S.a muhterem hocam.
1. sorum İşrak namazının şartları arasında sabah namazını cemaatle kılmak şartı var mıdır? Yani evde kendimiz sabah namazıın farzını kıldıktan sonra vazifemizi yapıp güneş doğduktan 45 dak kadar sonra kılsak 2 rekat geçerli olur mu?
2. sorum bulunduğunuz yerden ayrılmadan demişsiniz önceki işrak namazıyla ilgili sorulan soruda. Bizim burda cami 2 katlı. 1.kat sabah namazlarında kalabalık ve sesli olduğu için 2.katta yapıyoruz bazen vazifelerimizi. Böyle durumda yerimizden ayrılmak zorunda oldugumuz için işrak namazının şartı kaybolmuş mu oluyo?
3. Son sorumda kendi evimde vazife yaptığım odada kuşlarım ve akvaryumum var. Feyzin gelmesine engel olur mu özellikle kuşlar? Şimdiden teşekkür ederim. Saygı selam ve dua ile.
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
1- Hadis-i şerifteki mükâfatlara aynen nail olabilmek için, yine hadiste anlatılan şartlara uymak gerekir. Uyulmazsa ne olur? Gayet tabii ki o namaz da ecirden-sevaptan yana boş değildir. Ama aynı karşılığı olmaz. Hadiste belirtilen mükâfatlara kavuşabilmenin şartı nedir? Sabah namazı cemaatle kılınacak ve oradan ayrılmadan kerahet vaktinin çıkmasına kadar tezekkür ve tefekkürle meşgul olunacak… Akabinde de işrak namazı kılınacak. Evet, evde kendi başına sabah namazını kıldıktan ve kerahet vakti çıktıktan sonra da kılabilirsiniz işrak namazını... Ama Rasûlullah Efendimizin anlattığı şartlar mevcut olmadığından, mesela biraz önce hatırlattığımız gibi, cemaate iştirak etmediğiniz için, meşrut olan sevabın da aynısını alamazsınız. Usûl-i fıkıhta meşhur kaidedir: “Şart olmayınca meşrut da olmaz.”
2- İkinci sorunuzda zaruret durumu bulunduğundan, inşaallah şart bozulmamış olur ve hadiste anlatılan ecre eksiksiz nail olursunuz, diye mülahaza ediyorum âcizane...
3- Bir süs unsuru olarak sadece akvaryumda yaşayabilecek balık ve yine yalnızca kafeste hayatını idame ettirebilecek kuş ve benzeri hayvan beslemenin ve bunların ticaretini yapmanın caiz olmadığına dair kaynaklarda bir hüküm yoktur. Hatta Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre, Rasûlullah (s.a.v.) onun Ebu Umeyr adındaki kardeşini gördüğünde,
- “Ebû Umeyr! Ne yaptı Nugayr”? diye latife ederlerdi". [Buharî, Sahih, Edeb, 81, 112; Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1978, 9, 544, Hadis no: 30 (2150)]
Hadiste geçen “Nugayr”, serçe büyüklüğünde bir kuşun adıdır. Enes'in kardeşinin böyle bir kuşu varmış ve onunla eğlenirmiş. Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) de buna mâni olmuyor, yasaklamıyor. Ama burada kuşla meşgul olanın çocuk olduğu da dikkatimizden kaçmaması lazım.
Hatırlayacağınız üzere İslam fıkhında, “Eşyâda aslolan ibâhadır” kaidesi meşhurdur. Yani bir şeyin haram olduğuna dair nasslarda (Kitap ve Sünnet’te) kesin bir delil bulunmadıkça, onun helal olduğuna hükmedilir. Akvaryum balığı, kafes kuşu beslemek, üretmek ve ticaretini yapmak mevzuunda da şer’an yasaklayıcı herhangi bir delil bulunmadığı için, bunları yapmakta bir mahzur yoktur. Meselenin dinî / şerî / fetva yönü budur.
İsterseniz meseleyi biraz daha genişçe ele alıp takva penceresinden de bakmaya çılışalım.
Kuşlar, hayvanlar içerisinde dünyası en geniş, sahası âdeta sınırsız olan yaratıklardır. Gökyüzünün bütün derinlikleri, yeryüzünün bütün enginlikleri onlarındır. Hürriyetleri, yiyecek-içecek bakımından istifâde alanları hudutsuz gibidir. Balıkların dünyası da nisbeten kuşlara benzer…
İşte böylesine geniş ve derin dünyalı bir varlığı / varlıkları alıp da, avuç içi kadar dar bir kafese hapsetmek… Onu kendi sınırsız dünyasından koparıp, burada can çekişir gibi bir hayata mahkûm etmek… Herhalde insan akıl ve mantığıyla da bağdaşmamakta, beşer şefkat ve merhameti dahi bunu mâkul görmemektedir.
Ayrıca böylesine geniş hayat alanı olan bir kuşu, daracık bir kafese hapsetmenin insan için de belli bir faydası, zaruri bir sebebi de yoktur. Sonuç, sadece sahibinin şahsen duyduğu hazdır, zevktir. Öyle değil mi?
Enteresandır ki bu zevk de, hür / özgür dünyasından koparılıp hapse atılan zavallı kuşcağızın feryâd u figânından (bağırıp çağırıp sızlanmasından) alınmakta… Onun âdeta firaklı (üzüntülü-dokunaklı-iniltili-hüzün verici-şikâyetçi ötüşünden) ağlamasından duyulmaktadır.
***
Bir bakıma, âciz bir canlının ıztırabından, çektiği sıkıntıdan haz duymak gibi zâlimce bir zevktir bu… O bakımdan -biraz ağır kaçmakla birlikte- kişilik bozukluğu olarak da tavsif edilebilir.
Bu yüzdendir ki; İmam Birgivî, Muhammed Hâdimî (rahımehumellah) gibi zevât, kafeste kuş hapsedip, onunla oyanmayı-oyalanmayı, gönül eğlendirmeyi günahlardan saymış, mânevi âfetlar arasında zikretmişlerdir. Ancak, sâdece kafeste yaşayabilen, kafes dışında yaşama alışkanlığı bulunmayan dar sahalı kuşların, kafeste beslenip bakılmasında mahzur/sakınca görmemiştir… Balıklar için de aynı ölçü geçerlidir.
Binaenaleyh belli bir fayda elde etmek için beslenen kuşların kafeslerde tutulmasının ise caiz olduğu, bunda bir mahzurun bulunmadığı izah edilmiştir. Av avlamak için beslenen kuşlar gibi... Mesela bazı avcılar, keklik veya ördek avında, avlanacakları hayvanı çağırması, avı bulundukları tarafa doğru getirmesi için, kafesin içindeki kekliğin erkeğini, avlandıkları yere bırakırlar… Ördeği de avlanacakları bir suyun yakınına koyarlar. O öttükçe yaban ördekleri veya keklikler gelmeye başlar…
İşte bu maksatla keklik veya ördek beslemek caiz görülmüştür.
Kimilerinin bir hastalık hâline getirerek besledikleri güvercinler ise, faydasız bir işle iştigâlden başka bir şey olmadığından mekruh sayılmıştır. [Bkz. Muhammed Hâdimî (v. 1176/1762), el-Berîkatü’l-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkati’l-Muhammediyye, 4, 241]
***
Bâzı eserlerde sâdece eğlence olsun için güvercin besleyip kuşla oynamanın, fakirliğe yol açacağı da kaydedilmiştir.
Halifeliği döneminde Hz. Osman zî’n-Nûreyn’e (r.a.), Medine’de güvercin merakı alıp yürüdüğünden bahsedilince, durumu tahkik ettirmiş / araştırıp soruşturmuş… Ardından da, derhal yasak koymuş! ‘Güvercinle uğraşmak, faydasız işle faydalı zamanı imha etmektir’ diyerek, zaman israfçılarını cezalandırmıştır.
***
Küçük çocukların kısa bir zaman kuşla eğlenip oynamaları bu yasaktan ayrı tutulmuş... Henüz kuş denen bu hayvan nev’inin özelliklerini-güzelliklerini ilk defa görüp onu hayretle seyreden, eğlenip oynayan, konuşma devresi çocuklarının bu hâli, onlar için bir zaman israfı sayılmamış... Çocuklar için bu durum, o mahlûku tanıma fırsatı olarak görülmüştür.
Bunun şartı da, çocuğun kuşa eziyet etmesine meydan ve fırsat vermemek, hayvanın ıztırap çekmesine sebep olmamaktır.
Kafeste beslenen kuşun, sahibine ‘ciddi bir yarar sağlamadığı’ndan dolayı mekruh oluşundan olacak ki; yumurta yapıp fayda sağlayan tavuğu hapsederek bekletmenin câiz ve uygun olduğu da aynı bahiste kaydedilmiştir. Zira bunda bir fayda olduğu aşikârdır.
Ve yine ev dışında av köpeği beslemek, bağ ve bahçeyi bekleyen köpeklere bakmak da câiz görülmüş; ancak, hiçbir faydası olmayan süs köpekleriyle meşgul olup ev içine almak ise, haram kılınmıştır.
Netice olarak; feyzimize-nûrumuza müsbet manada faydalı olmayacağı, bilakis menfi yönde tesirinin olabileceği muhtemeldir. Çünkü bu işler, en azından mâlâyani sınıfına dâhildir.
Bilmukabele muhabbet ve hayır-dualar...