Takvâ kelimesi Arapça bir isimdir. Kökü, vekâ fiilinin masdarı olan vikaye’den geliyor: “Vekâ – yekî – vikâyeten”. Sülâsî Mücerred'in ikinci bâbı (feale-yef'ilü / darabe-yadribü)ndan masdardır. Aslı vakyâ’dır. “Şekvâ, belvâ, selvâ” lafızları gibi…
Ancak kelime içerisinde iki illetli harf birden bulunduğu için (lefîf-i makrûn) bir kaç operasyona uğramıştır. Baştaki “vav” harfi “te”ye kalb edilmiş, sondaki “ye” harfi de “vav”a kalb edilmiştir.
Aynı kökten gelen “tügâ (tügâh)” kelimesinde de, baştaki “vav” harfi “te”ye çevrilmiştir. Aslı “vükâ”dır. Çekimleri de şöyle:
Vekâ - yekî - vakyâ =takyâ / takvâ…
Vekâ – yekî - vükâ = tügâ’dır.
Tükâ ve takıyye, nefsini haram ve şüpheli şeylerden / nesnelerden korumak / saklamaktır; takvâ gibi… Bazı âlimlerce de, haramdan sakınmaya takvâ, şüphelilerden kaçınmaya ise vera’ denir. [Bkz. el-Müncid fi’l-Lûgati ve’l-A’lâm, Ahterî-i Kebîr, Kamûs-i Türkî, Lûgat-i Nâcî, ilgili maddeler]
Kur'an-ı Kerim'de bu kelimenin geçtiği ayet-i kerime şöyledir:
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Ve onu her kim yaparsa, Allah'tan ilişiği kesilmiş olur; ancak onlardan bir korunma yapmanız başka. Maamafih Allah sizi kendisinden tahzir buyurur (korkmanız hususunda uyarıyor). Nihayette gidiş Allah'adır" [Alu İmrân suresi, 28]
Bu ayet-i kerimede mü'minlerden, gayrimüslimleri asla dost/veli edinmemeleri istenir. Sadece tehlike durumunda kendilerini korumak için inandıklarının hilâfına konuşabilmelerine izin verilir ve bu 'tükâh' kelimesiyle anlatılır. 'Tükâh' 'takvâ' ile aynı köktendir ve her ikisi de korunma manasına gelir. Nitekim takvâ, Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak kişinin kendisini ebedi azaptan korumasıdır.
Hâsılı takvâ; lûgaten korkma, sakınma manasınadır… Dinî ilimler ıstılâhında ise, Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermektir. Allah'ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma manalarında Kur'an-ı Kerim’de sıkça geçen bir kavramdır. Bu şekilde hassas / dikkatli ve titiz davranan mü’mine de, “müttakî” denilmektedir. [Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, Mısır, 1961, s. 530]
Rabbimiz (c.c.) Kur'an'da takvâyı üç mertebede beyan buyurmuştur:
a- Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, iman edip şirkten korunmak... Bu hususla ilgili bir ayetin meâli şöyledir: “O zaman inkâr edenler, kalplerine hamiyeyyeti / taassubu, cahiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da Rasûlüne ve mü’minlere sekînetini (huzur ve emniyetini/güveni) indirdi. Ve onları takvâ sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık ve ehliyetli idiler. Allah her şeyi (hakkıyla, kemâliyle ve tamamiyle) bilendir.” [Fetih suresi, 26]
b- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları edâ etmek... Bu husustaki bir ayetin meâli de şöyledir: “O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takvâ ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat yalanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları yakalayıverdik.” [A'raf suresi, 96]
c- Bütün benliği ile Cenab-ı Hakk’a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak... Hakiki takvâ budur ve Kur'an-ı Kerim’de, inanan insanlardan / mü’minlerden bu nevi takvâya sahip olmaları istenmektedir: “Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” [Âli İmran suresi, 102] Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meâli ise şöyledir: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. (Rasûlü) dinleyin, (Allah’a ve Peygambere) itâat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın (sadaka verin, infak edin, hayır ve hasenatta bulunun). Kim nefsinin hırsından / cimriliğinden korunursa, işte onlar felâha / kurtuluşa erenlerdir” [Teğabun suresi, 16; el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Mısır, 1955, 1, 6]
Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse Sünnet-i seniyyede takvâ’yı anlatan daha pek çok ayet ve hadis mevcuttur. Merak edenler kaynaklara müracaat edebilir.