Halis ECE

Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), öğle vakti girince, Ka‘be’nin üzerine çıkıp öğle ezanını okumasını Bilâl-i Habeşî (r.a.)’ye emretti....

Ebû Süfyan bin Harp, Attâb bin Esîd, Hâris bin Hişâm ve daha başkaları Ka‘be’nin yanında oturuyorlardı. Hz. Bilâl, sesini olanca gücüyle yükselterek ezan okumaya başladı. Kureyşliler’den bazıları, “Ey Allâh’ın kulları! Ka‘be’nin üzerinde ezan okumak, bu kara köleye mi düştü?!” dediler. Bazısı da, Allâh’ın hoş görmeyeceğini ve bu işi değiştireceğini söylediler. “Eşhedü enne Muhammede’r-Resûlüllah” şehâdetine geldiği zaman, Ebû Cehlin kızı Cüveyriye, “Hayatıma yemin ederim ki, Allah Muhammed’in şânını, nâmını yükseltti. Namazı kılarız amma, vallâhi, sevdiklerimizi öldürenleri, hiçbir zaman sevmeyeceğiz! Muhammed’e gelen peygamberlik, babama da gelmişti. Fakat o, bunu reddetmiş, kavmine aykırı davranmak istememişti” dedi.

Hâlid bin Esîd,

— Kim bu seslenen? diye sordu.

— Bilâl bin Rebah, dediler.

Diyalog şöyle devam etti:

— Ebû Bekir’in Habeşî kölesi mi?

— Evet.

— Nereden sesleniyor?

— Ka‘be’nin üzerinden!

— Onu Ka‘be’nin üzerine Ebû Talha oğulları mı çıkardı?

— Evet!

— O, neler söylüyor?

“Eşhedü en lâ ilâhe illallâh! Ve eşhedü enne Muhammede’r-Resûlüllah!” diyor.

Hâlid bin Esîd, “Şükürler olsun ki, Allah, babam Esîd’i öldürdü de, ona bugünü göstermemek, şu hoşlanmayacağı sesi işittirmemek lûtfunda bulundu!” dedi. Esîd, Mekke’nin fethinden bir gün önce ölmüştü.

Hâris bin Hişâm, “Vallâhi, onun hakikaten peygamber olduğunu bilseydim, muhakkak kendisine tâbi olurdum!” dedi. “Muhammed’in, putları adamlara nasıl kırdırdığını ve şu kara köleyi Ka‘be’nin üzerinde nasıl bağırttığını görmüyor musun?” denildiği zaman da, “Eğer Allah, böyle olmasını istemeseydi, elbette onu değiştirirdi! Vay benim başıma gelenlere!.. Keşke ben, şu günden önce ölseydim de, Ka‘be’nin üzerinde Bilâl’in anırdığını işitmeseydim!” dedi.


"VALLÂHİ BU BÜYÜK BİR HÂDİSEDİR!"

Hakem bin Ebi’l-Âs, “Vallâhi bu büyük bir hâdisedir! Benî Cümahlar’ın kölesi çıksın da, Ebû Talhalara ait Beytullah üzerinde anırsın? Olur şey değil!” dedi.

Süheyl bin Amr da dedi ki: “Eğer Allah buna gadaplanırsa, muhakkak onu değiştirir. Eğer buna râzı olursa, onu yerleştirir!”

Ebû Süfyan bin Harp ise, “Ben bir şey söylemeyeceğim. Şayet bir şey söyleyecek olursam, şu kumlar, söylediğimi Muhammed’e haber verirler!” dedi. Nitekim Cebrâil aleyhisselâm da gelip, bunların söylediklerini Peygamberimiz (s.a.v.)’e haber verdi. Resûlüllah Efendimiz onların yanına varıp başlarına dikildi ve “Ben sizin söylediklerinizi biliyorum! Ey filan! Sen şöyle söyledin! Ey filan! Sen şöyle söyledin! Ey filan! Sen de şöyle söyledin!” buyurarak, onların konuştuklarını kendilerine birer birer haber verdi.

Ebû Süfyan, “Yâ Resûlellah! İyi ki ben bir şey söylemedim!” dedi. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz tebessüm etti...

Hâris bin Hişam ile Attâb bin Esîd, “Biz şehâdet ederiz ki, sen Resûlüllah’sın! Çünkü, vallâhi bu söylediklerimize, yanımızdakilerden başka hiç kimse vâkıf değildi. Konuştuklarımız sana, herhalde Allah tarafından haber verilmiştir” dediler.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), öğle namazını kıldıktan sonra Ka‘be çevresindeki bütün putların bir araya toplanarak ateşe verilip yakılmasını, kırılacak olanların da kırılmasını emretti ve emri yerine getirildi.

Fudâle bin Umeyr, bu hususta söylediği şiirinde (mealen) şöyle demiştir:

“Sen, Mekke’nin fethinde putları kırdıkları gün, Muhammed’i ve ordusunu bir göreydin!.. Allâh’ın nûrunun nasıl parladığını; şirk ve küfrün yüzünü, karanlıkların nasıl bürüdüğünü de görürdün!” (Ebû’l-Münzir Hişâmü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, s. 31)
Go to top