Halis ECE
Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki:
"Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve kendini bilmezlere aldırma." [A'râf sûresi, 199]
"Hem iyilikle kötülük aynı değildir. Kötülüğü en iyi bir davranışla önle (kötülüğe kötülükle değil iyilikle karşılık ver). O zaman aranızda düşmanlık bulunan kimsenin candan bir dost olduğunu göreceksin. Bu mükemmel davranışı-ahlâkı da, ancak sabredenler gösterebilir. Bu mertebeye ancak, (hayırdan) büyük nasibi/payı olanlar kavuşturulur." [Fussılet sûresi, 34-35]
“Rahmân’ın (çok merhametli Allah’ın hâs) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında, (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” [Furkân suresi, 63]
***
“Rahmân olan Allah’ın kulları”ndan maksat; ibadetini-tâatini, zikrini-fikrini, hamdini-şükrünü bilerek yalnız O’na kulluk eden mes’ut/bahtiyar/mutlu kimselerdir… Onlar ki yeryüzünde tevazu ile/alçakgönüllükle yürürler.
Burada âdeta İslâm ahlâkının, medeniyetinin, tefekkürünün/düşüncesinin ve idealinin bir özeti yapılmıştır. Şöyle ki:
Rahmân'ın kulları, öyle kimselerdir ki; öncelikle gidişleri, yeryüzünde yürüyüşleri ve hareket tarzları-tavırları mülayimdir, asla sert ve kaba değildir.
Sokakta-caddede, çarşıda-pazarda, yolda-belde dolaşırlarken; zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin bir tavır içinde olmazlar… Bilakis sukûnet ve vakar ile alçak gönüllü bir şekilde terbiyeli, nazik ve yumuşak yürürler... Etraflarına sıkıntı ve rahatsızlık vermezler, eza ve cefadan uzaktırlar… Yolda sendeler gibi sağa-sola yalpa yaparak gitmez; hesaplı, saygılı, merhamet tavrıyla güven ve huzur yayarak giderler.
Cahiller, yani kendini-haddini bilmezler, terbiyesiz-edebsiz güruh laf attığında, onlara "selam" derler... Selametle neticelenecek söz söyler, yahut “selametle” deyip geçerler. Onlara çatıp münakaşa etmeye tenezzül etmezler; aksine, yaptıkları patavatsızlıklara-pervasızlıklara-saygısızlıklara tahammül gösterirler.
***
Hakka davet, tebliğ-telkin-irşad, vaaz ve nasihatte yumuşaklığın çok büyük tesiri vardır. İnsanların kabalıkla ve nâhoş usullerle yapılan hiçbir dâvete itibar ettikleri görülmemiştir. Bu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz (c.c.) Sevgili Peygamberimizi (s.a.v.) överek şöyle buyurur: “Ey Rasûl, sen Allah’ın rahmet eseri olarak onlara yumuşak davrandın. Şayet katı kalpli ve kaba olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderlerdi.” [Al-i İmran, 159]
O son derece nazikti… Kimseyi üzmez, kırıp incitmezdi… Bu hususta öyle titizdi ki, ‘Allah’ım, ben bir insanım. Eğer kullarından birini üzüp incitmişsem, beni bu yüzden cezalandırma! diye ilticâ ederdi.
Kâinatın Efendisi (s.a.v.), aslâ yüzünü asmaz, suratını ekşitmez, hata ve kusurları yüze vurmaz, hoşlanmadığı birşey olursa onu da yüz hatlarıyla belli ederdi. Birisinin hoş olmayan bir söz ve hareketini duyduğunda,
“Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle davranıyorlar. Bazıları şöyle-şöyle yapıyorlarmış” diye isim vermeden genel olarak uyarır, o söz ve davranışın yanlışlığını dile getirirlerdi.
Ruh-akıl-nefis ve hissiyâtlarına hitap ederek yetiştirdiği ashab-ı kiramı da, nezaket edep ve terbiye timsâlleri/örnekleri/modelleriydi…
Ebû Büreyde (r.a.) Sevgili Peygamberimizden (s.a.v.) yaşlı bir sahabiydi... Ona bir gün bir lâtife/şaka yapmak istedi…
- “Ey Ebû Büreyde! Sen mi büyüksün ben mi büyüğüm?” diye sordu.
Âlemlere rahmet Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) karşı nasıl ‘Ben büyüğüm’ diye bir saygısızlık edebilirdi. ‘Küçüğüm' dese o da yalan olurdu. Şu enfes cevabı verdi:
- ‘Yâ Rasûlellah, siz benden büyüksünüz. Ben ise sizden yaşlıyım.’
Edep ve nezaket timsâli olmak kadar önemli ne olabilir ki?!
***
Allah Teala’nın isimlerinden birisi de “Refîk” ismidir. Bu ismin Müslümanlarda tecellisi yumuşak huylu olmak şeklindedir. Kabalıktan ve şiddetten çekinen, nazik davranmak mü’minlerin güzel ahlakındandır. Mü’minin Allah’ın rızasını kazanması ve hoşnutluğunu elde etmesinin yolu yumuşaklıktan geçer.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyururlar ki: “Allah refiktir, rıfkı sever. Allah her hususta rıfkla, yumuşaklıkla muamele edilmesini sever. Şiddete karşı vermediği şeyi rıfka karşı verir.” [Müslim, Sahih, Birr, 77]
"Rıfk (yumuşak huyluluk-tatlı muamele) bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyîn eder/süsler-güzelleştirir. Bir şeyden de çıkarıldı mı, onu mutlaka çirkin kılar." [Müslim, Sahih, Birr 78; Ebû Dâvud, Sünen, Cihâd 1, Edeb 11]
***
Ashab-ı kiramdan Cerîr (r. a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayrın tamamından mahrumdur." [Müslim, Sahih, Birr 75]
***
“Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik yapabilmektedir.” [Tirmizî, Sünen, Birr, 639]
***
Müslümanlar kendi aralarında rıfkla/mülayemetle davrandıkları gibi, gayr-i müslimlere karşı da yumuşaklıkla davranmalıdırlar. Böylece inanmayanların da kalbi İslam’a ısınır. Fetih suresinde istenen “kâfirlere karşı şiddetle olma” hususu, savaş halindedir… Yoksa barış zamanında onlara karşı da yumuşak davranmak gerekir. Nitekim Yahudilerden bir grup Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) yanına geldiler. Selam verirken “es-Selâmu aleykum” yerine “ölüm üzerinize olsun” anlamında “es-sâmu aleykum” dediler. Bunu duyan Hz. Aişe (r.anha) validemiz, “Ölüm sizin üzerinize olsun, Allah sizin belanızı versin ve size lânet etsin” diye cevap karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlümüz (s.a.v.) “Yavaş ol yâ Aişe! Yumuşak hareket et. Sert hareketten, çirkin sözlerden uzak dur!” diye ikaz etti. [Müslim, Sahih, Selam, 10]
Kısacası sertlik ve şiddet, daima kötü sonuç verir. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) “Bir şeyde şiddet olursa, o şeyi çirkinleştirir. Allah yumuşaklığı sever” [Edebü’l-Müfred, 1, 466] buyurmuştur. Yine Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: “Kime yumuşak huyluluktan nasip verilmişse ona hayırdan nasip verilmiştir. Kim yumuşak huyluluktan nasipsizse, bütün hayırlardan mahrum olmuştur. Kıyamet günü mizanda en ağır gelen şey güzel ahlâktır. Gerçekten Allah çirkin davranışları ve çirkin sözlülere buğz eder.” [Tirmizi, Sünen, Birr, 66]
***
Son bir hadis-i şerif ve açıklamasıyla mevzumuzu noktalamak istiyorum.
İbn Abbas (r. anhümâ) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.), Abdülkays Oğulları’ndan Eşecc'e:
"Sende Allah'ın sevdiği iki haslet/özellik ve güzellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık" [Müslim, Sahih, Îmân 25, 26] buyurdu.
Hadisin sebeb-i vürûduna/söylenmesine vesile olan hadiseye gelince…
Abdülkays Oğulları kabilesi, Bahreyn dolaylarında yaşayan bir Arap kabilesiydi. Bu kabileden Münkız İbn Hibbân ticaret maksadıyla Medine'ye gelmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz'i (s.a.v.) tanıyınca Müslüman oldu. Efendimiz de ona bir mektup vererek bunu kabilesi halkına götürmesini istedi.
Fakat Münkız Rasûlullah Efendimiz'in mektubunu kabile halkına vermeye cesaret edemedi.
Ama evinde, kimseye farkettirmeden namazlarını kılmaya başladı.
Karısı onun bu halini babası Eşecc'e haber verdi. Eşecc damadı ile görüşerek Rasûlullah’ın gönderdiği mektubu okudu. Gönlüne İslâm sevgisi düştü ve hemen Müslüman oldu.
Rasûlullah Efendimiz'in mektubunu kabilesine okuyunca, onlar da Müslüman olmayı arzu ettiler. Bir heyet hazırlayarak Medine'ye göndermeye karar verdiler.
Asıl adı Münzir ibn Âiz veya Abdullah İbni Avf olan Eşecc'in yüzünde bir kılıç veya bıçak yarası izi vardı. Yüzünde bıçak yarası olan kimselere Araplar Eşecc derlerdi. Ona da bu sebeple Eşecc lakabını vermişlerdi.
Mekke fethinden bir müddet önce yola çıkan bu heyet Medine'ye varınca, bir an önce Rusûlullah Efendimiz görmek, eline ayağına yüz sürmek için Mescid-i Nebevî'ye koştular. Fakat Eşec onlar gibi davranmadı. Devesini bağlayıp en güzel elbisesini çıkardı… Yıkanıp temizlendikten sonra onu giydi… ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna öyle geldi. Onun bu hâli Resûl-i Ekrem Efendimiz'in hoşuna gitti.
Eşecc'in takdire şâyan ikinci bir hali daha görüldü. Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) Abdülkays oğulları'na:
- "Kendiniz ve kavminiz adına bana bîat ediyor musunuz?" diye sorunca, herkes:
- Evet, ediyoruz, dediler.
O zaman Eşecc söz alarak; kendi adlarına bîat edeceklerini, fakat kavimleri adına bu sözü veremeyeceklerini söyledi… Geri dönüp giderken kendileriyle birlikte kavimlerini dine davet edecek bir mürşid gönderilmesini teklif etti… Bu mürşidin davetine uyanların artık kendilerinden olacağını, İslâmiyet'i kabul etmeyenlerle de savaşacaklarını belirtti.
Onun bu sözlerini Rasûlullah (s.a.v.) çok beğendi ve kendisine:
- "Sende Allah'ın sevdiği iki haslet/özellik-güzellik vardır: Yumuşak huyluluk ve ihtiyatkârlık" buyurdu. O zaman Eşecc:
- Bu özellikler bende eskiden beri mi vardı, yoksa yeni mi ortaya çıktı? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):
- "Eskiden beri vardı" buyurunca, Eşecc:
- Beni sevdiği iki özellikle yaratan Allah Teala'ya hamd ederim, dedi.
Hadîs-i şerîfte, Allah Teâlâ'nın sevdiği belirtilen özelliklerden hilm/yumuşak huyluluk, gadap/öfke sıfatının zıddı bir huydur. Hilm akıl mânasına da gelir. Hilmin zıddı olan sertlik ve katılık, insanları inciten, korkup nefret etmelerine ve dağılıp gitmelerine yol açan kötü bir huydur. Halîm kimse, yumuşak huylu insan demektir.
Ancak kuşku yok ki hilmin de bir ölçüsü vardır. Halîm olacağım diye zulme boyun eğmek doğru değildir. Halk arasında ‘hilm-i himârî denilen böylesi yumuşaklık, kötü kimselerin kötülük yapma arzusunu ve cesaretini kamçılayacağı için son derece yanlıştır. Yeri geldiğinde haksızlığa baş kaldırmak bir fazilettir. Milli şâirimiz Mehmed Âkif :
Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum
derken yumuşak başlı olmakla zillete boyun eğmenin farkına işaret etmiştir.
Sertlik göstermek gereken yerde sert, yumuşak huylu olmak gereken yerde mülâyim davranmalı, bu huyların her birini yerli yerinde kullanmalıdır.
***
Yine Allah Teâlâ'nın hoşnut olduğu belirtilen ikinci özellik ‘ihtiyatkârlık’ yani teennîdir. Teennî, bir iş yaparken acele etmemek, yapılacak işin önünü-sonunu düşünmek demektir. Bu da hilm gibi gazap sıfatının zıddıdır. Hem hilm hem de teennî, sabırlı davranmanın bir sonucudur. İhtiyatlı ve ağır başlı kimseler, bir işi yaparken önünü-sonunu düşündükleri için, neticede pişmanlık duymazlar. Yeter ki, fırsatı kaçıracak kadar yavaş hareket edilmesin.
Netice olarak diyebiliriz ki, Hz. Eşecc'in (r.a.) gerek Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzuruna girmeden önceki tutum ve davranışı, gerek onun huzurunda söylediği yerinde ve tutarlı sözleri, kendisinin hilm ve teennî sahibi bir kimse olduğunu göstermiştir.
Rabbim cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed'i ve evladını bu güzel iki huydan yoksun bırakmasın. Amin...