Halis ECE
YAŞLILARA HÜRMET
Bizim örf ve âdetlerimizde/geleneklerimizde, büyüklere hürmet vardır. Büyüklerine hürmet ve saygıyı bilmeyenler, kendileri de bunâ lâyık olamazlar. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, “Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine hürmet ve saygı göstermeyen bizden değildir” îkazlarıyla bunun ehemmiyetine işaret buyurmuşlardır. Atalarımız da bu hadîs-i şeriften mülhemen, “Büyüğünü bilmeyen, Allâh’ını bilmez” demişlerdir.
Eskiden bir meclise yaşlı bir zât girince, orada bulunanlar hep birlikte ayağa kalkar, ona hürmet göstererek baş köşeye buyur ederlerdi. Bugünse, büyüğüne hürmet anlayışını yıkanlar, artık otobüs koltuklarına, “Yaşlılara yer verin” diye yazmak zorunda kaldılar. Sonra o yazıyı da kaldırmak mecburiyetini duydular. Çünkü kimsenin okuduğu, yahut icabını yaptığı yoktu.
Hürmet ve saygı yazıyla değil, verilen tâlim ve terbiye/eğitim ve öğretim, kalbe yerleşen inançla olur. Sen sensen, ben de benim telkini yapılırsa, tabiî ki sonra da “Yaşlılara, mâlûl gâzîlere yer verin” diye yazmak zorunda kalınır. Bu yazıyı yazmak zorunda kalmak dahi, bu neslin ne hâle getirildiğinin acı misâlini teşkil eder. Eskilerin tâbiri ile kısaca, “Mine’l-bâb, ile’l-mihrâb (kapıdan mihrâba kadar, baştan aşağı, büsbütün)” tefessüh etmişiz!
Evet, gençlerin yaşlılara hürmet ve saygı göstermeleri, bizim hem dînî hem de millî örfümüzdür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bizden bunu istemektedir. Bu tamam... Ancak, makam ve mevki itibariyle kendilerine saygı gösterilenler de, hürmet ve saygı beklemeye alışmamalıdırlar. Zira günün birinde mutlaka bulundukları makamdan geri plana düşeceklerdir. Yeni büyükler, yeni saygıya lâyık kişiler birinci plana geçecekler. İşte buna alışmak için, peşin olarak kendilerini hazırlamalı; hürmet ve alâka bekler bir vaziyet sergilememeliler. Hatta gösterilen hürmet ve saygıdan dolayı da fazlaca bir memnuniyet ızhar etmemeli, haz duymamalı; günün birinde bunların azalacağını, hatta yok olabileceğini de hesaba katmalıdırlar.
Hayatlarını alkış tufanı içinde geçiren sahne meşhurlarının, sonunda işi intihara kadar vardırmaları; gösterilen bu alâkadan mahrum kalmanın verdiği intibaksızlıktan/uyumsuzluktan, kulların iltifatına gereğinden fazla değer verip onu gıda hâline getirmelerindendir. Bu gayr-i meşrû gıda kesilince, sarsıntılar ve sonunda yıkılmalar göze çarpmaktadır. Halbuki atalarımız ne güzel söylemiş:
"Şems-i şitâ, tâife-i nisâ, iltifât-ı nâs, lâ yu'teberu külleha."
Yani; kış güneşine, kadınlar topluluğuna ve insanların iltifâtına itibâr edilmez.”
Neden? Çünkü hepsi de, saman alevi, sabun köpüğü gibi geçici ve aldatıcıdır da ondan...
Bir şairimiz ne güzel ifade etmiş:
Aslan adam
Atıldı siyasete aslan adam oldu
Aslan adam aşağı
Aslan adam yukarı
Derken
Aslan adam bir gün
Asılan adam oldu
Demek ki halkın onca oyları, iltifatları, alkış tufanları kâr etmiyor, fayda sağlamıyor.
Sözün özü; neye itibar etmemiz gerektiğini, kimlere hürmet ve saygıda kusur etmememiz icap ettiğini iyi bilmemiz lazım.
Başta anne-babalarımız olmak üzere bütün yaşlılarımızın değerini bilmeli, onların bize Rabbimizin birer emaneti olduğunun şuur ve idraki içinde bulunmalıyız.