Halis ECE
Maddi bakımdan insanın ömrü; çocukluk, büyüme, durgunluk, olgunluk ve çöküş devresi gibi çeşitli kısımlara ayrılır. Tabii ki çöküş devresinin sonu da ölüm!
Bu devrelerden ihtiyarlık, fıtrî olarak insan ömür ağacının son şekillenmesidir. Her fâni varlıkta olduğu gibi, insan için de âdeta dünyadaki yolculuğun son durağı mesabesindedir. İhtiyarlık hâli, kâinattaki binlerce delil gibi, yeniden var oluşun açık bir delilidir. Zira kâinattaki her şey mütehavvil (değişebilir, farklı hâle gelebilir) ve fânidir. Ancak insanoğlunun ebediyete uzanan ve âhiret âlemini iktizâ eden bir beka arzusu vardır. İşte insanoğlu yaşlansa, vücudu yıpransa bile, bu bekâ arzusu ile yanıp tutuşmaktadır. Âhirete îman olmadığı takdirde, ihtiyarlık döneminde insanı ölüm korkusu sarar. Dünya ve dünya malına karşı daha fazla sarılma hırsı baş gösterir. Böylelikle kişi, arzu ve emellerini gûya bu dünyada tatmin etmeye çalışır. Nitekim hadîs-i şerifte buyrulmuştur ki:
“Âdemoğlu ihtiyarlar; fakat, şu iki şey onunla beraber genç olarak kalır: Dünya hırsı ve uzun yaşama arzusu.” (250 Hadis Kitabı, s. 129)
***
Aslında insan ihtiyarlayınca, diğer kuvvet ve hisler gibi dünya hırsı ve uzun yaşama arzusunda da bir gerileme olması gerekirken, belki ölüm korkusu veya inanç za’fiyetinden, yahut da ebedî saâdeti düşünememekten dolayı bu iki duygu artmaktadır.
Tabiî bu ölüm korkusu ve dünya hırsı herkes için bahis mevzuu değildir. İnananlar ve âhireti düşünenler için ölüm, lâhûtî âleme doğru bir uçmak, rûhun kafesten kurtulup âzâd oluşu ve bir nevi dünya meşakkatlerinden uzaklaşma hükmündedir. İşte ihtiyarlık, bu vuslat yolculuğunun son durağıdır. Bu sebeple hakiki iman sahibi olan insanlarda, ihtiyarladıkça, korku yerine aşk, heyecan, recâ duygusu artar. İmam Gazâlî (rh.), “İnsanda gençlik devresinde korku, yaşlılık devresinde de umut duygusu ağırlıklı olmalıdır” diyerek, korku ve umut dengesini bu şekilde izah etmektedir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri de Mârifetnâme’sinin 1. kısmında ihtiyarlığın durumunu ve ölüm sebebiyle rûhun selâmete eriştiğini bildirerek şöyle der:
“Ölümün kıymetini bilmeyen, uzun ömürlü ve bahtiyar olmasını diler. Halbuki ihtiyarlık, şiddetli bir hastalık ve uzun süren bir hapishane hayatıdır... Elîm bir azap, büyük bir belâ, sefil bir emeldir. Ölüm, rûhu bedenin bu zahmetinden, yaşlılığın eziyetinden kurtarır; ebedî hayata, doğruların, faziletlerin bulunduğu yere götürür. Ve ona kemâlin-olgunluğun lezzetini verip huzura kavuşturur. Binâenaleyh, ölüm yok olmak değildir. Rûhun bedenden ayrılmasından ibârettir.”
***
Yaşlılık, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insanoğlunun maddî açıdan önüne geçilmez bir devresini teşkil etmektedir. Belki insanların ekseriyeti bu devreyi sevmez veya sevimsiz görür; ancak yaşlılık da ölüm gibi ilâhî bir kanundur. Ömrü olan mutlaka bu merhaleden geçecektir. Tarihte olduğu gibi, günümüzde de insan anatomisiyle uğraşan birçok bilgin ve doktor, yaşlılığı ortadan kaldırmak veya en azından onu asgarî bir seviyeye indirmek için çalışmalar yapıyorlar. Lâkin bunda tam olarak muvaffak olamadıkları da bir vâkıadır. Günümüzde birtakım estetik ameliyat ve tedavilerle vücutta sathî açıdan bir iyileştirme yapılıyor olsa bile, bedendeki çöküşün ve ömür ağacının kurumasının önüne geçilememiştir, geçilemez de... Nitekim, İmam Ahmed (rh.) ve daha bir çok muhaddisin rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Ey Allâh’ın kulları, tedâvi olunuz; zira Cenâb-ı Hakk, her hastalığın mutlaka bir çaresini (ilacını) yaratmıştır. Ancak ihtiyarlık denilen hastalık hâriç.” (Keşfü’l-Hafâ, 1, 358-59)
***
İslâmî açıdan bakıldığında, yaşlılık kişi için bir şeref, ihtiram ve meziyet unsurudur. Zira ihtiyar kişi, hayatının her ânına yüzlerce seneyi sıkıştıracak hâle gelmiş, Allâh’ın bahtiyar kulu ve çevresi için bir vakar âbidesidir.
İnsanların çocukluk heveslerine hitap eden bütün gelip geçici şeylerden sıyrılmış, fenâ âleminin ekşi yüzünden bâki tebessümler arz eden canlı bir tablodur.
Bu durumda olan ihtiyar, kabri ağlayarak değil, gülerek; ölümü de kaçacak delik arayarak değil, kucak açarak karşılar.
B İ R K I T‘A:
Günler gelip geçmektedir
Kuşlar gibi uçmaktadır
Ehl-i fesâdın yeri nâr
Ehl-i salâh uçmaktadır
(Aziz Mahmud Hüdâî k.s.)