Halis ECE
Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, Rabbine karşı olan edep tavrının yanında, biz ümmetine karşı da daima şefkat ve merhametle dolu olduğunu, “ümmetî, ümmetî” diyerek kavlen ifade etmişler, fiilen ve amelen de her zaman ortaya koymuşlardır. Onu, rahmet ve bereketine mazhar kılan Cenâb-ı Hak, bizi de, ona duâ ve salât ü selâm getirmekle mükellef tutmuştur.
Resûlüllah Efendimiz'e Allah Teâlâ'nın salâtı, rahmet etmesi ve onun şânını yüceltmesidir. Meleklerin salâtı, Peygamber Efendimiz'in şânını tebcîl etmek, mü'minlere bağış dilemek mânâsınadır. Mü'minlerin salâtı ise, duâ mânâsına gelmektedir. Allâhü zû'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri bütün mü'minlere, peygamberlerine salât ve selâm getirmelerini emretmekte ve ona saygı göstermelerini istemektedir.
Kısaca, “Allâhümme salli alâ Muhammed” demek salât, “es-Selâmü aleyke eyyühe'n-Nebiyyü” demek selâmdır. “Sallallâhü aleyhi ve sellem” cümlesinde ise, hem salât hem de selâm mevcuttur. Resûlüllah Efendimiz'den rivâyet olunan pek çok salât ü selâm vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çokça salât ve selâm getirmek, onun sevgisini, rahmet ve re’fetini celp eder, şefâatine vesîle olur. Zira, salât ü selâmlarla her an onu unutmayan, kendini de ona tanıtmaya ve hatırlatmaya çalışan ümmetini, öyle inanır ve ümit ederiz ki, o da unutmayacaktır.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz'e ümmet olma nîmetinin şükrü, herhalde ona salât ve selâm getirmekle mümkün olur. Hatta o İki Cihan Serveri'nin adı anıldığı zaman salavât getirmenin vâcip olduğuna hükmeden âlimlerimiz vardır. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde Resûlüllah Efendimiz, “Gerçek cimrî, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır” (Tirmizî, Sünen, Deavât 110) buyurmuşlardır. Bir başka hadîs-i şeriflerinde de, “Yanında ismim zikrolunup da bana salavât getirmeyen kimsenin, burnu sürtünsün!” ihtarıyla meselenin ehemmiyetine işâret etmişlerdir.
Resûlüllah Efendimiz, bizden kendisine giden her selâmdan haberdâr olduğunu şöyle ifade buyuruyorlar: “Yeryüzünde Allâh'ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını, ânında bana ulaştırırlar.” (Nesâî, Sünen, Sehv 46)
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e getirilen salât ve selâmlar, onu son derece memnun ve mesrûr etmektedir. Nitekim Ebû Talha (r.a.) şöyle anlatıyor:
“Bir gün Resûlüllah (s.a.v.) yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine,
— Yâ Resûlellah! Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz! deyip sebebini sorduğumuzda, cevaben şöyle dediler:
— Bana iki melek geldi ve şu müjdeyi verdi:
‘Ey Muhammed! Rabbin buyuruyor ki: Sana salavât okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selâm okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?” (Nesâî, Sünen, Sehv 55)
ASIL MUHTAÇ OLAN BİZLERİZ
Son devir dersiamlarından Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri bu mevzudaki bir sohbetlerinde şu açıklamalarda bulunmuşlardır:
“Salevât-ı şerîfenin semerâtına (meyvelerine, onlardan hâsıl olacak dünyevî ve uhrevî mükâfata) asıl muhtaç olan bizleriz.
“Resûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, “Biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (el-Enbiyâ, 107) âyetinin sırrına sahip olmakla, onun hazînesi zâten rahmet-i İlâhiye ile doludur. Getirilen salevât-ı şerîfeler, o dolu hazînenin taşmasına vesîle olur da, bir çok hayır ve bereket olarak tekrar sahibine (yani salevâtı okuyana) avdet eder.”