına değer vermediği, mensuplarının sıhhatini kaale almadığı mânâsına gelir. Bu ise son derece mahzurlu bir imajdan başka bir şey olmaz. Kaldı ki fıkıh kitaplarında, ilmihallerde diş tedâvisinin zarûreti anlatılmıştır; bu iş için altın ve gümüş kaplamanın câiz olduğu, gerek diş doldurtmanın, gerekse kaplatmanın gusle mâni olmayacağı açık-seçik ifade edilmiştir.
Meselenin hulâsası şöyledir:
Abdestte, ağızda kuru yer kalsa abdestin sıhhatine mâni olmaz. Gusülde ise, ağız içinde kuru yer kalırsa, Hânefi mezhebine göre gusül sahih olmaz. (Şâfiîlere göre gusül sahihtir.) Ancak burada karıştırılmaması gereken husus şudur:
Dişlerdeki dolgu ve kaplamanın üzerinden geçen su ağız içini ıslatıyor, kuru yer kalmıyor demektir. Dolgulu, kaplamalı ağızda suyun dolaşması, dolgunun ve kaplamanın üzerinden geçip ıslatması, yıkama şartının yerine gelmesi demektir. İllâ da dolguyu söküp altına su geçirmek, kaplamayı kaldırıp altını yıkamak mânâsında mecbûriyet yoktur. Böyle anlamak hatalıdır. Nitekim yaraya bağlanmış sargının üzerinden suyun geçmesi, yahut da meshedilmesi altını yıkamış gibi sayılıyor, sargıyı sökmek gerekmiyor. Bu husus, bütün fıkıh kitaplarında ifade edilmektedir. Bu bakımdan zarûreten dişini doldurtan veya kaplatan Hanefîlerin, gusülde, Şâfiî mezhebini taklid etme mecburiyetleri yoktur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de tedâvi için fevkalâde veciz beyanlarda bulunmuş ve bizleri tedâvi olmaya sevk ve teşvik ederek buyurmuşlardır ki: “Tedâvi olun ey Allâh’ın kulları! Allah Teâlâ her derdin devâsını yaratmıştır. Devâsı olmayan sadece iki dert vardır: Bunlar da biri ihtiyarlık, diğeri ölümdür.” [Buhârî, Sahih, Tıbb 1, Ebu Dâvud, Sünen, Tıbb 1, (3855); Tirmizî, Sünen, Tıbb 2, (2039); İbn Mâce, Sünen, Tıbb 1, (3436)]
Diş tedâvisi mevzuunda bir diğer husus da, kadınların âdetli iken takma diş, dolgu ve kaplama yaptırabilip yatıramayacakları meselesidir. Kısaca arzedelim:
Rasûlüllüh Efendimiz (s.a.v.) , sırf güzellik için yani estetik maksadıyla dişlerini seyrelten / seyrelttiren kadınlara lânet etmiştir. [Bkz. Buhârî, Sahih, Libas, 82, 85; Müslim, Sahih, Libas, 119-120] Ancak, hastalıklardan ötürü de tedâvi olmamızı emretmiştir. Dişi doldurma, kaplama veya takma sırf güzelleştirmek için değil de, çürüyen yahut çıkan dişi tedâvi etmek, kısaca ihtiyaç için olursa, bunda abdestli-abdestsiz, âdetli-temiz olmak fark etmez. Lâkin, âcil bir vaziyet yoksa, her türlü şüphe ve tereddütten kurtulabilmek için, bu tedâviyi temiz bir zamana tehir etmek münâsip olur.
***
Netice olarak diyebiliriz ki;
İnsan sağlığına böylesine değer verip, ölümle ihtiyarlıktan başka her derdin bir devâsının bulunduğunu ifade eden bir dînin mensuplarının, dişlerinin çürüğünü tedâvide zorlanmak şöyle dursun, ihmâl dahi göstermemeleri gerekir. Nitekim son devir dersiâmlarından ve Nakşibendiyye-i Aliyye silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, "Sıhhate itina akdem-i ferâizdendir" yani sağlığa dikkat etmek, farzların en önde gelenlerindendir buyurmuşlardır.
***
Son olarak Hanefîler gusülde ağız içini yıkamayı neden farz görmüşlerdir? Merak edenler için bu sorunun cevabını da vermiş olalım.
Bilindiği gibi Şâfiîlerde gusülde ağıza su alıp ıslatmak sünnettir. Hanefîlerde ise farzdır.
Bu sebeple Hanefî mezhebine mensup bir mü’min, gusülde ağzını iyice ıslatır, kuru yer bırakmaz. Bırakırsa guslü sahih olmaz.
Gusülde bedenin dışını yıkamayı sarih nass yani âyet emretmektedir. Hanefîlere göre ağız ve burun içi de bedenin dış kısmındandır. Öyle ise, gusülde ağız da, burnun içi de yıkanmalı, bedenin dış kısmından oluşunun icabı yerine getirilmelidir.
Şâfiîlerde ise, bunlar bedenin dış kısmından değil, içinden sayıldığından yıkanması farz olarak görülmemiş, sünnet derecesinde mütalâa edilmiştir.