selamunaleyküm hocam, islamda ticarettte kar sınırı nedir  birde cuma namazının farzına 2. rekatte yetişen kişi namazı nasıl tamamlamalı  

*******

Ve aleyküm selam.

Dinimizin ticaret hukukunda muayyen/belirli bir kâr haddi tayin edilmemiştir. Yani piyasanın serbest oluşması; arz ve talep dengesine göre fiyatlandırmanın yapılması; fahiş olmamak, aldatmamak ve zarara da girmemek şartıyla maldan uygun bir bedel istenmesi; malın görülerek fiyatı üzerinde pazarlık yapılması İslâmiyet’in alış-verişlerde aradığı temel kriterlerdir.

Fahiş fiyat uygulayarak insanları aldatmak haramdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Müslüman Müslüman’ı aldatmaz. Aldatan bizden değildir[Dârimî, Sünen, Büyû’, 10]  buyurmuştur. Fakat Müslüman’ın aldanmaması da esastır.

Satıcı çürük mal satmamalı, aldatmamalı ve yüksek fiyat söylememelidir.

Müşteri de malı görmeli, fiyatına göre kalitesinin uygunluğundan emin olmalı ve bedelinden razı olmalıdır. Pazarlık yapılarak malın fiyatıyla ilgili uygun bir rakamda anlaşmaya varılabilir. Bedelini makul bulmayan ve pazarlık sonucu fiyatı makul bir seviyeye çekemeyen müşterinin malı almama hakkı vardır. Mal teslim alındıktan sonra satıcı tarafından kasıtlı bir aldatma ve sahtekârlık yapıldığı anlaşılmış olursa, alış-veriş akti müşteri tarafından feshedilebilir.

***

A ç ı k l a m a

Meseleyi biraz daha genişçe ve detaylı olarak ele alacak olursak şunları söşyelebiyiriz:

İslâm’ın alış-verişe/ticarete getirmiş olduğu esaslardan birisi de fiyat koyma yasağıdır. Bilindiği gibi bugünün siyaset anlayışında genel olarak hükümetler fiyatlara müdahale etmektedir. Hükümetlerin narh koyması ve fiyatlara müdahale etmesi İslâm’ın ekonomi anlayışına ters düşmektedir. Ayette insanların mallarını alıp satarken mallarının bulunması şart koşulmaktadır. Bu hususta “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin.[Nisa suresi, 29], buyrulmuştur. İmam Kasanî (rh.) bu ayete dayanarak ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) “gönlü hoşnut olmadıkça Müslüman kişinin malı helâl olmaz.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5, 72] hadisini göz önüne alarak narh konulamayacağını, fiyat koymanın haram veya mekruh olduğunu söylemektedir. Hatta şu veya bu fiyattan satması için mal sahibine baskı yapmak, “hacr” (şahsın kişiliğini kısıtlama) anlamına gelir ifadesini kullanmaktadır. [Kasanî, Bedâyi’, 5, 129]

O halde mal sahibi satıcıların ve para sahibi alıcıların râzı olmayacağı bir fiyatı tesbit etmek, bu şartı yani rıza şartını ortadan kaldırır. Rıza şartı ortadan kalkınca böyle bir alış-veriş geçerli olamaz. Onun için İslâm normal şartlar altında mal sahiplerinin dışında kalan şahıs ve kurumların fiyatlara müdahale etmesini yasaklamıştır, diyebiliriz. Bazı hadis kitaplarında geçen hâdise, Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) fiyat koymayı yasaklamasına sebep olmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında fiyatlar yükseldi; pahalılık oldu. Kimi sahabeler Peygamberimiz’e (s.a.v.) gelerek, fiyat koymasını istediler. Fahr-i Kâinat (s.a.v.) bu isteği geri çevirerek şöyle buyurdu:

Ucuzluk ve pahalılık bizim elimizde değil, Allah’ın elindedir. Bizim Allah’ın takdir ve kazasını değiştirmeye hakkımız yoktur”.  [Ebu Yusuf, Kitabü’l-Harac, (Terc. Ali Özek), s. 91]

Başka bir hadis-i şeriflerinde ise Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

Şüphesiz fiyatların ucuzlaması ve yükselmesi Allah’ın elindedir. Ben, yanımda hiçbir kimsenin hakkını taşımadan Allah’a kavuşmak istiyorum”.

Hadisin başka bir rivayeti de şöyledir:

Fiyat koyan, kıtlık ve bolluk yapan ve rızık veren Allah’tır. Allah’a yemin ederim ki, ben size kendiliğimden ne bir şey verebilirim ve ne de men edebilirim. Ben ancak bir hazînedârım; işleri emir olunduğum gibi yaparım. Veren ise Allah’tır. Ben, mal, can ve kan hususunda hiçbir kimsenin hakkını üzerime geçirmeden Allah’a kavuşmak istiyorum.” [Ebu Yusuf, a.g.e.,  s. 91; Bkz. İbn Mâce, Sünen, Ticarat, 27; Ebu Davud, Sünen, Büyu, 49; Tirmizi, Sünen, Büyu, 73; Darimi, Sünen, Büyu, 13; Osman Eskicioğlu, İslâm Açısından Enflasyon ve Çözüm Yolları, s. 193]

Mevzu umumi olarak fıkıh kitaplarında da müzakere edilip ele alınmış ve fiyat koymanın mekruh olacağı hükmüne varılmıştır. Yalnız bu normal şartlar altında fiyatlara müdahale yasağıdır. Herhangi bir malda tekelcilik oluşmuş ve halka çok çok pahalı olarak satılıyor böylece vatandaşlara zulüm yapılıyorsa o takdirde Devletin bunu önlemek için fiyat tesbit etmesine (narha koymasına) cevaz verilmiştir.

N e t i c e

İslâm iktisadiyatında (ticaretinde) fiyatlara müdahale edilmez. Üretici-tüketici veya arz-talep dengesinin yani serbest piyasanın ortaya koyduğu fiyat, malın normal fiyatıdır. Bu sistem uygulandığı takdirde hangi malların kimler için ve ne kadar üretileceği meselesi çözümlenmiş olur. Fiyatlar devlet tarafından tespit edildiği takdirde herkes kendi menfaatini düşüneceği için pancar tarlasına pamuk, pamuk tarlasına ise fasulye ekilmeye başlanır ki, bu da toplum açısında zararlı olur.

Şu halde piyasayı kendi emri altına alan ve istediği fiyatı istediği şekilde koyan tekelci ve kartelci şahıs veya kurumlar olmadığı müddetçe İslâm fiyat koymaya ve müdahale etmeye izin vermez. Böyle bir durumda ise devlet, adaleti sağlamakla vazifeli olduğu için, adaletin gereğini yapacaktır. Kamu hukukunu ve kamunun menfaatini korumakla görevli olan devlet, halkın zararına çalışmaya başlayan bir piyasaya müdahale etme hakkına sahiptir. Piyasada ne satıcılar ve ne de alıcılar zarar görürler. İdare her iki tarafın menfaatini korumak durumundadır. İmam Malik (r.a.), piyasada damping (fiyat düşürümü) yaparak diğerlerinden daha düşük bir fiyatla üzüm satan tüccara Hz. Ömer’in (r.a.) müdahale ettiğini; malını ya başkaları gibi yüksek fiyatla satarsın, ya da bu pazardan gidersin dediğini nakletmektedir. [İmam Malik, Muvatta’, Buyu’, 57]

Aslında devletin fiyat koyup koymaması, hangi şartlarda fiyat koyabileceği veya koyamayacağı hususunda İslâm âlimleri ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik, Hz. Ömer (r.anhuma) hâdisesini anlattığımız gibi naklederek, müdahalenin caiz olduğunu savunurken, İmam Şâfiî (rh.) ise olayı başka bir rivayetle naklederek şöyle demektedir: Hz. Ömer (r.a.), Musalla çarşısında önünde iki çuval kuru üzüm bulunan Hatib b. Ebî Beltaa’ya uğradı. Fiyatını sorup öğrenince ‘iki ölçeğini bir dirheme sat’ diyerek Hatîb’e fiyat bildirdi. Bundan sonra Hz. Ömer şöyle dedi: ‘Taif’ten kuru üzüm yüklü bir kervanın gelmekte olduğunu haber aldım. Onlar gelince senin fiyatına bakarak hareket ederler. Bu durumda ya fiyatını yükseltirsin ya da üzümünü evine götürüp istediğin fiyattan satarsın’. Hz. Ömer eve döndüğünde kendisini sorguladı. Sonra Hatîb’ın evine gelerek ona şöyle dedi: ‘O sana söylediğim ne benim sana verdiğim bir emir ve ne de benden bağlayıcı bir hükümdür. Ben onu senden sadece çarşı halkına iyilik olsun diye istedim. Artık sen üzümünü istediğin yerde ve dilediğin fiyatla sat.” [İsmail b. Yahya el-Müzenî, Kitabu Muhtasari’l-Müzenî, s. 92; Bkz. İmam Şâfii, el-Ümm, 8, 92]

İsmail b. Yahya el-Müzenî bunları naklettikten sonra İmam Şâfiî’nin (r.aleyhima) şöyle dediğini bildiriyor: ‘Bu hadis, Malik’in rivayet ettiği hadise aykırı değildir. Çünkü ya Mâlik hadisin bir kısmını rivayet etmiş ya da ondan rivayet eden kimse böyle rivayet etmiştir. Bu ifade ise hadisin başını ve sonunu bir araya getirmiştir. Ben de bu metni benimsiyorum. Çünkü insanların malları bizzat kendilerinin hâkimiyeti altındadır. Onların mallarının tamamını veya bir kısmını, kendilerine gerekli olan haller dışında, kendi rızaları bulunmadan kimse alamaz. Buradaki durum ise o zorunlu hallerden biri değildir’.

Şu halde İslâm ekonomisinde normal şartlar altında fiyatlara sınır koymak ve fiyatlara müdahale etmek yoktur. Ancak üreticiler veya tüketiciler, alıcılar veya satıcılar kamplaşarak karşı tarafa zarar vermek isterlerse ya da bir kimse veya kurum tekel oluşturmak isterse o takdirde bilirkişilerin isteği doğrultusunda devlet gerekeni yapar diyebiliriz.

*** 

Cuma namazının farzının ikinci rek’atında yetişen kişi

Cuma namazının farzının ikinci rek’atında yetişen kişi, namazını tamamlamak üzere ayağa kalkınca  "Sübhâneke"yi okur.

Cemaate ilk rek`atta imama yetişemeyen kimseye mesbuk  denir. Bu kimse yine imama uyar. Son oturuşta sadece Tehıyyât`ı okur ve susar; salâvat ve duaları okumaz. Teşehhüdü ağır-ağır okuyarak imamın namazı tamamlamasına kadar da uzatabilir. İmam sağa selâm verince o selâm vermez, sola da selâm vermesini bekler. İmamın sola da selâm vermesinden sonra ayağa kalkarak yetişemediği rek`atları tamamlar. Şöyle ki:

İmama ikinci rek`atta yetişen kimse, imam selâm verdikten sonra Allahü Ekber diyerek kıyama / ayağa kalkar. Sübhâneke, Fâtiha ve zamm-ı sûre okuyup rükû` ve secdeleri yaptıktan sonra oturur. Tehıyyât, salâvat ve duaları okuyarak selâm verir.

Go to top