Selamun aleykum hocam.. Hayırlı akşamlar.. Nasılsınız? Hocam bu akşam ufak bir konuda fikir ayrılığı oldu.. Ben de konu ile alakalı size danışmak istedim.. Bir kardeşimiz Kur’an’da kurban ile alakalı Kevser suresi geçmekte ve ayet ile sabit olduğu halde neden farz olmadığını sordu.. Hanefi fıkhına göre vâcip diyebiliriz, dedik.. Fakat ısrarla bu kardeşimiz, neden farz olmadığının açıklamasını sordu.. Cevabımız nasıl olmalı? Fazıl Karataş
*******
Ve aleyküm selam Fazıl kardeşim; teşekkür ederim, sağlığınıza duacıyım.
Malumunuz olduğu gibi “vâcib”in kelime manası kısaca, gerekli ve lüzumlu olan, demektir. İslâm fıkhında-hukukunda ise farzın karşılığında bir tabir olarak vâcip, sadece Hanefi mezhebinde vardır… Ve aynen farz gibi Allah Teala'nın ya kendi kelâmıyla ya da Rasûlü’nün sözüyle kat’iyetle yani kesinkes yapmamızı istediği şeylerdir.
Farz ile vâcip arasındaki fark
Farz, sübûtu ve ifade ettiği manası (delâleti) kesin olan delillerle Şâri’in yani Allah veya Rasûlü’nün emrettiği fiillerdir. Farzlar, başka manaya gelme ihtimali bulunmayan âyet, mütevâtir veya meşhur hadis, ya da icmâ gibi kesin delillerle sabit olur. Beş vakit namaz, zekât, hacc ve namazda Kur'ân-ı Kerîm'den belli bir miktar okumak gibi. Bunlarla ilgili hem âyetler vardır, hem de Rasûlullah’ın (s.a.v.) mütevâtir veya meşhur kuvvetinde kavlî veya fiilî sünnetleri (söz veya uygulamaları) bulunmaktadır.
Farzın hükmü; yerine getirilmesi şarttır, kesin olarak gereklidir. Terk eden ağır cezayı-azabı hak etmiş olur; farz olduğunu inkâr edenin dinden çıktığına hükmedilir. Namaz, zekât, oruç, hac gibi…
Vâcibe gelince…
Evet, lûgatte “sabit, lâzım, var ve gerekli olan şey” manasına gelen vâcip, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerinde fakihlerin çoğunluğuna göre farz ile müterâdif (aynı) manaya olup, Şâri’in mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil demektir. Hanefîler ise kat`î delille sabit olan hükme farz, zannî delille sabit olan hükme vâcip diyerek ikili bir ayırım yapmışlardır. Ancak Hanefîler, vâcibin de farz gibi kesin olarak yapılması gerektiği görüşündedir. Onların bu ayırımı daha çok delilin kuvvetini ve inkârın dinî sonuçlarını göstermeyi hedefler. Bu sebeple Hanefîler vâcibi çoğu yerde “amelî farz” olarak da isimlendirirler. Meselâ fıtır sadakası, namazda Fâtiha'nın okunması, vitir ve bayram namazları, kurban kesme zannî delille sabit olduğundan Hanefîler'e göre farz değil vâciptirler.
Hanefîler'e göre vâcip iki kısma ayrılır:
a) Kat`î bir delile yakın derecede kuvvetli görünen zannî bir delille sabit olan vâcipler… Bu kısma giren vâcipler amelî farz veya zannî farz adını alır. Vitir namazı, abdestte başın dörtte bir miktarını meshetme böyledir.
b) Zannî delil olan haber-i vâhid ile sabit olan vâcipler ise, önem derecesi itibariyle amelî farzın altında ve sünnetin üstündedirler. Meselâ namazda Fâtiha okuma, vitir namazında kunut tekbiri, bayram tekbirleri, namazın sehiv secdesi ile ikmâl edilen vâcipleri böyledir.
Vâcibin hükmü; vâcibin inkârı küfrü gerektirmez, münkiri kâfir olmaz. Ancak sapıklıkla itham sebebi görülür. Vâcibin terki farzın terki ölçüsünde olmasa bile yine de günah ve sorumluluğu gerektirir. Meselâ namazın vaciplerinden birinin yanılarak terk edilmesi, sehiv secdesini gerektirir. Bir vacibi kasten terk etmek ise, tahrimen mekruhtur ve namazın iadesi lazım gelir.
Vâcibi anlatan emrin, ya Allah'ın Rasûlü’ne ait olup olmamasında, ya da istenen şeyin öyle mi, ya da böyle mi olduğunda, ufak da olsa bir şüphe vardır. Bu şüphe yüzünden farz derecesinden biraz aşağı düşmüştür. İkinci bir fark, vâcibi inkâr eden, yine bu şüphe yüzünden dinden çıkmış olmaz, ancak günah işlemiş olur.
***
Kurban kesmenin hükmü
Kurban kesmek, farz değil de vâciptir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de,
“Muhakkak biz sana Kevser'i verdik. O halde Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes.” [Kevser suresi, 1-2] buyrulmaktadır. “Kurban kesme ile namaz kıl” emri, yan yana geldiğinden “namaz kıl” emri, bazı âlimlerce Bayram Namazı’na işaret sayılmış; bazılarınca da her gün kılınan beş vakit namaz olarak anlaşılmıştır. Böylece ayet-i kerimenin delaletinde ittifak maydana gelmediğinden Hanefiler’ce, Bayram Namazı farz değil vâcip sayılmıştır.
Yine “kurban kes” emri bazılarınca, sadece Rasûlullah Efendimize (s.a.v) mahsus sayıldığından, ayetin dalaletinde ittifak sağlanamamıştır. Bunun için kurban, vâcip kabul edilmiştir.
Vâcip, amel bakımından farz gibidir. İşleyene sevap, özürsüz terk edene ceza vardır. Fakat i’tikad bakımından farz gibi değildir; inkâr eden dinden çıkmaz.
Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) de, “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” [İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 321] ifadeleri, bu ibadetin önemini ortaya koymaktadır. Bu ve benzeri nasslardan hareket eden Hanefi fukahâsı, kurban kesmenin vâcip olduğu görüşündedirler. [Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-1331, 12, 8; Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Kahire, 1327-1328/1910, 5, 61-62; el-Fetâva'l Hindiyye, Bulak 1310, 5, 291]
Bir başka izahla Hanefîler’in, kurbanın vâcip oluşu hususunda dayandıkları deliller şunlardır: Yukarıda da belirttiğimiz üzere Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emri, amel bakımından “vücub” ifade eder. Çünkü sadece Rasûlüllah’a (s.a.v.) mahsus olduğu belirtilmeyen emir, ümmetini de içine alır. Ancak âyette cemi‘ sîgasının bulunmayışı, delâlette zan meydana getirdiği için kurbanın hükmü farz değil, vâcip derecesindedir.
Bu âyet-i kerimenin yanında bazı hadîs-i şerifler de kurbanın bu hükmünü kuvvetlendirmektedir. Rasûlüllah (s.a.v.), “Kurban kesiniz. Şüphesiz bu, babanız İbrâhim’in (a.s.) sünnetidir” [İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 3] buyurmuştur. Burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kurban kesmeyi emretmiştir. Mutlak emir sîgası ise, amel bakımından vâcibi ifade eder. Keza yukarda zikrettiğimiz şu hadîs-i şerif de kurbanın vâcip olduğu hükmünü teyit ediyor: “Kim genişlik ve imkân bulur da kurban kesmezse, bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.” [İbn Mâce, a.g.e., Edâhî, 2] Böyle bir tehdit, ancak vâcibin terki hâlinde bahis mevzuu olur. Diğer taraftan bazı hadîs-i şeriflerde, kurbanın ümmet için sünnet olduğunun belirtilmesi, vâcip oluşuna mâni teşkil etmez. Çünkü sünnet; yol, gidiş mânâlarına da gelir.
Kurban kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir. Gücü yetenin onu terketmesi mekruhtur. Şâfiîler’e göre, kurban kesmek, tek başına olan kimse hakkında aynî sünnettir. Eğer âile fertleri birden fazla ise kifâî sünnet olur. Dolayısıyla âile fertlerinden herhangi birisi bunu yerine getirecek olursa, hepsi için yeterli olur. [İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 617]
Bu mevzuda İmam Mâlik'ten (rh.) iki görüş nakledilmektedir. Bu görüşlerden birisine göre kurban kesmek vâcip, diğer ağırlıklı görüşe göre ise müekked sünnettir. Bilindiği gibi, Mâlikîlerin içtihat sistematiğinde vâcip tabiri, Hanefîlerin farz tabirinin karşılığıdır. Zira Mâlikî, Şâfiî ve Zâhiriler başta olmak üzere, müçtehit imamların çoğunluğuna göre, özellikle de ibadet mevzularında farz-vâcip ayrımı bulunmamakta ve bu iki tabir aynı manada kullanılmaktadır.
Mâlikî mezhebinde, kurban mevzuunda İmam Mâlik'in iki görüşünden vâcip (yani onlara göre farz) olduğuna dair görüşü değil, müekked aynî sünnet olduğuna dair olan görüşü mezhepte ağırlık kazanmıştır. Mâlikî mezhebindeki müçtehitlerden, kurban kesmenin vâcip (farz) değil müekked sünnet olduğunu kabul edenler de, kurbanı diğer müekked sünnetlerden daha üst derecede gördüklerinden dolayı, sünnet olduğunu söylerken de, özel olarak önemini vurgulayan (aynî gibi) ifadeler eklemektedirler.