Halis ECE

Her şeyin olduğu gibi elbette ki insanın da bir yaratılış gayesi vardır. Başıboş yaratılmamıştır hâşâ…

İşte, canlı-cansız topyekün varlıkların yegâne yaratıcısı olan Allah Teala, insanoğlunun yaratılışındaki maksadı-gayeyi şöyle beyan ediyor biz kullarına:

Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratmış olan Rabbınıza ibadet ediniz. Ta ki ittika etmiş (yasaklardan sakınmış) olasınız." (1)

Cenab-ı Hak insanı zatına kulluk etmesi için yaratmış… Bunun dışındaki bütün yarattıklarını, zerresinden küresine kadar, hepsini insanoğlunun emrine-hizmetine vermiştir. İnsanı da kendi emri ve hizmeti için yeryüzünde halifesi olarak seçmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Mevlamız bu hususu şöyle dile getirmektedir:

Görmediler mi ki, muhakkak onlar için (kudret elimizin) yaptıklarından dörder ayaklı hayvanlar yarattık. Ve onlar artık bunlara maliktirler. Ve onlara, bunları (yani yarattıklarımızı) musahhar kıldık (itaatkâr kıldık, boyun eğdirdik). Artık bunlardan, onların binecekleri (hayvanlar vardır). Ve bunlardan (sütlerinden içip etlerinden de) yiyorlar. Ve onlar için bunlarda (nice) menfaatlar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (2)
* * *

CANLI YARATIKLAR ÜÇ KISIMDIR

Cenab-ı Hak kâinatı yaratırken evvela canlı-cansız diye ikiye ayırmış, canlıları da şu üç sınıf olarak halk etmiştir:

1. Sadece aklı olanlar… Bunlar meleklerdir. Ayet-i celilede buyruluyor ki: “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.“ (3)

İşte bu ayetin medlûlünce melekler, Allah’a bu akılları gereği asla isyan etmezler. Çünkü onlar nurdan yaratılmışlardır. Allah Teala ne emrederse, melekler ancak onu yaparlar.

2. Sadece nefsi olanlar… Bunlar da behaim yani hayvanlardır ki, nefislerinin arzusundan başka bir düşünceleri ve ilgileri yoktur. Ama buna rağmen hayvanlar, sahiplerini ve yavrularını hisleri ile tanırlar, akşam oldu mu evlerinin yolunu bilirler. Ve yine dostlarını, düşmanlarını da hisleriyle bilirler; yavrularını da tanıtırlar.

3. Hem akıl hem de nefis sahibi olanlar… İşte bunlar da insanlarla cinlerdir. Ve bunlar için Hz. Allah kitabında, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım“ (4) buyurarak kâinattaki varlıklardan sadece insanların ve cinlerin akıl ve şuur sahibi bulunduklarını, dolayısıyla ibadetle-kullukla da onların mükellef olduklarını bize bildirmektedir.

Bu kulluk vazifesini yapmadıkları takdirde, cehennemin onlarla doldurulacağını da şöyle bildirmektedir: “Ve Rabbinin 'Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım' sözü böylece tamam oldu." (5)

Maalesef günümüzün modası ve günümüz insanlarının ağızlarına sakız ettikleri iki cümle görüyoruz:

a ) ”Sen benim ibadet etmediğime bakma, kalbime bak” sözü. Halbuki biz çok iyi biliriz ki, bir kapta ne varsa, dışına da o sızar.

b) ”Çalışmak da ibadettir” diyenler. Elbette! Ama Allah’a itaat ve kullukla beraber…

Yukarıdaki ayetlerde gördük ki, yaratılışımızın birinci gayesi Allah’a kulluktur, ibadettir. Ama o hayatı devam ettirebilmek için de elbette çalışmak gerekir.

Nasıl ibadet edeceğimizi de Hz. Allah Kur’an-ı Kerim’inde bize şöyle bildirmektedir: “Ey iman edenler! rükû edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ki felaha erebilesiniz / kurtulabilesiniz." (6)
* * *

İNSANLARIN ÜÇ GAYESİ

Kitabımız Kur’an-ı Ker’im’in açıkladığına göre, insanların başlıca üç gayeleri vardır:

1. Gayesi sadece yeme-içme ve eğlenme olanlar… “O kimseler ki, kâfir olmuşlardır. Dünyada menfaatlanırlar. Hayvanlar gibi yer ve içerler. Ama gidecekleri yurtları ise cehennemdir.” (7)

Demek ki; kâfirlerin dünyaya geliş gayesi, sadece yemek-içmek ve eğlenmekten ibarettir.

2. Yeme-içme ve eğlencenin en iyisini elde etmek için koşanlar… “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır." (8)

Bu gruptakilerin gayesi de, yukarda saydığımız şeylerin peşinden koşmak ve bunların en iyilerini elde etmeye çalışmak, gece-gündüz bunun için çalışıp çabalamak, çırpınmaktır.

3. Bu kısmın gayesi, güzel ifadelerde bulunmak; nsanları o konuşma ve nutuklarla aldatmak; onlara hem dünyaları hem ahiretleri için her türlü kötülüğü ve ihaneti yapmaktır. Kur’an-ı Kerim bunları da bize şöyle haber veriyor: “İnsanlardan bazıları da var ki, dünya hayatı hakkındaki sözü, senin hoşuna gider. Ve kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar. Halbuki o pek katı bir husumet sahibidir. Ve sen yanından ayrılınca, hemen yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekinleri, ziraatları, zürriyetleri, helak etmeye, yok etmeye koşar (çalışır). Allahu Teala ise, fesadı sevmez (dolayısıyla) müfsitleri de sevmez." (9)

Velhasıl, yeryüzünde bir takım insanların gayesi de, güzel-güzel ifadelerde bulunmak... İnsanları o ifade ve nutuklarla aldatmak; ardından da onlara, hem dünyası için hem ahireti için her türlü kötülüğü ve ihaneti yapmaktır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde bu gibiler hakkında buyuruyor ki:

İçinizden öyle bir topluluk çıkacak ki, onların namazlarına bakınca, siz kendi namazlarınızı beğenmeyeceksiniz. Oruçlarına bakınca, siz kendi oruçlarınızı beğenmeyeceksiniz. Amellerine ibadetlerine bakınca, siz kendi amel ve ibadetlerinizi beğenmeyeceksiniz. Ve onlar Kur’an-ı Kerim de okuyacaklar. Ama okudukları Kur’an (Kur’an’ın ahkâmı ve ahlâkı) onların boğazlarından aşağı (yani kalplerine) inmeyecektir. Okun yaydan fırlayıp gittiği gibi (dünyevi bir menfaat görünce) dinden fırlayıp gideceklerdir.” (10)

Hz. Ali’nin rivayet ettiği diğer bir hadiste ise yine Peygamberimiz (s.a.v.), bu gibiler hakkında ümmetini ikaz ederek buyurmuştur ki: “Kişinin namazı ve orucu, sizi aldatmasın (sizi zarara sokmasın). Siz onun alış-verişindeki (dürüstlüğüne) bakınız.”
* * *

İBADET ETMESEK OLMAZ MI?

Ebu İshak Hazretlerine gelen bir topluluk diyorlar ki:

Ya Eba İshak! Sen va’zlarında hep ibadet etmekten, bahsediyorsun. Acaba ibadet etmesek, olmaz mı? Bunun bir başka yolu yok mu?” Ebu İshak Hazretleri de:

Olmaz olur mu, var! Hem de altı yolu var. Şimdi size o yolları sayacağım; değil bu altı şeyi, bunlardan sadece birini bile yapabilirseniz ibadet etmeyebilirsiniz.”

Bunu duyan topluluk seviniyor. “Aman çabuk söyle, nedir onlar?” diyorlar. Ebu İshak Hazretleri de o altı yolu şöyle sıralıyor:

1. Allah’a ibadet etmek istemiyorsanız, Allah’ın mülkünden çıkacaksınız.

2. Eğer ona ibadet etmek istemiyorsanız, onun size verdiği rızkı yemeyeceksiniz.

3. Ona karşı günah işlerken, öyle bir yere gideceksiniz ki, orada Allah sizi göremeyecek.

4. Azrail gelince, ondan tevbe etmek için, biraz müddet ve müsaade alacaksınız.

5. Kabre konduğunuzda gelecek olan Münker-Nekire cevap vermeyip, onları kovacaksınız.

6. Ve nihayet mahşerde Cenab-ı Hak, “Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.“(11) buyurup seni mü’minlerin arasından çıkartarak cehenneme atacağı zaman, Allah’a karşı gelip cehenneme değil cennete gireceksiniz.

Eğer sizler, bu altı şeyi ya da hiç değilse bunlardan birini yapabilirseniz, o zaman ibadet etmeyebilirsiniz, buyuruyor ve kalkıp yanlarından ayrılıyor.
* * *

İBADETLER SADECE VE SADECE ALLAH İÇİN YAPILIR

İbadeti sadece ve sadece Allah için yapmak gerekir; cenneti kazanmak, cehennemden kurtulmak için bile değil...

Nitekim Rabia-i Adeviye Hazretleri zamanında insanlar, “İbadeti cenneti kazanmak için mi, yoksa cehennemden kurtulmak için mi yapacağız?” diye münazaraya tutuşurlar. Meseleyi halletmek için de bir gün bir sahrada toplanırlar. Bunu duyan o mübarek kadın veli Hz. Rabia, bir eline bir kazma, öbür eline de bir ibrik su alarak oraya doğru yönelir. Kendisini görenler, “Nereye ya Rabia?” diye sorduklarında, “Şu elimdeki kazma ile cennetin ziynetlerini ve nimetlerini kırıp dökmeye, şu su ile de cehennemin ateşini söndürmeye gidiyorum ki; artık Allah’ın kulları cennete kavuşmak için, cehennemden kurtulmak için de değil, sırf Allah rızası için Allah’a ibadet etsinler” buyurmuştu...
* * *
Dikkat: Geçmiş ve gelecek bütün günahları bağışlanmış olan Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ayakları-dizleri, alnı ibadetten şişerken; bizler, yatmakla-uyumakla veya oynamakla mahşer günü nasıl kurtulacağız?

Yine gelmiş geçmiş Allah dostlarına bir bakalım! Onların içinde yatarak, uyuyarak veli olmuş bir Allah’ın kulu var mı?

Keza Ehl-i Sünnet’e mensup ulemadan (âlimlerden) amel etmeyen, ibadet etmeyen veya ibadet etmeseniz de olur, ben kitapta yerini buldum, diyebilen aklı başında birileri var mı?
* * *
Ehl-i Sünnet ölçülerine göre, sakalı yüzünde olması gerekirken ensesinde bulunanların veya maskara gibi sakal bırakanların ya da matruş insanların aldatıcı fetvalarına sakın inanmayalım! Bunlar, bir Arap şairinin dediği gibi şöyle diyorlar (mealen):

“Ye, uzan, yat... Ömrü uzat...”

Veya bunların bir kısmı yine bir Arap şairinin ifadesiyle, “Şehy Efendi’nin zühdüne şaşıp kaldım. O bize cehennemi ve şiddetini hatırlatıyor. Gümüş kapta verilen suyu bile içmiyor. Ama gümüşü ele geçirirse, onu hemen iç ediyor (cebine atıyor).”
* * *

MABET VE İBADET

"Beldelerin (şehirler-kasabalar yaşanılan yerlerin) içinde Allah’ın en sevdiği yer, oralardaki mescitlerdir. Beldeler içinde en buğz ettiği yer ise, oraların sokaklarıdır." (12)

Diğer bir hadisinde Peygamberimiz, “İnsanların fesada gittiği bir zamanda ibadet etmek, bana hicret edip gelmek gibidir" (13) buyuruyor.

Tabiri caiz ise bugünkü camiler ve mescitler, dün Avrupa’da bombardımandan kurtulmak için yapılmış bunkulardır. O gün bombalardan Avrupalı nasıl bunkulara sığınarak kurtuldularsa, bugün de mü'minler nefsin, şeytanın, şeytanlaşmış insanların bombardımanından ancak mescitlere-camilere ve o hükümde olan yerlere sığınarak kurtulabilirler.

Şüphesiz İslam dininde Ruhbanlık da yoktur. Yani, tamamen camilere mescitlere kapanıp, dünyadan el etek çekmek te elbette ki yoktur. İslâm’da dünya-ahiret dengesini muhafaza etmek vardır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz yine Müslim’in rivayet ettiği bir hadisinde, üç defa dinde ve din işinde, amel ve ibadette yersiz şiddet ve zorluk gösterenler helak oldular, buyurmuştur. (14)

Son devir dersiamlarından Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) bir va’zında Cenab-ı Hakk’a şöyle iltica etmişlerdir: “Ya Rabbi! Bizde hakiki varlık yok, bizde kudret yoktur! Biz ancak senin yardımınla sana ibadet ve taat yapabiliriz. Ne olur bu hususta bize yardımcı ol Allah’ım!
* * *

NESİLLER NASIL MANKURTLAŞTIRILDI?

Dünyaca meşhur edebiyatçı Kırgız Türkü Cengiz Aytmatov bir kırgız efsanesinden esinlenerek yazdığı "Gün uzar yüzyıl olur" adlı romanında ortaya attığı bütün dünya dillerine geçmiş bir kavram vardır; MANKURT. Bu kitabında Aytmatov, komünistlerin, nesilleri nasıl beyinsiz, sonra da dinsiz ve şuursuz halde yetiştirdiklerini anlatır.

Romanda, kafaları traşlanarak deve derisinden yapılmış bir başlık geçirilen insanlar güneşte bırakılırlar. Zamanla kuruyan deve derisi kafaya sıkıca yapışır. Bu arada yeniden uzayan saçlar çıkacak yer bulamazlar ve kafanın içine (beyine) doğru uzarlar. Kişi, zamanla hafızasını kaybederek yaşayan bir robota dönüşür. Anadolu'da aynı kelime “mankafa“ olarak kullanılır.

İşte o eserinde özetle; Orta Asya’nın meşhur kavımlarından biri olan JUVAN JUVANLAR (bunlarla komünistleri kastediyor), esir aldıkları milletleri öldürmezler, onları evvela şahsiyetlerinden ve benliklerinden soyan böyle bir işkence uygularlardı, diyor ve ilave ediyor:

İşte Juvan Juvanlar bu esirlerine mankurt adını verirlerdi. Çünkü bunlar bu korkunç işkence ve zulm altında ya yaşıyamaz ölürler veya şuursuz bir esir, emre amade köle olurlar, Juvanlarda hayvanlara bile yaptıramadıkları işlerini onlara rahatça ve fakat merhametsizce yaptırırlardı.

Günümüzün Juvan Juvanları, komünist ve masonları da 80 senedir neslimize sinsice bunu uyguluyorlar. Evvela gençlerimizin beyinlerini iman-İslâm ve Türklük şuurundan kazımak, sonra da dar bir kalıba sokmak, böylece esir edip onları kendilerine köleler gibi çalıştırmak. Nitekim Amerikalılar da bunun bir benzerini Afrika’dan getirdikleri zenci kölelere ZAMBO namı altında yapıyorlardı. (15)
* * *

Dilerseniz mevzumuzu birkaç şiirle noktalayalım.

Bir şairimiz gerçek hürriyeti şöyle dillendiriyor:

Rabba kul olmakla buldum ben hürriyeti / Gerçek hür oldum, buldum nimeti...

Bir başka şairimiz de manevi körleri anlattığı şiirinde şu güzel teşbih ve tasvirlerde bulunuyor:

Görmez a’mâ olan kişi mâhı (ayı) / Nerde kaldı ki göre Allah’ı....
Ne bilir, hüsn-i Yusuf’tan a’mâ / Ne bilir kulluk etmeyen şâhı....
(16)

KAYNAKLAR
(1) Bakara suresi, 21.
(2) Yâsîn suresi, 71–72–73.
(3) Tahrim suresi, 6.
(4) Zariyat suresi, 56.
(5) Hud suresi, 119.
(6) Hac suresi, 77.
(7) Muhammed suresi, 12.
(8) Alu İmran, ayet 15.
(9) Bakara suresi, 204–205.
(10) Buhari, Sahih, C. 11, S. 284.
(11) Yâsîn suresi, 59.
(12) Müslim; Riyazu’s-Salihin, Hadis No: 1838.
(13) Müslim; Riyazu’s-Salihin, Hadis No: 1363.
(14) Riyazu’s-Salihin, Hadis No: 144.
(15) Tercüman, 16 Ekim 1982.
(16) El-Mevaizu’l-Mu’tebera min Aayati’l-Mükerreme.

{tortags,459,1}

Go to top