Halis ECE
Bilindiği üzere vakit, namazın edâsı için şart, farz olması için de sebeptir ve bu hususta namazla oruç müşterektir. Ancak bir vaktin içerisinde hem o vaktin farzı, hem daha başka namazlar kılınabileceği cihetle namaza zarf olan vakit, oruca mi‘yar (ölçü) olur. Bu sebeple namazda niyeti tayin etmek icap ettiği halde, oruçta lâzım değildir.
Allah Teâlâ, “Güneş’in kaymasından gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı güzel kıl! Bir de kıraatiyle mümtaz olan sabah namazını...” (1) buyararak vakti, namazın farziyetine sebep kılmıştır. Ve yine, “... Namaz, mü’minler üzerine belli vakitlerle yazılı kat‘î bir farzdır” (2) âyetiyle de, her namazın vakti belirlenmiş ve her vaktin namazını kendi vaktinde kılmak farz-ı ayn olmuştur. Bu âyet-icelilenin tefsirinde Kaazî Beyzâvî hazretleri “kitâben mevkûtâ”yı, “vakitlerle sınırlı kesin bir farzdır ki, onu vaktinden çıkarmak hiçbir halde caiz olmaz” diye tefsir etmişlerdir.
Bu itibarla farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazıyla terâvih ve bayram namazları, vakitleri girmezden önce edâ olunmaz. Zira namazın edâsının şartı olan vakit yok ki, meşrut olan namaz sahih olsun. Fıkıh usûlünde meşhur kâidedir: “Şart bulunursa meşrut vardır.” Biri yoksa öbürü de olmaz.
Edâ, vaktin ilk cüz’ünde olursa, namazın sebebi o vaktin ilk cüz’üdür. Şayet ilk cüz’ünde olmazsa, edânın kavuştuğu herhangi bir cüz’üdür. Eğer edâ, vaktin hiçbir cüz’ünde gerçekleşmezse, sebep, nâkıs yani noksan da olsa vaktin son cüz’üdür. Hatta vaktin son cüz’ünde sağlığına kavuşan bir akıl hastası ile o anda ayılan baygına, temizlenen hayızlı ile nifaslıya, bâliğ olan sabîye ve tekrar Müslüman olan mürtede o namaz farz olur. Ancak vaktin son cüz’ünde edâ mümkün olmayacağı için, kaza ederler.
HER YERDE BEŞ VAKİT TAM OLARAK GERÇEKLEŞMEZ
Farz olan namazlar için tayin olunan vakitler, mâlum olduğu üzere beştir. Lâkin bu beş vakit, yer kürenin her tarafında tam olarak gerçekleşmediği için, Kur’ân-ı Kerim’de de açıkça belirtilmemiştir. Hâl böyle olunca, insanın aklına hemen şu soru takılmaktadır:
Peki, bu gibi yerlerde hayatını sürdüren Müslümanlar ne yapacak? Bu vakitlere ait namazlar ne olacak?
İşte İslâm âlimleri, her hususta olduğu gibi, yeryüzünde beş vaktin tamamının bulunmadığı yerlerde yaşayan Müslümanların, o vakitlere ait namazları mevzuunda da nasıl hareket etmeleri icap ettiğine dair ictihadlarda bulunmuş, fetvâlar vermişlerdir. Meselâ başta Nûru’l-izah, Mülteka, Kenz, Meydânî, Merâkı’l-felâh, Dürer, Fetâvâ-yı Hindiye gibi Hanefî fıkhına dair meşhur temel eserlerde hulâsa olarak şöyle denilmektedir:
“Kutup ve kutba yakın beldelerde, senenin en kısa gecelerinde, akşam şafağı kaybolmazdan evvel (sabahın) fecri doğar. Bu ve benzeri yerlerde yaşayanlar, yatsı ve vitrin vaktini bulamazlarsa, onların üzerine o namazlar farz değildir. Çünkü, namazın edâsı için sebep olan vakit yoktur.”
Halebî’de ise bu mesele şöyle açıklanmaktadır:
“Vakit; namazın edâsının şartı olduğu gibi, farz olması için de sebeptir. Öyle ise onsuz namaz farz olmaz. Nitekim es-Sadru’ş-şehîd Burhânü’l-eimme Ömer b. Abdülaziz (ö.536/1141) zamanında fetvâ olarak gelen meselede olduğu gibi... Mesele şöyledir:
- Biz, beldemizde yatsı namazının vaktini bulamıyoruz; bu namazı kılmamız gerekir mi?
Bu soruya şöyle cevap verilmiştir:
- Sizin, yatsı namazını kılmanız gerekmez. Zahîreddîn Hasan b. Ali el-Mergınânî (ö. 600/1203) de bu şekilde fetvâ vermiştir.
Yine bu mesele, senenin en kısa gecelerinde, şafak kaybolmazdan evvel fecrin tulu‘ ettiği Bulgar(3) memleketi hakkında, Şemsü’l-eimme Abdülaziz b. Ahmed el-Halvânî’ye (v. 448/1056) sorulmuş. O, yatsı ve vitir namazlarını kaza etmekle fetvâ vermiştir. Sonra bu mesele, Harzem’de Şeyhu’l-kebîr Seyfü’s-Sünneti’l-Bakâlî’ye (ö. 562/1167 veya 576/1180) gelmiş; o da, yatsı namazının farz olmadığı yönünde fetvâ vermiştir. Onun bu cevabı Halvânî’ye ulaştığında, Halvânî, Şeyhu’l-kebîr Harzem camiinde va‘z ederken, cemaat huzurunda ondan bu meseleyi sorması için bir adam gönderdi. O adam gitti ve dedi ki; ‘Ey Şeyh-i kebîr, beş vakit namazdan birisini ıskat eden (düşüren, hükümsüz bırakan) kimse hakkında ne dersin?’ Soranın maksadını derhal anlayan Şeyh, delille onu susturmak ve doğruyu açıklamak için dedi ki: ‘Elleri dirsekleriyle birlikte veya ayakları topuklarıyla beraber kesilen bir kimse hakkında ne dersin; onun abdestinin farzları kaçtır?’ Buna cevaben adam, ‘Dördüncüye mahal olmadığı için üçtür’ dedi. Şeyh-i kebîr de, ‘İşte beş vakit namaz da böyledir’ buyurdu. Bakâlî’nin cevabı Halvânî’ye ulaştığında, onu güzel buldu ve bu hususta ona uydu.”(4)
Sırrı Paşa’nın, bir tefsirinde; asrımızın fâdıl âlimlerinden diye bahsettiği son devir Osmanlı ulemâsından Hacı Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm (sh. 268) isimli çok kıymetli eserlerinde bu meseleye şöyle açıklık getirmektedirler:
“Senenin en kısa gecelerinde, akşam şafağı kaybolmazdan evvel fecrin tulû‘ ettiği beldelerin ehli gibi, yatsının ve vitrin vaktini bulamayanlara, o namazlar lâzım (farz) olmaz.
Burada anlatılan beldelerden maksat; soğuk kuzey beldelerinin halkı olan Sekâlibe’dir ki, yazın evvelinden 40 gün Güneş, onların arzını 23 saat aydınlatıp (sadece) 1 saat batar. Lâkin, güneşi uzun müddet görmeyenler olduğu gibi, uzun müddet kaybetmeyenler de vardır. Âlûsi’de, Kehf sûresinin tefsirinde, ‘Bazı ufuklarda Güneş, 6 ay doğar, 6 ay da batar’ diye anlatılmıştır. Nitekim 90 arzı (enlemi) ufkunda böyledir. Bazan da 1 saat kaybolup, hemen doğu tarafından aydınlığı meydana çıkar. Senenin bazı günlerinde Bulgar arzı böyledir. Vakitler namaz için sebep olduğundan, fıkıh âlimleri, (bazı) vakitlerin tahakkuk etmediği yerlerde, (o vakitlere ait) namaz da yoktur, dediler. Onların namazları gibi, oruçları ve zekâtları da bahis mevzuu olması lâzımdır. Bununla beraber, oruca sebep olan ‘ayın görülmesi’ gerçekleştiğinden dolayı, farz olmayacağını söylemek de mümkün olmaz. (Bu hususta İbn-i Âbidîn’in açıklaması şöyledir: “Ben derim ki: Oruç, zekât, hac, iddet, alış-veriş, selem, icâre gibi zamanla sınırlı her ibadet ve muâmelede de yine namaz gibi vakit takdir edilir. Bunun için ilk güne dikkat edip dört mevsimin her birine, günlerinin uzunluğuna-kısalığına göre takdir uygulanır. Şâfiî kitaplarında böyle denilmektedir. Biz de buna kailiz, yani bu görüşün doğruluğuna inanıyor ve bunu kabul ediyoruz. Çünkü takdirin aslı, namazlar hakkında ittifakla kabul edilmiştir.” (5)
DECCÂL HADÎSİ VE KUTUPLARDA NAMAZ
Müslim’in rivâyet ettiği meşhur Deccâl Hadîsi şudur:
“Nevvâs b. Sem’ân (r.a.) anlatıyor: Biz, ‘Yâ Resûlellah, o (Deccâl) yeryüzünde ne kadar kalacak?’ dedik. Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: ‘Kırk gün kalacak. (O kırk gün içinden) bir gün, bir sene gibi; bir gün, bir ay gibi ve bir gün de bir hafta gibidir. Diğer günleri ise, sizin bildiğiniz günleriniz gibi (normal 24 saat) olacak.’ Bunun üzerine biz, ‘Yâ Resûlellah! Bir sene gibi olacak o günde, bize bir günün namazı yeter mi?’ diye sorduk. Resûlüllah (s.a.v.), ‘Hayır! O gün için (her 24 saatte normal) bir günün namaz vakitlerini takdir ediniz’ buyurdu.” (6)
Buraya kadar yani yatsı vaktinin taayyün etmediği yerlerle ilgili olarak kıyası kabul etsek bile, bu, ancak kıyasa aykırı olmayan yerlerde caizdir. Deccâl hadîsi bu kıyasa muhaliftir. Zira kıyasın caiz olması için, iki hükmün mutlaka birbirine eşit olmaları gerekir. Burada ise eşitlik bulunmuyor. Deccâl Hadîsi’nde sadece alâmet yok; yatsı namazının vaktinin tahakkuk etmediği yerlerde ise hem alâmet, hem de takdire müsait zaman yok. Zira akşam namazının vakti biter bitmez, sabah namazının vakti giriyor. Binaenaleyh bu meselede, yatsı namazı için ayrılacak hususi bir zaman mevcut değildir. Bu itibarla bu ve benzeri yerlerde yaşayan Müslümanlar, şayet yatsı ve vitir namazlarını akşam şafağı kaybolmazdan evvel kılmış olsalar cem’-i takdim, fecr-i sâdık tulu’ ettikten sonra kılsalar cem’-i tehir olur ki, her ikisi de caiz değildir.
Şeyh Ekmeleddin hazretleri de, Deccâl Hadîsi ile alâkalı olarak, Meşârik şerhinde naklettiğine göre, Kaadî İyâz hazretleri şöyle demiştir: “Bu hüküm o zamana mahsustur. Şerîat sahibi, onu bize beyan buyurmuştur. Zira bu hususta biz, kendi ictihadımıza bırakılsaydık, o günde namaz, bilinen vakitlerde kılınır ve beş namazla iktifa ederdik.”
Hadîs-i şeriften anlaşılan ise, her namaz için hususi bir vakit takdir edilmesidir ki, o vakit, başka namaz için vakit sayılmayacaktır. Hatta o namaz için ayrılan vakit geçmedikçe, ondan sonraki namazın vakti girmeyecektir. Şayet vakit geçer de, o vaktin namazı kılınmazsa, diğer günlerde olduğu gibi namaz kazaya kalacaktır. Zira, sanki zevâl, gölgenin bir veya iki misli oluşu, Güneş’in batması, akşam şafağının kaybolması, fecr-i sâdıkın doğması bu zaman cüzleri içinde, şerîatin hükmiyle takdiren mevcuttur. Ama akşam şafağı kaybolmadan fecr-i sâdıkın doğduğu yerlerde yaşayan Müslümanlar içinse zaman, ya akşam namazının vakti, yahut ittifakla sabah namazının vaktidir. Bu durumda kıyas nasıl sahih (geçerli) olabilir?
Bütün bu açıklamalardan sonra gâyet net bir şekilde anlaşılır ki; elleri dirseklerinden, ayakları topuklarından kesilmiş bulunan kimsenin hâli ile bu mesele arasında fark yoktur. Nitekim Bakâlî de bunu söylemiştir. Halvânî ise bu hususta ona muhalif bulunduğu halde, insaf ederek, kendisini tasdik etmiş, onun sözüne dönmüştür. Çünkü el ve ayakları yıkamanın hükmü, şartı bulunmadığı için kalkmıştır. Mahaller, yani yıkama yerleri şartlar demektir. Burada da namazın şartı, hatta sebebi de bulunmadığı için, farz değildir. Abdestte elleri yıkamanın farz olması için, dirseklerden koltuklara kadar; ayaklarda ise, topuklardan yukarı ayak miktarı bir kısmın halef olduğunu (onun yerine geçtiğini) gösteren bir delil nasıl yoksa, bu meselede de akşam veya sabah namazının yahut her ikisinin vakitlerinden bir cüz’ün, yatsı vaktine halef olduğuna işaret eden bir delil yoktur.
Evet, mükellef olan Müslümanlara namaz nasıl icmâ ile beş vakit farz ise, abdestin farzları da yine icmâ ile dörtten az değildir. Lâkin bütün bunlarda, farziyetin şart ve sebeplerinin tamamının bulunması da mutlaka lâzımdır.
Kısacası kutuplarda, meselâ 90 arzı (enlemi) ufkunda olduğu gibi, vakitlerin normal olarak tahakkuk etmediği, bununla birlikte takdire müsait bir zamanın hüküm sürdüğü yerlerde ibâdetler, vakitleri normal olarak teşekkül eden en yakın yerlere kıyas edilerek edâ edilir. Zira buralarda, namazın edâsı için şart olan, takdire müsait bir zaman süresi mevcuttur. (7)
DİPNOTLAR
(1) İsrâ sûresi, 17/78.
(2) İsrâ sûresi, 17/78.
(3) Bulgar beldesi, kuzeyde Rusların karanlık ve pek soğuk bir şehridir. İbn Âbidîn, Terc. 2, 25.
(4) İbrahim el-Halebî (ö.956/1549), Mukayyed Halebî Sağîr, s. 151.
(5) İbn Âbidîn Terc., 2, 31.
(6) el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2, 31, (Hadis No: 1621) Beyrut, 1351; İbn-i Âbidîn (Terc), 2, 28.
(7) İbn Âbidîn (Terc.), 2, 25-32.