Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz'in mübârek ashâbından İbn Mes'ûd’un (r.a.) bir değerlendirmesi şöyle:

“Bir kardeşinizin günah işlediğini gördüğünüz zaman, ‘Allâh'ım, onu rüsvay et, Allâh'ım onu kapından kov!’ diye ona karşı şeytana yardımcı olmayın. Fakat, sizi de onun durumuna düşürmemesini Allah'tan niyâz edin. Zira biz, Muhammed (s.a.v.) ashâbı, herhangi bir kimse hakkında, onun ne hâl üzere öldüğünü öğrenmedikçe bir şey demezdik. Ancak, ömrü iyilikle son bulana, ‘Kazandı’ derdik. Ömrü kötülükle son bulan kimse için de korkardık.”

Şimdi İbn Mes'ûd'un (r.a.) bu değerlendirmesini gözümüzün önüne getirelim... Birilerinin bizim için, “Allâh'ım, onu rüsvay et, Allâh'ım onu kapından kov!” diye bedduâ ettiğini düşünelim... O dehşet içerisinde kendimize dönelim... Bu hâlin yanlışlığını ve çirkinliğini görüp, hatalı ve kusurlu olan kardeşimize karşı, birazcık olsun nefsimizi insafa dâvet edelim...

Kötü niyet ve bedduâlarımızı, “Allâh'ım, ona hidâyet et, sırât-ı müstakîminden/doğru yolundan ayırma, onun hoşa gitmeyen fiillerini izâle et ve onu kapından kovma, huzuruna kabul et” mealinde hayır duâlara tebdil edelim. Zira bir mü'min için; doğru olan da, yapılması gereken de budur. Hakk'ın rızâsı da bu yöndedir.


NÜKTE

İNTİSÂBIMIZ YOK AMA İNCİZÂBIMIZ VAR!

Halvetî Aydınzâde Dergâhı'ndan Bedreddin İzzî Efendi'yle, Mahmud Kemâl İnal Bey, pek samimi idi. Çor sık görüşürlerdi.

Aradaki bu muhabbeti görenlerden biri bir gün, Mahmud Kemâl İnal Bey'e;

— İzzî Efendi'ye intisâbınız var mı efendim? diye sorar.

Kemâl Bey'in cevabı, son derece zarif ve samimi olur:

— Hayır efendim, İzzî Efendi'ye intisâbımız yoktur; ama incizâbımız vardır.

Yani demek istiyor ki; bizim ona bağlılığımız, mensûbiyetimiz yoktur ama, onlar tarafından cezb ve celb olunmamız, çekip çevrilmemiz bahis mevzuudur. Câzibeleri bizi bırakmıyor.

Go to top