Sayın hocam malumunuz 6 köşeli yıldız(ki israil bayrağında da mevcut) gerçekten Hz. Süleyman'ın mührü müdür(veya başla İsrailoğullarına gelen Peygambere mi aittir)? Şuan bu simge yahudilikle özdeşleşmiş şüphesiz benim sorum şu olacak hocam, eğer gerçekten bir Peygamberin mührü veya simgesi ise bu yıldız simgesine hürmet etmeli midir? Yırtmak çöpe, pisliğe atmak Geçmiş Peygamberlere hakaret olur mu?
*******
Sayın Doruk;
Süleyman aleyhisselâmın mûcizelerinden biri de, onun bir mührünün olmasıdır. Üzerinde İsm-i Âzam’ın yazılı olduğu nakledilen bu mühürdeki sembol, 6 köşeli yıldızdır. Atamız Hz. Adem’in Cennet’ten çıkardığı üç şeyden biri olarak bilinir. Bazılarına göre de Mühr-i Süleyman aslında 5 kollu bir yıldızdır. 6 kollu yıldız babası olan Hz. Davud’un kullandığı remzdir / semboldür.
Arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı tunç çağı buluntularında bile bu sembole rastlanmaktadır. Farklı topluluk ve zamanlarda farklı anlamlar atfedilen bu sembol; bereket, güç, hikmet, yahut ilahi himâye inanç ve beklentisiyle bir tılsım olarak görülmüştür.
Mübarek ve mümtaz ecdadımız Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde çok yaygın olarak kullanılan Mühr‑i Süleyman, kılıçlar üzerinde, cami duvarlarında, mezar taşlarında, çeşme ve şadırvanlarda, kapı kanatlarında, tepsi ve tabaklarda, sikke ve mangırlarda, hatta rüzgâra hükmetmek isteyen Barbaros Hayrettin Paşa'nın (rahmetullahi aleyh) sancağında da kullanılmıştır.
Bu sembole Batı dünyasında “Davud'un Yıldızı” denmesinin sebebi, onların altı köşeli yıldız sembolünü sözkonusu mühür‑yüzükten önceye götürmeleri ve bu sembolü Hz. Süleyman'a değil, O'nun babası olan Hz. Davud'a atfetmelerindendir. Daha açık bir ifade ile, Batı inancında Mühr‑i Süleyman'ın üzerindeki sembol, Hz. Davud'un Yıldızı'dır. Yahudiler'in bu sembolü sahiplenmeleri ve İsrail devletinin bayrağında kullanmaları ise, yakın tarihlere ait hadisedir... Ve her ne kadar bu durum sözkonusu sembolün günümüzde insanlar tarafından idrâkini (algılanışını) değişikliğe uğratarak kullanımını kısıtlamışsa da, Mühr‑i Süleyman bu coğrafyanın bir irfan ve sanat unsurudur (kültür sembolüdür). Örfümüzün bir parçasıdır ve bu manada asla bir “Yahudi sembolü” değildir.
Bazı tarihi kaynaklara göre, “Süleyman Tapınağı”nın daha sonra Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te arandığı, Templer Şövalyeleri’nin yerini bulduğu ve kutsal bazı emanetlerle Avrupa’ya döndükleri iddia edilmiştir.
Kimileri kutsal kadeh Graal’ı, kimileri Felsefe Taşı’nı, kimileri ise Mühr-i Süleyman’ı bulduklarını düşünmüşlerdir.
Tapınak, Peygamber-Melik Hz. Süleyman’dan sonra yağmalanacaktır, ancak o zamana kadar Musa peygamberden beri nesilden nesile saklanan Hz. Musa’nın emaneti olan Ahid Sandığı’nı (orijinal Tevrat’ın levhalar halinde içinde bulunduğu Tabût-i Sekîne) muhafaza edecektir.
Günümüzde kabul gören sembol, göğün ve yerin birleşimini gösterir. İki üçgenin biri göğe öbürü yere dönüktür. Sembol bir yönüyle insan varlığının maddi bedenini ve ruhunu, bundan oluşan bütünü, bir yandan ise dişi ve erkek umdeleri / esasları, maddi ve manevi değerlerin bütünlüğünü remzeder. Doğunun Yin ve Yang’ı da, bir bakıma buna benzer bir semboldür. Dünyaya giriş ve çıkış noktalarını temsil eder. Kimi farklı bakışlar ise, şekilde iki piramit görür.
***
H â s ı l ı;
İsrail hükümeti, günümüzde bu mührün sembollüğü altında yaptıklarıyla, aslında İsrail’e yani Yakub aleyhisselamın manevi mirasına, Hz. Davud’a ve Hz. Süleyman’a (aleyhimüsselam) ihanet etmektedir.
Fakat şuurlu Müslümanların da artık, zahir planda “Kahrolsun İsrail” demekle, onu sembolize eden bayrağı yakmakla, çöpe atmakla bir yere varılamayacağını idrâk etmeleri gerekiyor.
Ayrıca bir başka milletin -bu İsrail de olsa- “kutsal”ına hakaret, mukabil hakareti de mucip olabilir. O bakımdan Müslümanın, şu ilahi ikazı unutmaması lazımdır: “Onların Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin (mukaddeslerine saldırmayın) ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler (sizin mukaddeslerinize hakarete yeltenmesinler).” [Enâm suresi, 108]
Her ne kadar “Ameller(in hükmü) niyetlere göredir”, biz İsrail hükümetini / yöneticilerini kastediyoruz dense de, bu ve benzeri davranışlardan uzak durulması gerekir. Çünkü çiğnediğin, yakıp savurduğun, çöpe-pisliğe attığın sembol, asıl itibariyle Süleyman aleyhisselam gibi bir peygaberin mührünü taşımaktadır.
Kezâ;
Hz. Musa’nın asası, Hz. Davud’un kılıcı ile birlikte Hz. Süleyman’ın mührünü de elinde bulunduracak olan Hz. Mesîh (aleyhimüsselâm) ve Hz. Mehdî (aleyhirrahmeti verrıdvân) hakkındaki rivayetleri de unutmayalım. Gafletle onlara ait hatıralara hakarette bulunmuş olmayalım.
Malumunuz atalar sözüdür; “Altın çamura düşmekle, kadr u kıymetten düşmez”! O mübarek remzi (sembolü) birilerinin istismarı, bir başkasının da yakması onun değerinden bir şeyi eksiltmez.
İsrail hükümeti, bugünkü tavrı ile olsa olsa, Yakub aleyhisselamı değil, Hz. Yusuf’u öldürmek için plan yapanların mirasına sahip çıkmaktadırlar. Hz. Yusuf’u öldürmek yerine kuyuya atma fikrini ortaya atan o 11 kardeş’ten biri olan Yahuda’nın bile izinde değildirler.
Ancak, her hususta olduğu gibi, bu noktada da Müslümanın ölçüyü kaçırmaması, İslâmi âdap ve usûlün dışına taşmaması gerekir. Zira “Usûlü terk eden vusûlden mahrum kalır”. Bugünkü pek çok “vusûlsüzlüğümüz”ün, maksada ulaşamamamızın, istenilen hedefleri tutturamamızın, planladığımız yerlere gelemememizin asıl sebebi, hiç kuşkusuz “usûlsüzlüğümüz”dendir. Nerede ne yapmamız, neye nasıl mukabele etmemiz (tepki göstermemiz) iktiza ettiğini bilemeyişimizdendir.
Yapılması icap edan şey bellidir. Bu da, İsrail’e sövmek, beddua etmek, bayrağını yakmak, çöpe atmak değil; maddi ve manevi planda ifası gereken işlerin-hizmetlerin-faaliyetlerin-mücâdelenin-mücahedenin bihakkın yerine getirilip, tedbirlerin zamanında alınması ve neticede onu asıl sahibine havale etmektir.
***
Meseleyi bu şekilde hulâsa ettikten sonra, Târih-i Taberî’deki (Târîhu'r-Rusüli ve'l-Mülûki ve'l-Hulefâ) ilgili kısmı da teberrüken burada paylaşmak isterim.
Hz. Süleyman’ın Yüzüğü’nün Hikâyesi
Süleyman aleyhisselâmın mührü bir yüzüktü ki, dört köşeli bir kaşı vardı. Bu yüzüğü Cebrâil (a.s.) Cennet’ten çıkarıp Allah’ın (c.c.) emri ile Davud aleyhisselama getirdi. Bir köşesinde “el-Mülkü Lillâh” (Mülk Allah’ındır) yazıyordu. Cebrâil (a.s.) bu yüzüğü Hz. Davud’a (a.s.) verip dedi ki :
- “Ey Davud! Hak Teala’dan sana bir yüzük ve on soru getirdim. Allah Teala’nın buyruğu odur ki: Evlatlarını toplayıp bu on soruyu onlara sor. Kim doğru cevap verirse senin yerine o geçsin. Devleri, Perileri, Ademoğullarını, yelleri, kuşları, canavarları, dünyada ne ki varsa hepsini buyruğuna / emrine başeğdirsin, itaatli kılsın. Ve bütün dünyaya melik olsun” dedi.
Hz. Davud (a.s.) ekâbirden / cemiyetin ileri gelenlerinden oluşan bir meclis kurup evlatlarını çağırdı... Ve bu meclis huzurunda tek-tek hepsine bu on soruyu sordu. Hiç biri cevap veremedi.
En son Hz. Süleyman ayağa kalktı:
- “Eğer izin verirseniz bu sorulara ben cevap vereyim” dedi. Hz. Davud’un gönlü hoş oldu ve:
- “Yâ Süleyman söyle bana” dedi:
1- Dünyanın en kem / en kötü şeyi nedir ki ondan daha kötüsü yoktur?
2- En güzel, en üstün şey nedir ki ondan daha güzeli, daha üstünü yoktur?
3- Dünyada en acı şey nedir?
4- Dünyada en tatlı şey nedir?
5- O nedir ki, ondan daha çirkini yoktur?
6- Nedir o ki, ondan daha kabası yoktur?
7- Yine o şey nedir ki, ondan daha yakını olmasın?
8- Nedir o şey ki, ondan daha ırağı yoktur?
9- Yine nedir o şey ki, ondan daha gussalı, daha kaygı verici şey olmasın?
10- Nedir o şey ki, ondan daha sevinçli şey yoktur?
Süleyman (a.s.) dedi ki:
– “Ey baba, bu sorduğun sorular çok kolay şeylerdir?”
1- Dünyada en kötü şey, insanoğlunun nefsidir ki ondan daha kötüsü yoktur.
2- Ondan daha güzel daha üstünü olmayan şey akıldır.
3- En acı şey yoksulluktur.
4- Çok tatlı olan şey varlıklı, zengin olmaktır.
5- İnsanoğlu’nda söğmekten, küfürden daha çirkin şey yoktur.
6- Kaba (katı yürekli) kadından daha kabası yoktur.
7- İnsanoğlu’na ahiret’ten yakın şey yoktur. Ve bütün herkes ona gitmektedir.
8- Sonra dünyadan ırak başka bir şey yoktur ki, insanoğullarından ıraklaşmaktadır.
9- Gayet gussalı, kaygılı şey; ruhun bedenden ayrılmasıdır.
10- Gayet şâd, sevinçli olan şey yine ruhtur ki, insanoğlunda bulununca bu sevinci duyar! diye cevap verdi.
Yalnız her soruya cevap vermeden önce gülümsedi, sonra cevap verdi.
O zaman Davud (a.s.), oğlu Süleyman’a (a.s.):
- “Gerçek söyledin, öyledir! Ama bu yüce insanların huzurunda neden her soruya âdâba aykırı olarak gülerek cevap verdin"? Süleyman (a.s.):
- “Bu soruların cevabını ben de bilmiyordum; ama siz her soruyu sordukça, cevabı bir karınca bana söylüyordu. Ben de size cevap veriyordum” dedi.
Bunun üzerine Davud aleyhisselâm dedi ki:
- “Gâye Allah Teala’ya vuslat-ulaşmak-kavuşmak olduktan sonra, vâsıta-vesile isterse bir karınca olsun, bunun bir ehemmiyeti yok.” [Ebû Cafer Muhammed ibn Cerîr et-Taberî (224/838 - 310/923), Târîh-i Taberî, 1, 70-71]