Halis ECE

“Münkirleri perişan eden beyit…
 
Ukbaya nasıl denir ki boş rey 
Dünya dahi hiç değil olur şey 

Bir gün Abdülhak Hamid’in hayranlarından iki inkârcı Maçka Palas’taki dairesinde kendisini ziyarete gelmişlerdi… Bunların biri milletvekili, biri de doktordu… Ben kendilerini o gün orada tanıdığım için, inkârcılıklarını konuşmalarında sarf ettikleri herzelerden anladım. Çünkü ısrarla üzerinde durdukları nokta dahi şairimizin saygılı bir şiddetle eleştirdikleri mü’minliği idi! Hele inkârcı milletvekili birçok materyalizm mugalataları (demagoji) yaptı, nihayet şöyle bir şey söyledi:

- Mü’minlerin ebediyen yaşayacakları bir cennetle kâfirlerin ebediyen yanacakları bir cehennemden oluşan bir ahret âlemi yalnız akıl ve iz’âna değil, tabiat kanunlarına da aykırıdır. Böyle bir şey bugün artık nasıl kabul edilebilir üstadım?

Abdülhak Hâmid hiç heyecanlanmadan, gayet sakin bir eda ile ‘Makber’in şu ulvi beytini okumakla yetindi:

Ukbaya nasıl denir ki boş rey
Dünya dahi hiç değil olur şey


İnkârcılar hiçbir cevap veremediler, sustular ve nihayet o zor durumdan kurtulmak ister gibi, kalkıp gittiler!..” (İsmail Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler)

***

“Ma’kul bir kehanet…

Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’ya, yetmişlik bir zengin kadının otuz yaşında bir gençle evlenmek istediğinden bahsetmişler…

Paşa hemen,

- Ahmed müsaade etmez, demiş.

Sormuşlar:

- Hangi Ahmed?

- Karacaahmed! Cevabını vermiş.”

(İsmail Hami Danişmend, Tarihi Hakikatler)

***

“Meşru döneklik…

Meşhur İtalyan şairi Alfieri’ye sormuşlar:

- Siz eskiden demokrattınız, sonra birdenbire aristokrat kesildiniz! Nasıl değişiverdiniz? İnsan bu kadar döneklik eder mi?

Şair hiç kızmamış, itidâlini muhafaza edere şu cevabı vermiş:

- Eskiden büyükleri gördüğüm için demokrat olmuştum. Şimdi ise küçükleri gördüğüm için aristokrat oldum!..” (İsmail Hami Danişmend, a.g.e.)

***

“Müşterek babalık…

Edmond Guèrard’ın ‘Dictionnaire enciyclopedique d’anecdotes’ adındaki eserinin 1929’da yayınlanan ikinci cildinin 192’nci sayfasında, soyadı anılmayan bir işadamının çocuklarından biri doğunca, nüfus kaydı münasebetiyle başından geçen bir dalgınlık macerasından söz edilir...

Sadece göbek adıyla ‘Piyer’ diye anılan adamcağız, bir şirkette olduğu için, imzasını ona göre atmaya alışmıştır.

İşte bu alışkanlığının tesiri ile oğlunun nüfus kâğıdına baba sıfatıyla imza atarken, ‘Piyer… ve ortakları’ kaydını koyduğunun farkında bile olmamış…

Ve ancak yanında bulunan ortaklarının kahkahaları üzerine işin farkına varmıştır.”
*
Tarihte, ceddimiz Kanuni’nin himayesinde palazlanıp büyüyen, bugünse AB yolunda önümüze takoz olmaya çalışan Fransız dostlarımız (!) için, ‘müşterek/ortak babalık’ herhalde pek de yadırganacak bir durum olmasa gerek… Ya da böylesine bir maziye sahip bir toplumdan, daha farklı bir tutum ve davranışın beklenmesi abes...

***

“Kalp, çark gibidir, beden de değirmen taşı gibi...

Su, meşiyyet (irade) âleminden hüküm nehri ile gelir ve kalp çarkına vurur. Kalp dönmeye başlar...

Su hızlandıkça çark da hızlanır. Çark hızlandıkça taş daha hızlı çalışır, yerinde duramaz.

Hazırladığı ve imal ettiği şey; buğday, arpa, darı ve susam gibi her ne ise meydana çıkar.” (Hâce Yusuf Hemedânî k.s., Hayat Nedir)

***

“Şeyh, bu dersin zayıflara göre olmadığını söylemişti; zira içinde çok dersler ihtiva eden bir karmaşık dersti bu. 'Hangi tohum neşvünema bulamaz?' diye soruyordu.

Elbette ki taşlar üzerine düşen tohum neşvünema bulmayacaktı.

Kalbi taş gibi katılaşmış olanların hali böyleydi. İşte Rahman'ın ihsan ettiği vesilelerle maksuda erişilecekti ve bu dersi anlamak için kapıları hakikate açık bir kalp gerekiyordu.” (Su Üstüne Yazı Yazmak/Muhyiddin Şekûr)

***

“Yerine göre söz ve sözüne göre yer

Bir gün eski Kıbrıs Krallarından Mikokreon’un sofrasında bulunan meşhur Yunan hatibi Isocrate (İzokrat)’a niçin hep susup hiçbir şey söylemediği sorulmuş… O da şöyle bir cevap vermiş:

- Burası benim söyleyeceklerimin yeri değil. Burada söylenecekleri de ben bilmiyorum!”

***

“Hiçbir zaman kahkaha ile güldüğü görülmemiş, toplumun kötülüklerinden ve nahoş hallerinden kaçmayı kendine düstur edinmiş olan Eflatun'a iki soru sormuşlar.

Birincisi; 'İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?'

Eflatun tek tek sıralamış:

'Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki sonra çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.

Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. Sonuçta; ne bugünü, ne yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...'


Sıra gelmiş ikinci soruya; 'Peki sen ne öneriyorsun?'

Bilge yine sıralamış:

'Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Ve önemli olan; hayatta, en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır...” (Cevdet Kılınç, Bilgelik Hikayeleri)

***

“Ey dünyanın maddi nimetleri peşinde koşan talip!

Dünya nimetlerine ulaştın, ona kavuştun mu?

Yazıklar olsun, eyvahlar olsun sana.

Bil ki, bu nimetlerin sonunda pişmanlık vardır, inlemek vardır, gözyaşı dökmek vardır.

Beylik, vezirlik, padişahlık, aslında ölümdür, derttir, can çekişmedir.

Yükünü başkasına yükleme, kendin yüklen; baş olmayı, yüksek mevkide bulunmayı pek isteme, kimsenin gözüne batmadan fakirce yaşamak daha iyidir.”
(Hz. Mevlana, Mesnevi)

***

“Eğer bir mekânın yanında çöp sepeti yoksa, orası eksiktir. Yüce bir mekânın yanında mutlaka bir çöp sepeti olmalıdır ki; o mekânda toplanan bütün çöp ve pislik oraya atılabilsin. Aynı şekilde Cenab-ı Hak saf nurdan bir kalp yarattığında, bu nefs-i emmâreyi çöp sepeti olarak onun yanına koymuştur. Cehaletin kara lekesi de safiyet mücevheriyle aynı kanatlarla uçar.... Doğru bir okun, eğri bir yaya ihtiyacı vardır. Ey kalp! Sen doğru ok gibi ol! Ey nefis, eğik bir yayın şeklini al!

Sehl b. Abdullah Tusterî hazretleri şöyle dedi: ‘Hiçbir yolun insanı Allah’a iftikar'dan (pek çok muhtaç olduğunu ortaya koymaktan) daha fazla yaklaştırmadığını… ve hiçbir perdenin iddialarda bulunmaktan daha kalın olmadığını gördüm…

İblis’in yoluna bak; iddiada bulunmaktan başka bir şey göremezsin. Sonra Hz. Adem’in (a.s.) yoluna bak; bu kez de ihtiyaçtan (muhtaç olduğunu arzetmekten) başka bir şey göremezsin. Ey İblis, neler söylüyorsun? ‘Ben ondan daha hayırlıyım!’ (A’raf suresi, 12), Ey Adem, sen ne diyorsun? ‘Rabbim, biz kendimize zulmettik’ (A’raf suresi, 23) Onun her şeyi vardı, ama ihtiyacı da olması gerekiyordu; o yüzden Allah’ın sarayı önünde gözyaşı dökmek asla son bulmaz ” (Ahmed Sem'ani, Ravhu’l-Ervah)

***

“…Ölen mü’min için yapılan hayra, başkası da ortak edildiğinde, (şayet sadaka) kabul olursa, ölü o hayrın sevabından istifade eder... Ama başkasının ortak edilmemesi (sadakanın sadece kendisine tahsis edilmesi) durumunda ise, hem sevabından hem de o hayrı Rasûlüllah Efendimize (s.a.v.) bizzat kendisinin götürüp sunması/hediye etmesi sebebiyle, O’ndan gelecek olan feyizlerden ve bereketlerden de faydalanır…

Bu mana
(yapılan hayrın sevabından istifade etme durumu), ölünün başkasıyla ortak kılındığı bütün sadakalarda vardır... Yani sadakaya başkalarının da ortak edilmesi durumunda ölen, bir sevap derecesine ulaşır… Ancak başkalarının ortak kılınmaması durumunda ise, ölü için bir değil iki derece vardır:

1. Sadakanın derecesi…

2. Kendisine verilen bu sadakayı başkasına taşıma/götürme derecesi…”
(İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî es-Serhendî k.s.)
 
***
 
Fikir kırıntıları
 

İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Ama sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir. İnsan, gözden ibarettir aslında... Göz ise ancak gerçek dostu görendir. İnsan gözdür, görüştür... Gerisi ektir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.

Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana; içinde inci vardır.

Doğruluk Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise, sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca bütün eğrilikleri yutar.

Fikir, ona derler ki bir yol açsın; yol ona derler ki bir gerçeğe ulaşsın.
Go to top