Selamün aleyküm,
Aşağıda verdiğim şekilde paylaşımlara her yerde rastladım, lakin fazilet neşriyat dua ve ibadetler risaleeisnde veya fazilet takvimi yapraklarında rastlamadım. Lütfen bilginin sıhhati hakkında malumat verir misiniz?
"Belaların 1. kat semaya indiği Safer ayındayız. Bu gece 1. gecesi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bugün ölüm hastalığına tutulmuştur. Bu gece 1. kat semaya 320.000 bela inmektedir. Bu ayda hergün 100 defa la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim denilmelidir. Günde 100 defa okuyandan en hafifi fakirlik olmak üzere 70 çeşit bela kaldırılır. ’Kim hayra vesile olursa hayrı yapan gibidir’."
*******
Ve aleyküm selam.
Evet, verilen bilgiler ana hatlarıyla doğrudur. Ama tahkike muhtaçtır. Belaların semâdan yeryüzüne indiği ay Safer ayıdır; lakin ayın tamamında değil, yalnızca Son Çarşamba’sındadır. Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/824-safer-ayi-ugursuzluk-ayi-midir.html
Meselenin detaylı açıklamasına gelince...
(1) Rasûlullah (s.a.v.) rivayete göre 13 gün hastalandı. (Farklı rivayetler de vardır, fakat en isabetli olanı budur.) Hastalığının ilk günlerinde ezvâc-ı tâhirattan Hz. Meymûne (r.anha) validemizin evinde kalıyordu. Ancak hastalığının şiddetinin artması üzerine, diğer hanımlarında izin alıp, tedavisinin Hz. Âişe’nin (r.anha) evinde kalarak devam ettirilmesini istedi. [Buhari, Sahih, Kitabü’l-Hibe, Kişinin hibesi bahsi, 3, 207, Hadis no: 2588] Onlar da râzı oldular, memnuniyetle kabul ettiler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) amcası Hz. Abbas ile yeğeni ve damadı Hz. Ali’nin (r.anhuma) omuzlarına dayanarak Hz. Âişe’nin (r.anha) evine geldi. Efendimizin (s.a.v.) hastalık sebebi, Hayber’de yemiş olduğu bir yemekten dolayı idi. Çünkü ikram edilen ete zehir konmuştu. İlahi hikmet mucibince tesirini o gün göstermişti.
Hz. Âişe (r.anha) validemiz şöyle anlatıyor:
“Rasûlullah’ın (s.a.v.) vefatıyla neticelenen bu hastalığında, Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ey Âişe! Ben hâlâ, Hayber’de yediğim o yemeğin, etin acısını hissediyorum. İşte şu anda yediğim o zehirli et sebebiyle kalbimin damarı çatlayacak gibidir.” [Buhari, Sahih, Meğazi, 42/4249; Ebu Davud, Sünen, Diyat, Hadis no: 4512]
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) hastalığının şiddeti artınca, başından aşağıya su dökmelerini istemiş, onlar da başına su dökerek ateşi düşürmeye çalışıyorlardı. Zira ateşli hastalıktan, sıtmadan ifrat derecede rahatsızlardı. Burada bu elîm hadiseyi uzun uzadıya anlatmanın kanaatimce gereği yok.
Tam da bu günlerde yani Hicretin 11. yılı Safer ayının sonlarında (Mayıs 632) Fahr-i Kâinat (s.a.v.), Mûte Harbi’nin yapıldığı Bizans üzerine Üsâme b. Zeyd (r.a.) kumandasında bir ordu göndermeye karar verdi. Hazırlanan ordu Medine’nin dışında Cürüf mevkiinde karargâh kurdu. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v.) hastalığı ağırlaşınca Üsâme (r.a.) harekete geçmeyip beklemeyi tercih etti...
Efendimizin (s.a.v.) vefatı / bekâ âlemine irtihalleri...
Yine Hz. Âişe (r.anha) validemizin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) vefat etmeden önce son nefeslerinde şehadet parmağını yukarıya kaldırarak hafif bir sesle, “İle’r-Refîkı’l-a’lâ (en yüce dosta) mübarek sözleriyle rûh-i pâkını teslim etti. (13 Rebîülevvel 11 / 8 Haziran 632 Pazartesi.)
Bilindiği üzere Hicrî-Kamerî takvime göre Safer ayı, Rebîulevvel ayından bir önceki aydır. Efendimizin (s.a.v.) dâr-ı bekâya irtihalleri 12 veya 13 Rebîulevvel olduğuna ve 13 gün civarında (hafif ya da ağır) hasta yattıklarına nazaran, rahatsızlıklarının başlama tarihi Safer ayının son günlerine yani son çarşambasına müsadif olabilir. Âcizane kısa araştırmamda vardığım netice bu.
Ayrıca İslâm Tarihi’nde şöyle kayıtlara rastlamak mümkün: ‘Peygamberimizin (s.a.v.) hastalığı Safer ayının son gecesinde, Çarşamba günü, Bakıyyu´l-Garkad kabristanına gidip evine döndükten sonra başağrısı ile başlamıştır. Hz. Âişe (r.anha) der ki:
"Rasûlullah (s.a.v.) Bakiyy kabristanından dönünce, beni de başı ağrır bir halde bulmuştu. Ben:
- ´Vay başım! diyordum. Rasûlullah (s.a.v.):
- ´Vallahi yâ Âişe! Vay başım, diye ben demeliyim!´ buyurdu."
Rasûlullahın (s.a.v.) başağrısı gittikçe ilerliyordu. Hastalığı onüç gün sürmüştür. [Detay için başta M. Asım Köksal’ın, İslâm Tarihi olmak üzere, diğer İslâm Tarihlerinden ilgili bahislere bkz]
***
(2)Tarîk-ı Çeştiyye evliyâsından Ferîdüddîn Genc-i Şeker -veya Şekergenç- (k.s. D. 569 / 1174 – V. 664 / 1265) hazretleri, gene Çeştiyye büyüklerinden Hâce Muînüddîn'den (k.s. 531 / 1136 - 634 / 1236) naklediyor, diyor ki: "Her sene gökten yere 320 bin belâ iner (kazâ-kader anlamında). Bunların hepsi de Safer ayının Son Çarşamba'sında vâki olur".
Yani Safer ayının Son Çarşamba’sının gece ve gündüzünde (24 saat içerisinde) semadan yeryüzüne 320 bin bela inmekte... Bu bela ve musibetler, sene içine yayılmaktadır. Bir dahaki safer ayına kadar bu 320 bin beladan birinin isabet etmesinden korunmak için, o günün gece veya gündüzünde tarif edilen namazın kılınması tavsiye olunuyor. Rivayetlerde, bu namazı / namazları kılanların, bir dahaki sene aynı güne kadar kaza ve belalardan korunacağı beyan ediliyor.
Diğer taraftan “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azıym” demenin sevabı, faydası, tesiri ise zaten müsellemdir. Sadece bu günlere de mahsus değil, ne zaman insanın başı derde girse, sıkışsa, okuduğunda mutlaka rahatlar... "Havqale"nin yani bu güzel duânın-ilticânın hatim adedi de, 1111'dir. Çok sıkıntılı zamanlarda okunması tavsiye edilmiştir, ihmâl etmemek lâzımdır. Hatim usûlüne uygun şekilde okunursa, mutlaka neticesi görülür.
Bu mevzudaki hadislere geçmezden evvel şunu hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum:
Bu nevi ibadetlerle alakalı başka rivayetler de elbette mevcuttur. Yapabilen için nafile ibadetlerde sınır yoktur. Ancak bize söylenen, tavsiye edilenler, bunun bir nevi hulâsası, özü / özetidir. Normal olarak yapılabilecek olan miktardır. Yapabilene de kâfidir. Reçeteye uymak daima hastanın yararınadır. Tıb alanında ilaç çok olabilir. Ama hasta, kendi doktorunun yazdıklarına riayet ederse, daha doğru daha isabetli davranmış olur.
Havqale, yani “Lâ havle ve lâ kuvvete illa bi'l-ilâhî'l-alîyyi'l-azîm (İbadet ve taat için güç de, günahlardan korunmak için kuvvet de ancak çok yüce ve pek büyük olan Allah’ın yardım ve lûtfu iledir) cümlesinin faziletine dair bazı hadisler
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; “Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh” sözünü çok tekrar edin.” [Tirmizî, Sünen, Deavât, 141, Hadis no: 3596]
Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) bana, “Sana Cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?” buyurdular. “Evet, yâ Rasûlallah!” dedim. ‘Lâ havle ve lâ kuvvete illa billâh’ de!” buyurdular.” [Ahmed bin Hanbel, Müsned, Hadis no: 21472, 8/94]
Keza “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” okumanın 99 derde deva olacağı ve en azından hüzün ve kederi gidereceği bildirilmiştir. Bu husutaki tavsiyelerde, günde 100’den aşağı yapmamak evlâdır; çünkü her gün yüz defa okuyan kimsenin, kat'iyyen fakirlik yüzü görmeyeceği de beyan buyrulmuştur.
Mâlikü’l-Eşcaî (r.a.), Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek;
- "Ey Allah'ın Rasûlü! Oğlum Avf müşriklere esir düştü" dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) de,
- "Ona haber gönder ve benim kendisine ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözlerini çok tekrar etmesini emrettiğimi söyle" buyurdular.
Mâlik (r.a.) bunu oğlu Avf'a (r.a.) iletti. Bunun üzerine Avf bu sözleri devamlı olarak tekrarlamaya başladı. Müşrikler onu deriden yapılmış iplerle bağlamışlardı. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" sözlerini söylemeye devam ettiğinde bu ipler kendiliğinden çözülüverdi. Avf dışarı çıktı ve orada bir devenin durmakta olduğunu gördü. Devenin üzerinde eyeri de vardı. Avf ona bindi ve sonra da civarda bulunan bir deve sürüsünü de önüne katarak evine geldi. Avf kapıda anne-babasına seslendi. Babası,
- "Kâbe'nin Rabb'ine yemin ederim ki bu Avf'ın sesidir" dedi. Avf'ın babası ile hizmetçileri kapıya koştular. Avf dönmüş ve evin önündeki boşluk da develerle dolmuştu.
Avf olup bitenleri babasına anlattı. Babası da koşup bunları Rasûl-i zîşâna (s.a.v.) haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.),
- "O develer artık sizindir; istediğiniz gibi kullanabilirsiniz" buyurdular.
Bu hadise üzerine, "Kim Allah'tan korkarsa, (Allah da) onun için (sıkıntıdan kurtulacağı) bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse (ona güvenir ve dayanırsa) Allah ona kâfidir" [Talâk suresi, 2-3] mealindeki âyet-i kerimeler nâzil oldu. [et-Terğib ve’t-Terhib, 3, 105 (Âdem b. Ebî İyas, Tefsir'inde Muhammed b. İshak'tan rivayet etmiş); İbn Kesîr, Tefsir 4, 380 (İbn Ebi Hâtim de Muhammed b. İshak'tan benzer şekilde rivayet etmiştir)]
(3) “Kim hayra vesile olursa hayrı yapan gibidir" sözü, bilindiği gibi hadis-i şeriftir.
Aslı: "ed-Dâllü ale'l-hayri ke-fâlihî"dir. Yani, hayra önayak olup vesile olan, o hayrı yapan / işleyen gibidir. [Müslim, Sahih, İmara, 27; Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 17; Ayrıca bkz. Tirmizî de Enes b. Mâlik’ten (r.a.) rivayet etmiştir.]