Halis ECE

PEYGAMBERİMİZE Mİ’RAC’DA ALLAH TEALA'DAN BEŞ VASİYET

Âlemlerin Rabbi olan Mevla-yi zû'l-Celâl ve'l-Kemâl hazretleri Mi'rac gecesi Habibi'ne beş vasiyette bulunmuştur:

1. Kalbini dünyaya bağlama: Çünki dünyayı senin bekan (orada devamlı kalman) için halk eylemedik.

2. İnsanlardan bir şey bekleme: Sen ne isteyeceksen, Rabbinden iste. O sana kâfidir.

3. Hayy ve kayyûm olan Allah’tan başkasına istinad edip / dayanıp, sakın güvenme: Çünki onların hepsi fanidir.

4. Halka ve dünyaya meyledip, aralarına karışma: Onlardan kalben daima uzak ol, uzakta dur, benimle ol.

5. Salat-i Teheccüd’e devam et. (1)

Ebu Hureyre (r.a.) hazretleri demiştir ki: “Beş şey kime nasip olursa, o kimse şu beş şeyden mahrum olmaz:

1. Bir kimseye Allah’ın nimetlerine şükretmek nasip olursa, o kimse mutlaka daha fazla nimete mazhar olur. Çünki Hz. Allah, “Andolsun, eğer siz nimetime şükr ederseniz, ben de size nimetimi arttırırım.” buyuruyor. (2)

2. Kim ki musibete sabrederse, karşılığında ona mutlaka sevap-mükâfat vacip olur. Zira Hz. Allah buyuruyor ki: “Ancak Allah yolunda sabredenlere mükafat(lar)ı hesapsız ödenecektir.” (3)

3. Kime günahlara tevbe etmek nasip olursa, ona tevbenin kabulu ve ilahi mağfiret hasıl olur. Zira Cenab-ı Hak, “O Allah’tır ki, kullarından tevbeyi kabul buyurur, kötülükleri-günahları afv eder ve O bütün yaptıklarınızı bilir.” buyuruyor. (4)

4. Allah’a dua ve iltica etmek kime nasip olursa, o kimse de er veya geç icabetden mahrum kalmaz. Çünki Hz. Allah, “Bana dua edin, ben de size karşılığını vereyim.” buyuruyor. (5)

5. Kim ki muhtaçlara, zayıflara yardım ederse, karşılığını mutlaka görür; Allah onu asla mahrum bırakmaz. Çünki Hz. Allah, “Her neyi hayra harcarsanız, Allah onun arkasından (dünyada ve ahirette) size karşılığını mutlaka verir.” buyuruyor. (6) Sebe’ suresi, 39; Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 599.
***

RASÛLÜLLAH EFENDİMİZİN NİMETE HÜRMETİ

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Aişe validemizin hücresinde, duvarın dibine düşmüş ve tozlanmış bir parça ekmek görüyor. Hemen onu alıyor, siliyor ve yiyor. Sonra da Hz. Aişe’ye şöyle buyuruyor:

“Ya Aişe! Allah’ın nimetine karşı güzel davran ve bil ki, bir hane halkına küsen bir nimet, onlara bir daha zor geri döner.” (7)
***

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.anhüma) nimete hürmet eden kölesini azad ediyor.

Hz. Abdullah kölesi ile beraber bir yolculuğa çıkmışlardı. Yolda atılmış bir parça ekmek gördüler. Abdullah b. Ömer hazretleri kölesine, o ekmeği yerden almasını emretti… Akşamleyin de Hz. Abdullah kölesine, “O yerden kaldırdığın ekmek parçası nerede? Onu getir” dedi. Kölesi de onu yediğini söyleyince, Hz. Abdullah bunun üzerine kölesine “Haydi git, seni azad ettim! Artık hürsün. Zira ben Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle işittim: “Kim ki yerde bir ekmek parçası görür, yerden kaldırır ve onu yer ise, daha lokma midesine inmeden Allah onun bütün günahlarını bağışlar.” Bu durumda ben, Allah tarafından bağışlanmış bir kimseyi yanımda köle olarak tutmaktan hayâ ederim, buyurdu." (8)

Şeyh Efdaleddin hazretleri buyuruyor ki: “İnsan, ömrü boyunca Allah’ın bir nimeti karşılığında kor bir ateş üzerinde secdeye kapansa, yine de Allah’ın o bir nimetinin şükrünü eda etmiş olamaz.”

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine, “şükür hakkında ne dersin?” diye sorduklarında şöyle buyurdu: “Şükür odur ki, Allah’ın verdiği nimetler ile Allah’a karşı gelip günah işlemeyesin ve o nimetler ile kuvvet kazanıp, kullarına zulum etmiyesin." (9)
***

NİMETLERİN KADRİ-KIYMETİ

1. Halife Mansur, İbn Semmak Hazretlerinden nimetin kadri ve şükrü hakkında kendisine va’z etmesini istiyor. Hem de elinde bir kâse soğuk su vardır, onu içiyor. İbn Semmak Hazretleri diyor ki:

- “Ya Mansur! Eğer şu Arabistan çölünde şu sıcakta şu suyu bulamasan, bu içtiğin bir bardak suya mülkünün yarısını verir miydin?” Halife Mansur:

- “Elbetde verirdim. Ciğerlerim yandıktan sonra mülkün ne kıymeti var? Can bu! Şaka değil” diyor. İbn Semmak Hazretleri:

- “Peki içtiğin bu suyu idrar yolu ile çıkaramasan, kıvranmaya başlasan, onu rahat çıkarma karşılığında da mülkünün diğer yarısını verir miydin?” Halife Mansur:

- “Elbette verirdim” diyor. O zaman İbn Sammak Hazretleri:

- “Ya Mansur! Demek ki senin bütün mülk ve saltanatın Allah’ın bir bardak suyuna bile muadil değil” buyuruyor.

2. Şakik-ı Belhi hazretlerine İbrahim bin Ethem hazretleri soruyor:

- “Siz Behlliler şükür hakkında ne yaparsınız?” Şakik-ı Belhi de:

- “Biz bulunca şükr eder, bulmayınca sabr ederiz” diye cevap verir. Bunun üzerine İbrahim bin Ethem Hazretleri:

- “Bunu Belh’in köpekleri de yapar. Asalı mesele; bulunca Allah yolunda vermek, bulmayınca da sabr edip şükr etmektir” buyuruyor. (10)

3. Ehlulallah’tan bir zat bir mağrada riyazat’tadır. Allah’a şöyle yalvarıyor:

“Ya Rabbi! Ben sana tam manası ile şükr eden bir kul olmak istiyorum. Bunun için ne yapmalıyım?” Hâtıf’tan ruhuna işleyen bir ses işitiyor:

“İstediğin şeyi yerine getirebilmen için, bu âlemde senden daha çok ilahi nimete ermiş kimsenin olmadığına inanarak şükretmen lazım!” Allah dostu:

“Ya Rabbi! Bu nasıl olur? Senin nebilerin, velilerin, âlimlerin-salihlerin, sultanların, nice nice büyük nimetlerine erdiler” diyor. Yine Hâtıf’tan gelen o ses:

“Onların her biri de benim tarafımdan ayrıca senin için birer nimet değiller mi? Nebiler olmasa, doğru yolu nasıl bulacaktın? Âlimler olmasa, kime uyacaktın? Amirler olmasa, evinde nasıl emin olup yatacaktın? Demek ki bunların her bireri de benden sana ayrı ayrı birer nimettir” buyuruyor. (11)
***

BİR LOKMAYA BİLE HÜRMETİN LÜZUMU

İhyau Ulum’un bir rivayetinde, âbidin biri bir ahbabını yemeğe davet eder ve önüne parçalanmış çörekler koyar. Adam bunu küçümseyerek çöreklerin altlarına acaba yanmışlar mı diye bakmaya başlar.

Bunu gören ev sahibi âbidin canı sıkılır ve,

“Dur! der. Bu senin beğenmediğin çörekte nice hikmetler var! Onu meydana kaç kişinin emeği getirmiş bilir misin?”

Sonra da şöyle izah eder:

“Yağmuru taşıyan buluttan, yerleri sulayan sudan, rüzgârdan, topraktan, çift süren, gübre yapan hayvandan, çalışan insanlardan kaç kişinin emeği geçerek o çöreğin hazırlanıp önüne geldiğini bir kere düşün… Allah’ın bu nimetlerini hatırla! Böyle olduğu halde sen hâlâ çöreği alt üst çeviriyor ve beğenmezlik yapıyorsun, öyle mi?”

Yine İhya’da geçen bir haberde ise, bir lokma ekmeğin pişirilip sofraya getirilmesine kadar o çörek veya lokmaya tam 360 kişinin eli değiyor. Bunların içinde ve başında Allah’ın rahmet bulutlarını sevk eden melekler, meleklerin Peygamberi Mikail (a.s.) bulunuyor. Güneşin verdiği enerji; ay, eflak, yerdeki hayvanlar (gübre yapmakta ve çift sürmekte) ve nihayet un değirmenleri veya fabrikaları ve onu pişiren fırıncılar... İşte bunun içindir ki Hz. Allah, “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu elbetteki sayamazsınız.” buyuruyor. (12)

Peki, iş bu kadarla bitiyor mu? O ekmeği mideye indirdikten sonra onun hazmı, kana karışması, fazlalıkların dışarı atılması için hizmet veren melekler de var tabii… Nitekim son devir dersiamlarından, Nakşibendi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri buyurmuşlardır ki:

“İnsanoğlunun vücudunda ona hizmet etmek için 384 melek bulunmaktadır. Bunların 364’ü hafaze (koruma melekleri) diğerleri kiramen kâtibin gibi muvazzaf meleklerdir. Bu meleklerin ikisi ise insanın def’i haceti ile görevli melekler olup, bunlar en zor işi yüklendikleri için, diğerlerinin en faziletlisidirler. Bunun için heladan çıkarken her mümin, “el-Hamdü lillâhillezî ezhebe anne’l-ezâ ve âfânî min zâlik” hamdini ve duasını mutlaka okumalıdır.”

Manası: O Allahu zû’l-Celâl’e hamd olsun ki, benden eza veren şeyi (beni rahatsız eden fazlalığı) giderdi ve beni ondan kurtarıp bana afiyet ihsan eyledi.

Ulû'lazm peygamberlerden İsa aleyhisselâm bir gün; cüzzam hastalığından etleri dökülmüş, kötürüm hale gelmiş, gözleri kör olmuş ve her tarafı perişan âbid bir kula rastladı. Adam şöyle diyordu:

“Kullarından birçoğunu müptela kıldığı dertlerden beni koruyan Allah’a hamd ederim” Hz. İsa o adama yaklaştı ve dedi ki:

- “Daha hangi dert kaldı be adam?”

- “Ey Allah’ın Peygamberi! Onun benim kalbime yerleştirdiği iman ve marifet nuruna sahip olmayanlardan ben çok iyiyim.” Bunun üzerine Hz. İsa,

- “Doğru söylüyorsun” der ve “Ver elini!” diye emr eder. Onun elini tutar ve bir mu'cize olarak onu bütün hastalıklardan kurtarır. O kimse en güzel bir insan olur, yıllarca Hz. İsa’ya havarilik yapar, ona arkadaşlık eder. (13)
***

ŞÜKRÜN KERAMETİ

Hz. Musa (a.s.) Tur-i Sina’ya gidiyordu. Bir âbid karşısına çıktı, ellerini öptü ve adeta yalvararak Hz. Musa’ya,

- “Ya Musa! Herhalde Tur-i Sina’ya Rabbine münacata gidiyorsun. Ne olur Rabbime benim halimi arz et.” Hz. Musa:
- “Nedir o?” diye sorar. Âbid de,

- “Ya Musa! Malım çok, tasarrufunda kusur işleyeceğim de, helak olacağım diye çok korkuyorum. Rabbim benden bu malın bir kısmını alsın. Ricam budur” der. Musa (a.s.) yoluna devam eder, bu defa da çölde çıplak olduğu için yarı beline kadar kuma gömülmüş ve o halde ibadet eden bir başka âbide rastlar. O da Hz. Musa’ya,

- “Ya Musa! Ne olur Rabbime söyle de bana biraz yiyecek, içecek, biraz da giysi ihsan etsin” diye yalvarır.

Hz. Musa (a.s.) Tur-i Sina’ya gider, Rabbine olan münacatını yapar, dönerken o bi şey demeden Hz. Allah buyurur ki:

“Ya Musa! Malının çokluğundan şikayetçi olan ve biraz azaltılmasını benden isteyen kuluma söyle; malının azalmasını istiyorsa, o da şükrünü biraz azaltsın. Diğer çıplak olan, biraz yiyecek içecek isteyen kuluma da söyle; şükrünü çoğaltsın.”

Hz. Musa döner, evvela malının çokluğundan ve şükrünü eda edemeyeceğinden endişe eden zengine uğrar. Zengin ona sorar:

- “Ya Musa Rabbim ne buyurdu?” Hz. Musa,

- “Sen şükrünü çok yapıyormuşsun, onu biraz azaltsın, buyurdu.” O zengin,

- “Rabbimin bana olan bunca nimetine mukabil, ona nasıl şükretmem?” dedi. Ve şükre devam etti; rızkı da arttıkça arttı. Hz. Musa diğer kulun yanına gelince,

- “Rabbim bana ne verdi ki, şükrünü arttırsın, diyor” dedi, o anda hemen bir kasırga çıktı, üzerine örtmüş olduğu kumları da alıp götürdü ve onu çırılçıplak, perişan bir vaziyette bıraktı. (14)

Dikkat: Şükür, nimet mukabili olduğuna göre insanın yaşaması için aldığı her nefeste de, bir alabilme bir de verebilme olmak üzere iki nimet var demektir.

Bir insan da günde ortalama 24 bin defa nefes alıp verdiğine göre, şu halde insan ne kadar çırpınsa bile, değil Allah’ın bütün nimetlerine, yaşaması için şart olan nefes nimetine bile hakkıyla teşekkür etmiş olamaz. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman Han Muhibbî mahlasıyla yazdığı şiirlerinden birinde şöyle demiştir:

Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet, cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak bir cihan kavgasıdır
Olmaya bahtu seadet dünyada vahdet gibi

Rabbimiz celle şânühû da, “Eğer siz Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, sayamazsınız. Muhakkak insan, çok zalim çok nankördür”(15) buyurmuyor muydu?

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, “Seni tesbih ederim Allah’ım! Sana hakkıyla şükredemedik. Ey Meşkûr olan Rabbim...” diye iltica etmiyor muydu?

Hal böyle olunca Allah’ın nimetlerine kimse tam manasıyla şükredemeyeceğine göre, hiç olmazsa gerçek mün’imin (nimeti verenin) O olduğunu bilmesi, buna inanması, elinden geldiğince Ona ibadet edip şükretmesi gerekmez mi?

Hasılı; bi Allah dostunun dediği gibi...
Kapanırsa bir kapı, ne kapılar açar Mevla
Tevekkül et çekme kaygı, işini hoş yapar Mevla
Gurur etme överlerse, mahzun olma söverlerse
Tahammül et döverlerse, olur çaresize çare Mevla
Ahmet Kuddusi k.s.
***

BİR NÜKTE

Behlüldânâ hazretleri Cuma namazına gitmişti, hatip ise mel’unun biri idi. Hutbeye başlarken, her Hatip gibi, “el-Hamdülillah, el-Hamdülillah, el-Hamdülillah” dedi. Fakat kim bilsin, aklından ne mel’anetler geçiyordu ki, bir türlü gerisini getiremiyordu.

Behlüldânâ bu fırsatı kaçırmadı, aşağıdan güya ona yardım etti ve dedi ki: “Seninle bizi imtihan eden -diğer bir mana ile- seni başımıza bela veren Allah’a .... deyince, hatip daha fazla dayanamadı rezil oldu, hutbe’den inip camii terk etti. (16)
***

BİR LATİFE

İmam Gazali hazretleri İhya’sında anlatıyor:

Fakirin biri Hocaları yemeğe davet etmiş... Hocalar da adamın fakir halini bilmeden, ziyafet var diye koşuşmuşlar.

Fakir adam önlerine pişmiş bir kelle getirip onlara ikram etmiş.

Hocalar kellenin vücudu da arkada kızarıyor, gelecek zannı ile ondan bir-iki parça alıp ellerini çekmişler ve beklemeye başlamışlar...

Fakir ev sahibi de oğluna, “Oğlum Hoca efendiler tok galiba, daha yemiyorlar, leğenle ibriği getir, ellerine su dök, sofrayı da kaldır” deyince, hocalardan biri,

“Allah gövdesiz başlar yaratmaya da kadirdir; demek ki bu da öyle bir yaratık, ne yapalım” demiş, kalkıp gitmişler... (17)
***

EN İHATALI - KAPSAMLI ŞÜKÜR

Rahle-i tedrisinde yetişmiş hoca efendilerin beyanına göre, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri (k.s.), “Ya Rabbi! Zatının, Sıfatının, Esmaının, Ef’alinin hudutsuzluğunca sana hamd u senalar, sana şükürler olsun” der ve bunun en muhît/kapsamlı şükür olduğunu ifade buyurmuşlardır.

DİPNOTLAR
(1) Muhammed Ali Ziyaüddin, Mecmuatü’l-Cevahir, İstanbul-1979.
(2) İbrahim suresi, 7.
(3) Zümer suresi, 10.
(4) Şûra suresi, 25.
(5) Mü’min-Ğâfir suresi, 60.
(6) Sebe’ suresi, 39; Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 599.
(7) İmam Şaranî, Levakihu’l-Envar fî Tabakati’l-Ahyar (Terceme), S. 351.
(8) Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 538.
(9) İmam Şa'rani, a.g.e., (Levakihu’l-Envar Tercümesi), S. 418.
(10) Necip Fazıl Kısakürek, Halkadan Pırıltılar, S. 127.
(11) Necip Fazıl Kısakürek, Halkadan Pırıltılar, S. 233.
(12) Nahl suresi, 18; İbrahim suresi, 34; İmam Gazali, İhya Tercümesi, C. 3, S. 213.
(13) İmam Gazali, İhya Tercümesi, C. 4, S. 627.
(14) Terbiyetü’l-Ezhan, S. 65.
(15) İbrahim suresi, 34.
(16) Lebîb Ahmed b. Mustafa el-İstanbulî, [ö. 1284/1867] Cevâhir-i Mültekata, s. 611.
(17) İmam Gazali, İhya Tercümesi, 2, 45.

Go to top