Selamün aleyküm hocam... 

Hocam bir arkadaşım bana şöyle bir soru sordu... engelli insanlar hakkında Kuran-ı Kerim de geçen bir ayet veya hadis varmı diye sordu... bu engelli insanlar için kolaylık yada neden engel olduğu konusunda soru sordu... bazı duyumlarda ise anne babanın günahından dolayı böyle oldukları neden anne babanın günahını çocukların çektiğini sorguluyor haşa Allah ın adeletini sorguluyor... ben bir kısmını açıkladım ama Kuran-ı Kerim de ayet yada hadisle daha detaylı açıklama istedi sizden ricam bu soruyu açıklamanızı istiyorum... Allah razı olsun...

*******

Gayet tabii her hususta olduğu gibi engellilerle alakalı da bilgiler vardır Kur’an-ı Kerim’de. Ama Kur’an i’câzdır, her şey sarih değildir. Dolayısiyle direkt olarak özürlü doğma mevzuunda bir ayet olmayabilir. Fakat aşağıdaki ayetler incelendiğinde dünya hayatının icabı olan imtihan için bazı insanlarda bazı bedenî engellerin bulunduğuna dikkat çekilmekte, fakat bunlar gerçek kusur olarak kabul edilmemektedir. Hz. Allah indinde gerçek kusur fiziken görememek, duyamamak, idrâk edememek vs. değil; Hakk’a karşı bile bile görmezlik-duymazlık-anlamamzlık etmektir.

Meselemize ışık tutan ayetlerden bazıları

 “Vallâhi biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri![Bakara suresi, 155]

 “…Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.[Hac suresi, 46]

Bunun yanı sıra Kur’ân’da bedenî bakımdan engelli olanlar için birçok kolaylıklar bulunmaktadır. Mesela bu cümleden olarak buyrulmaktadır ki:

 Ne zayıflar üzerine, ne de hastalar üzerine ve ne de harcayacakları bir şey bulamayanlar üzerine bir günah yoktur, Allah Teâlâ için ve Peygamberi için hayırhâh bulundukları (nasihat edip başkalarının iyiliğini, hayrını istedikleri) takdirde. İhsanda bulunanların aleyhine hiçbir yol yoktur. Ve Allah Teâlâ gafûrdur, rahîmdir.” [Tevbe surase, 91]

 “...A'mâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur.” [Nûr suresi, 61] Yani bunlar yapamayacakları işlerle yükümlü değillerdir; bundan dolayı günahkâr olmazlar.

 (Savaşa gitmemekte) a’mâya bir günah yoktur; topala bir günah yoktur; hastaya da bir günah yoktur. Ve kim Allah’a ve Rasûlüne itâat ederse, (Allah) onu altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim de yüz çevirirse, onu (pek) elemli bir azâb ile cezâlandırır.[Fetih suresi, 17]

Engelli olmanın sebepleri üzerinde duracağız. Fakat kısaca şunu ifade etmemiz lazım; kişi, ister doğuştan ister sonradan, hasılı hangi noktada ve ve hangi sebeple engelli olursa olsun, hepsi de Allah’tandır, Onun mutlak adaleti çerçevesinde cereyan etmektedir. Çünkü o âdil-i mutlaktır. Değerlendirmemiz de mutlaka bu açıdan olmalıdır. Aksi görüş ve düşünceler yanlıştır, insanı tehlikeli durumlara düşürür.

İnsan, bilindiği gibi “sosyal” bir varlıktır. Fertler aileyi, aileler milleti oluşturur... Nasıl ki birinin iyiliği diğerine de tesir ediyorsa, haliyle işledikleri kötülüklerin de biribirlerine hiç zararının olmaması düşünülemez. Öyle günah, kusur ve hatalar vardır ki; kişinin sadece şahsını ilgilendirir... Ama öyle günahlar ve yanlışlar da vardır ki, aileyi, bazen de koca bir toplumu, topyekün milleti alakadar eder. Dolayısiyle bunun cezası da ona göre olur. Onun içindir ki atalarımız, “Kurunun yanında yaş da yanar” demişlerdir. Bunda şaşılacak, anlaşılamayacak bir durum olmaması lazım. Öyle değil mi?

Kezâ bu âlem imtihan sahnesidir. “Hanginizin daha iyi amel işlediğini imtihan için ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Ve O; Aziz'dir, Gafur'dur[Mülk suresi, 2]

Hasılı, hayat da ölüm de birer imtihan vesilesi olduğu gibi, fiziken engellilik de bu imtihanın bir parçasıdır. İster kendi hataların, ister ebeveynin ya da toplumun hataları sebebiyle olsun... Hz. Mevlâ bazılarını verdiği nimetleri karşısında şükür, bazılarını da maruz bıraktığı nikbetler-belâlar mukabilinde sabır imtihanına tâbi tutmaktadır. Aksi halde imtihan sırrının bir hikmeti kalmazdı.

Unutulmaması gereken bir önemli nokta da, “Allah (c.c.) sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz, lakin sizin kalplerinize ve amellerinize bakar[Ahmed b.Hanbel, Müsned, II, 285, 539] ikaz ve ihtarıdır. Engellerin ve engelliliğin ahirette ölçü olmadığıdır.

***

Şimdi de gelelim engelli olmanın sebeplerine

İnsanlar, doğuştan veya sonradan niçin engelli oluyorlar?..

Bunun sebebi ya da sebepleri nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda insanların görme, işitme, duyma, konuşma, düşünme ve anlama gibi zihin veya beden bakımından engelli olmalarında temel iki unsurun / faktörün olduğunu görüyoruz:

1) İlâhî irade ve imtihan,

2) İnsanların ihmal ve kusurları...

 İlâhî irade ve imtihan yoluyla gelen engeller...

Malum olduğu üzere insanların mallarına ve canlarına maddî veya manevî isabet eden az veya çok herhangi bir musibet ancak Allah’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Allah’ın izni ve iradesi olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile hiç kimseye kaza, belâ, âfet ve musibet isabet etmez. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez[Teğâbün suresi, 11] mealindeki ayet bu gerçeği ifade etmektedir.

İnsanı üzen her şey musibettir. Dolayısıyla insanların herhangi bir uzvundaki arıza ve hastalık birer musibettir, bu musibet Allah’ın izni, iradesi ve takdiri ile olmuştur. Allah’ın izni, iradesi ve takdiri olmadan bırakın insanın bedeninde veya organlarında herhangi bir ârıza ve hastalık olmasını, insanın ölmesi bile mümkün değildir. [Âl-i İmrân suresi, 145] Nitekim basında-medyada, ölmek isteyip de ölemeyen nice intihar girişimcilerinin haberleriyle karşılaşıyoruz.

İnsanların başına gelen her musibet birer ilâhi imtihandır: “Yemin olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan ederiz[Bakara suresi, 155], “Her can ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ve şer ile deniyoruz[Enbiyâ suresi, 35] mealindeki ayetler, bu gerçeği ifade etmektedir. Aslında hayatı ve ölümü ile insan, devamlı imtihan hâlindedir. [Bkz. Mülk suresi, 2 Kehf suresi, 7, Hûd suresi, 7]

Şunu kesin olarak bilmek ve iman etmek gerekir ki; kâinatı ve içindeki canlı - cansız bütün varlıkları yaratan [En’âm suresi, 102], yaşatan [Hadîd suresi, 2], rızıklandıran [Rum suresi, 40], düzene koyan [Fürkân suresi, 2], öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan Allah’tır. [Necm, 43-44] Allah Teala, dilediğini yapar. Doğumlar, ölümler, tabiattaki hadiseler, âfetler ve musibetler... kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren âfetler, her türlü musibet de, yine ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir.

İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, Allah’ın (c.c.) bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Çünkü imtihan edilmektedir.

Diğer taraftan insanın başına gelen musibetler ilâhî bir takdirdir. Bu hususu Kur’an’ın birçok ayetinde görmekteyiz. Şu ayetler bu hususa yeterince ışık tutmaktadır:

“(Ey Peygamberim! İnsanlara) de ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder[Tevbe suresi, 51], “Ne yeryüzünde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır”. [Hadîd suresi, 22]

Bu ayetlerde; gerek yeryüzüne, gerekse, canlara isabet eden musibetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-ı Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise, Allah Teala şöyle bildirmektedir: “Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız.” [Hadîd suresi, 23]

Bu ayette Hz. Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryâd ü fîgan etmemelerini istemektedir. Çünkü, bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi” diye üzülmesinin bir faydası yoktur. İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak musibet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak manasına gelmez.

Biliyoruz ki Allah (c.c.) “merhametlilerin en merhametlisidir” ve “insanlara zerre kadar zulmetmez.” [Nisa suresi, 40]

Peki, mala ve cana zarar veren musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanın tecellisinde, insanların davranışlarının tesiri de var mıdır?

Kur’an’a ve Sünnete baktığımızda bu sorunun cevabının “evet” olduğunu görürüz.

***

İnsanların hata ve kusurları sebebiyle maruz kaldıkları musibetler

Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu Cenab-ı Allah, birçok ayette bildirmektedir. Meselâ, “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (de bu yüzden size musibet vermiyor)” [Şûrâ suresi, 30] mealindeki ayet, bu hakikati açıkça ifade etmektedir.

Ayet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerin sebebi olarak, insanların işledikleri hata, kusur ve kötü amelleri göstermektedir.

Mü’min insan da dünyada ilâhî kanunlara, cihanşumûl ve içtimaî / sosyal esaslara uymazsa; sözgelimi sağlığına, gıdalarına ve temizliğe dikkat etmezse hasta olabilir, trafik kurallarına uymazsa kaza yapabilir, hastalık ve kaza sonucu sakat kalabilir. Burada kusuru insanın kendisinde araması lâzım. Mü’min açısından bu, her ne kadar Allah’ın izni ile meydana gelmiş ise de, ilâhî bir ceza olarak düşünmek doğru değildir.

Hz. Allah Kur’an’da; “İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır[En’âm, 132] buyurmuştur. Mü’minler bu derecelerine, yaptıkları ibadet-tâat ve sair amelleriyle ulaşamazlarsa, Allah Teala onlara bir musibet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir. [Zümer suresi, 10] Mâruz kaldığı musîbet sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde Allah katındaki manevî derecesine ulaşır. [İmam Ahmed, Müsned, V, 272. Ebu Davud, Sünen, Cenâiz, 1. III, 470]

Peygamberler (aleyhimüsselâm) de nice belâ ve musibetlere maruz kalmışlardır. [Bkz. Tirmizî, Sünen, Zühd, 56. IV, 601; İbn Mâce, Sünen, Fiten, 23]

Hatta onlar felaketlerin en büyüğüyle karşılaşmışlardır. Malumunuz şu hadis-i şerif meşhurdur: “Eşeddü’n-nâsi belâen el-enbiyâu sümme’l-emselü fe’l-emselü”. Yani, İnsanların arasında en şiddetli belaya maruz kalanlar peygamberlerdir, sonra manevi makam ve mertebe itibariyle onlara en yakın olanlar... diye devam eder.

***

N e t i c e

Varlıkların en mükemmeli, en üstünü ve en şereflisi olan, âlemde mevcut olan her şey hizmetine sunulan insanın Allah katındaki değeri iman, ibadet, sâlih amel, takva ve güzel ahlâkı nisbetindedir. Çünkü Allah Teala insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli oluşlarına bakmamaktadır.

Kur’an’da dünya veya âhiret hayatında, hakikî, çoğunlukla mecazî manada görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinî bakımdan engellilik ile umumi manada hastalıklardan söz edilmiştir.

Hakikî manadaki engellilik, ya benzetme veya dinî vazifelerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme yahut değer verme noktasında zikredilmiştir. Mecazî manada engellilik; iman etmeyen insanların ilâhî hakikatleri, anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları noktasında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak; hakikî ve mecazî manada, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.

Ahsen-i takvîm üzere / en güzel biçimde yaratılan insanın fizikî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak sürdürmesi temel vazifesidir. Bu vazifenin ihmali, insanda birtakım özürlerin meydana gelmesine sebep olabilmektedir. Öte yandan insan, ölümü ve hayatı ile sürekli imtihan hâlindedir. Bazen nimetlerle bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlâhî imtihanın yanı sıra, anne-baba ve cemiyetin de ihmal ve kusurları olabilir.

İster doğrudan ilâhî bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşan insanın, her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Bu durum, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına mâni değildir. Çarelere başvurur; “musibet ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır” diyerek rahat olma şuurunu kazanabilmesi, insanın Allah Teala’ya olan imanının neticesidir. 

Sözün özü: "Cenab-ı Hakk'ın âlem-i ervah'taki 'elestü bi-Rabbiküm' hitabını, ervâhın çoğu tasdîk-ı kalb ve telaffuz-i tâm ile 'belâ' diye tasdik ettiler. Yalnız bazı ruhlar dikkat etmediler, dil ucu ile 'belâ' deyiverdiler. İşte bu makûle ervâh, dünyaya münhasır olmak üzere, noksân-ı âza olarak halk edildi. Ahiret ise yevm-i sıfattır. Herkesin sıfat-ı galebesi ne ise, âlem-i ebedde onun üzere sûret bulur." [Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), nakleden Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 79] 

Demek ki dünyaya engelli olarak gelenlerin bu hallerine asıl sebep, ne anne-babaları, ne de başkaları oluyor. Kabahat tamamen kendilerine aittir. Ruhlar âleminde Cenab-ı Hakk'ın, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim' sualine, kalbî bir tasdik ve söylenmesi icap ettiği tarzda tam bir ifade ile 'belâ: (evet Rabbimizsin)' dememeleridir. Ama merak edecek, üzülecek bir durum yoktur; zira bu âlemde eğer sabredip imtihanı kazanırlarsa, öbür tarafta / ahirette engellilik söz konusu değildir. 

Go to top