Selamun aleyküm. Hocam şefaati en makbul olan Kur'an-ı Kerim midir? Yoksa Peygamber Efendimiz midir? 

(Allah indinde Kur’andan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne Peygamber, ne melek, ne de başkası.) [Taberani]

(Öğünmek için söylemiyorum, ben peygamberlerin efendisi, sonuncusu ve şefaat edicilerin de ilkiyim.) [Darimi]

*******

Ve aleyküm selam.

Malumunuz, İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin daha önce naklettiğimiz bir mektuplarında şöyle beyanları vardı:   

“...Kur’an-ı Mecîd’i tilavet etmek ibadetlerin en faziletlisi ve yine onun şefâati, başkalarının şefaatinden -bu ister mukarreb bir meleğin, ister bir nebiyy-i mürsel (peygamber)in şefaati olsun- daha sür’atli kabule şâyandır. Kur’an tilavetinden hasıl olan sevap ve semereleri tafsilatlı olarak anlatmak mümkün değildir. Çoğu zaman bu tilavet, tilavet edeni, hiç kimsenin ulaşamayacağı yüksek makamlara çıkarır.” [Şuarâ suresi, 196; el-Mektubat, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., 3, 100] 

Âcizane mülâhazam, burada “nebiyy-i mürsel (peygamber)” tabirine Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) dahil olmadığıdır. Çünkü malumunuz, o şefaat-i uzma sahibidir. Söz konusu olan nebiyy-i mürsellerin onun dışındaki diğer peygamberler (aleyhimüsselâm) olması kuvvetle muhtemeldir. Usûl-i fıkıhta meşhur bir kaide vardır; “Mâ-min âmmin illâ veqad hussa minhü’l-ba’z”, yani hiçbir umumi kaide yoktur ki, içerisinden bazıları istisna edilmiş olmasın. Burada da Efendimizin (s.a.v.) müstesna olduğunu mülahaza etmemizin muvafık ve münasip olacağı âcizane kanaatimdir.  

Naklettiğiniz hadis meallerinin tahrici de yapılmış olsaydı iyi olurdu. Gerçi vereceğiniz cevabı tahmin edebiliyorum; hocam aldığım yerde böyledi, diyeceksiniz... Evet, aldığınız yerde öyledir, çünkü nereden aldığınız ve onu kimlerin naklektiği üslûblarından belli. Onların durumu da maalesef bu. Her neyse...

Meseleyi biraz daha detaylandıracak olursak şunları söyleyebiliriz:

Evet, Kur’an-ı Kerim'in şefaati haktır. Bunda tereddüt yoktur. Derecesi de, ifade edildiği gibi büyüktür.

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet günü oruç ve Kur’an kul için şefaat edecekler. Oruç, ‘Yâ Rab! Ben bu kişinin yemek yemesine ve isteklerini yerine getirmesine mâni oldum. Ne olur, beni onun hakkında şefaatçi kıl’ diyecektir. Kur’an da, “Ben bu kişinin geceleri uyumasına mâni oldum. Ne olur, beni onun hakkında şefaatçi kabul et’ diyecektir. Böylece ikisi de o kişi hakkında şefaat edecekler.” Taberanî’nin (rh.) Mu’cemü’l-Kebîr'indeki bu rivayet hadis kriterlerince de sahihtir, herhangi bir tereddüde mahal yoktur. [Bkz. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 3, 181]

Hâsılı, Kur’an’ın kıyamet günü insanlara umumî manadaki şefaati, diğer amellerden mesela namaz-oruç-zekât hac vs. ibadetler gibi, onu işleyenleredir. Yani Kur’an, yalın bir ifadeyle, kendisini okumayanlara şefaat edecek değildir. Nitekim bir hadsi-i şerifte buyrulmuştur ki; Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” [Müslim, Sahih, Müsâfirûn, 252] Dolayısiyle onun şefaati bir bakıma hususidir, onu okuyanlaradır.

Âlemlere Rahmet Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) şefaati ise umumidir, istisnasız bütün büyük günah sahiplerinedir. Bunlar Kur’an okuma amelinden ve diğer bir takım güzel amellerden mahrum dahi olsalar, eğer ahirete iman götürebilmişse Efendimizin (s.a.v.) şefaatlerinin şumûlüne (kapsamına) dâhildirler. Zira O,

“Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyen kimseler içindir” [Ebu Davud, Sünen, Sünnet, 23; Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 11; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 27] buyurmuştur. Binaenaleyh bu mübarek söz, hem ümmetine yapacağı şefaatin büyüklüğünü, genişlik ve derinliğini, ihatasının cesametini göstermesi bakımından hem de topyekün mü’minler için cidden çok sevindirici bir haber ve pek büyük bir müjdedir. Çünkü bunun manası, bir bakıma; ‘Küçük günahların sahibi zaten bi-şekilde affedilir, asıl mesele ve sıkıntı olan büyük günah sahiplerine de ben şefaat ederim’ demektir.

Evet, ne azîm bir müjde-i Rasûl! O Rasûl-i zîşâna hudutsuz salât u selâm olsun. O gün onun bütün mü’minlere şefaat-i uzmâsı, yani en büyük şefaati vardır, haktır... Makâm-ı Mahmâd da işte bu şefaati anlatmaktadır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), diğer peygamberlere verilmeyip sadece kendisine verilen beş şeyden birisinin de, bu umumi şefaat salâhiyeti olduğunu beyan etmiştir. [Bkz. Müslim,Sahih,  Hadis no: 521; İmam Ahmed, Müsned, II, 411; ibn Mâce, H. no: 567; ibn Hibbân, Sahih, H. no: 2313] Ayrıca her peygamber, kabul edilecek duasını dünyada kullanmış iken; Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), bu hakkı ahirette mü’minlere şefaat için saklamış ve Allah Teala’ya şirk koşmadan ölen herkesin bu şefaata ulaşacağını müjdelemiştir. [Tirmizi, Sünen, Hadis no:2441;İmam Ahmed, Müsned, VI, 23, 27; Hâkim, el-Müsterdek, l, 67]

İşte O, bu salahiyet ile umumi bir şefaat eder ve büyük günah sahipleri dahil, zerre kadar imanı olan herkes bu nimetten istifade eder.

Nitekim Mahşer’deki insanların Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya (aleyhimü's-salâtü ve's-selâm ve alâ Nebbiyinâ hâssah) sırasıyla gidip şefaat diledikleri halde, hepsi de bu işi bir başkasına havale edeceklerini... nihayet insanlar Hâtemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) geldiklerinde, bu isteklerini kabul ederek onları temsilen secdeye varıp Allah’a (c.c.) yalvaracağını... ve Allah Teala tarafından, Ey Muhammmed! Kaldır başını; ne diyorsan söyle, sözün dinlenecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek; iste istediğin verilecek”  [Buhari, Sahih, Hadis no: 4476; 6565; Müslim, Sahih, H. no: 193, ayrıca bkz , İman, 326, 327; İmam Ahmed, Müsned, III, 116, 244]diye kendisine umumî şefaat pâyesi verileceğini hadislerden öğreniyoruz.

Netice: Şefâat-i uzmâ’nın ve Makâm-ı Mahmûd’un sahibi, İki Cihan Serveri Efendimiz’dir (s.a.v.). 

Go to top