Halis ECE
“Beşer”; cildin sathı, dış deri, yerin üzerindeki yeşillik mânâlarına gelen “beşr” masdarından meydana gelmiş bir kelimedir. Derisinden kıl çıkması sebebiyle insana da “beşer” denilmiştir.
Hazret-i Âdem'e (a.s.), insanın, insanlığın atası mânâsında “Ebu’l-Beşer”; insan cinsine, “nev‘i beşer”; iki cihan serveri Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz’e de “Hayru’l-Beşer, Seyyidü’l-Beşer” ünvanları verilmiştir. Bunların mânâsı; insanların hayırlısı, insanlığın efendisi demektir.
Ayrıca, insanın tabiî hallerinden bahseden bir ilim dalı olan antropolojiye de, ilmü’l-beşer denilmiştir.
Beşer kelimesinin müfredi ve cem‘îsi aynı olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerim’de, Mü’minûn sûresinin 47. âyet-i celilesinde “beşereyn” şeklinde tesniye olarak da gelmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de bu kelime, otuz altı yerde geçmekte ve insan, yani âdemoğlu mânâsında kullanılmaktadır. Meselâ, “O, sudan bir beşer yarattı.” (S. Furkân, 54) Yine Hz. Âdem’in yaratılışı dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın meleklerle konuşması esnasında da ondan beşer olarak bahsolunur. Kur’ân-ı Kerim bize bunu şöyle haber veriyor:
“Hani Rabbin meleklere demişti ki:
— Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan bir beşer yaratacağım. Artık ben onu tesviye ettiğim (düzenleyip insan şekline soktuğum) ve ona rûhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.
Bunun üzerine bütün melekler hepsi birden secde ettiler. Yalnız İblîs, secde eden (melek)lerle beraber (Âdem aleyhisselâma) secde etmekten imtinâ etti. (Allah Teâlâ);
— Ey İblîs! Secde edenlerle beraber olmayı terketmene sebep ne? buyurdu. (İblîs dedi ki):
— Ben; kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yaratmış olduğun bir insana secde etmek için var olmadım.
Bunun üzerine Allah Teâlâ;
— Öyle ise oradan (cennetten) çık! Çünkü artık sen, (rahmetimden) kovuldun! buyurdu. Muhakkak ki, kıyâmet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır. (İblîs),
— Ey Rabbim! Öyle ise, (varlıkların tekrar) dirileceği güne kadar bana mühlet ver (canımı almayı tehir et), dedi.
(Allah Teâlâ),
— O halde sen, bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin, buyurdu. (İblîs) dedi ki:
— Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık, ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan muhlas olan (ihlâsa erdirilmiş) kulların müstesnâ... (Cenâb-ı Hakk),
— Bu, bana ait dosdoğru bir yoldur. Şüphe yok ki, benim kullarımın üzerinde senin için bir saltanat (hâkimiyet) yoktur. Ancak azgınlardan sana tâbi olanlar müstesnâ, buyurdu.” (S. Hıcr, 28-42)
Cenâb-ı Mevlâmız, cümlemizi “muhlasîn” zümresine ilhak ederek, şeytânın, şeytanlaşmış insanların ve de husûsiyle nefs-i emmârenin şerrinden muhâfaza eylesin.
Rabbimiz (c.c.), Resûlüllah Efendimiz’den beşer vasfıyla da kendisini tanıtmasını istemektedir. Nitekim, “(Habîbim) de ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki), bana, sizin ilâhınızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (S. Kehf, 110) âyet-i kerimesi, bu hususu ifade etmekte; O'nun beşerî vasfının yanında peygamberlik vasfını da açıklamaktadır.