S.a hocam güneşin batıdan doğuşu ve batıdan doğduktan sonra tövbe kapısının kapanması hakkında bilgi verebilirmisiniz
*******
Ve aleyküm selam kardeşim.
1- Kıyametin büyük alametlerinin yedincisi güneşin, her zamankinin aksine doğudan değil de battığı yerden doğmasıdır. Bu husustaki hadisler bazı âlimlerce zahirî manalarıyla kabul edilmiş ve başka türlü te’vil edilmemiştir. [Bkz. en-Nevevî, el-Minhâc fî Şerhi Sahîhi’l-Müslim, 1, 310]
Rasâlullah Efendimizin (s.a.v.) bildirdiğine göre, güneş batıdan doğmadan kıyamet kopmayacaktır. Güneşin battığı yer tarafında genişliği yetmiş yıllık mesafe olan bir kapı vardır ki, buna tevbe kapısı denilir.
Bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar daima açık olacak ve tevbe eden herkesin tevbesi kabul edilecektir. Güneşin battığı yerden doğması hadisesi vuku bulduğunda, o kapı da kapanacak ve artık hiç kimseden tevbe kabul edilmeyecek, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır elde edememiş insanların imanları kendilerine bir fayda sağlamayacaktır.
Halbuki o dehşetli alameti gören bütün insanlar iman edecekler, ancak bu geçersiz bir iman olacaktır. Yine kavranması zor, ancak iman edilmesi vacip olan gaybî haberlerden birisi de Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bildirdiği şu hadisedir:
Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor:
Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Güneş her gün battıktan sonra Arş’ın altındaki müstekarrına (karar kılma, yerleşme yerine) gider ve secde etmek için izin ister. Kendisine secde için izin verilir, secde eder ve bu halde kalır.
Nihayet kendisine:
− Kalk, geldiğin yerden geri dön! denilir. Bu hal rutin olarak ta ki insanların her türlü çirkinliği aşikâre yaptığı bir döneme kadar her gün devam eder.
Belirlenen o vakit geldiğinde güneşe:
− Kalk ve battığın yerden doğ! denilir. Bunun üzerine güneş batı tarafından doğar. Bu alamete şahit olan insanların hepsi imana gelir, ancak tevbe kapısı artık kapanmıştır. İşte o gün, şu ayette bize bildirilen gündür:
“…Rabbinin ayetlerinden / delillerinden bazısı geldiği gün, önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanmayan kimseye (o günkü) imanı hiçbir fayda vermez.” [En’âm suresi, 158; Buhari, Sahih, Hadis no: 3017, 4362, 4696, 6974; Müslim, Sahih, H. no: 157, 159; Ebu Davud, Sünen, H. No: 4310, 4312; Tirmizi, Sünen, H. no: 2281, 3265, 3266, 3763, 3764; İbn Mâce, Sünen, H. no: 4068, 4070; İmam Ahmed, Müsned, 5/145, 21625, 21679, 21734, 21791, 21874; İbn Kesir Tefsiri, 6/2873, 2878]
***
2- Eşrât-ı sâat’ten (kıyamet alametlerinden) diğerleri gibi bunun da te’villeri yapılmıştır. Mesela Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazı muhakkıkîn;
“Şüphesiz ki tevbe için, genişliği yetmiş senelik (mesafede) bir kapı vardır. Bu kapı, Güneş batıdan doğuncaya kadar kapanmaz. Güneş o kapı tarafından doğunca, daha önce iman etmiş olmayan veya imanında bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye o gün imanı fayda vermeyecektir” [İbn Mâce, Sünen, c. 10, Hadis no: 4070] hadis-i şerifini şöyle te’vil etmişlerdir:
‘Tevbe kapısı, mü’minin ömründen kinayedir.
‘Yetmiş sene ile tahsis (edilmes)i ise, Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.), ‘Ümmetimin çoğunun ömrü, altmış ile yetmiş (sene) arasındadır’ mübarek sözlerine işarettir.
Hadis-i şerifte ‘genişlik’ tabiri zikredildi, çünkü genişlik uzunluktan çok azdır.
İnsan için bu âlemde sona eren bir cismânî ecel, bir de ahiret âleminde sonsuz bir ruhânî ecel / hayat vardır. Bunlardan birincisi geniş, ikincisi uzundur.
Tevbe kapısının kapanması ise, insan ömrünün sona ermesinden kinayedir ki, bununla Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.), ‘Can boğaza gelinceye kadar, Allah Teala tevbeleri kabul eder’ [Tirmizi, Sünne, Daavat 98; İbn Mace, Sünen, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/132, 153] hadis-i şeriflerine işaret vardır.
Güneşin mağirpten doğması da, ruhun bedenden ayrılmasından kinayedir.” [Bkz. Şerhu’l-Akâid, li Ramazan Efendi, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, yyy., s. 318]
Tabii daha başka te’viller de vardır. Ancak bizim asıl işimiz-meşgalemiz, gayretimiz bunlarla uğraşmak yerine, her an için kıyamete, ölüme ve ölüm sonrasına hazır olmaya çalışmak olmalıdır.
Dilerseniz son olarak Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiye’nin Müceddidîn kolu silsilesinin son halkasını teşkil eden Üstâzımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinden bir nakkille mevzumuzu noktalayalım.
“Esteîzü billâh: ‘Yevme ye’tî bâ’zu âyâti Rabbike lâ yenfeu nefsen iymânuhaa lem tekün âmenet min kablu”
Meali: “Onlar hâlâ kendilerine ille (azâb yapacak) meleklerin gelmesini, yahut (bizzat) Rabbinin gelmesini veya Rabbinin âyet (ve mu'cize)lerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin âyetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden îman etmiş veya îmânında bir hayır kazanmış olmayan hiç bir kimseye (o günkü) îmanı asla fayda vermez. (Rasûlüm) de ki: ‘Bekleyin! Çünkü biz (de) şüphesiz bekleyicileriz”. [En’âm suresi, 158]
Bu ayet-i celile hakkındaki sohbetlerinde şu açıklamalarda bulunuyorlar:
“Kâfirler birinci kat semayı keşfettikleri zaman, orada vahyin indiği yeri ve âyât u beyyinat (ayetler ve deliller) ile haber verilen bazı emâreleri (işaret ve alametleri) gördükleri ve o hakikatleri bütün insanlara haber verdiklerinde, herkes ‘LÂ İLÂHE İLLALLAH’ diyerek imana gelir. Lâkin hiç birinin imanı kabul olmaz. Çünkü imanın şartı, gayba iman etmektir.
Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise, oradan birinci kat semâya da o kadar mesafe vardır. Fenciler (uzay araştırmaları-çalışmalarıyla meşgul olanlar) henüz birinci kat semâyı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye’nin büyüklüğü kadar bir ayna yaparlarsa, belki o zaman birinci kat semâyı öğrenebilirler. Bâtıl bir nazariye olan ‘fezâ-yi nâmütenâhî (sonsuz uzay boşluğu)’ iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleriyle görürler.” [Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 124-125]
Demek ki “tevbe kapısının kapanması” ile ilgili olarak da çok değişik, çok farklı te’viller ve açıklamalar mevcuttur. Kafamızı bunlara takmayalım. Biz kendi işimize gücümüze, kulluk vazifemize ve Allah yolundaki hizmetlerimize bakalım.