Selamün aleyküm Halis abi. (Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun!) [Şir’a] hadisi serifini bir kadının anlayabileceği şekilde izah edebilir misiniz?

“Kadının” şeklinde söylemek yanlış olmuş efendim. Özrümü maruz görün. “Herkesin” olsa daha iyi olur. Teşekkür ederim. Sizi zahmete sokuyoruz. Allah (cc) razi olsun. Fatih Tosun – Facebook 

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Dilerseniz öncelikle hadis-i şerifin vürûduna sebep olan hadiseyi ele alalım. Ondan sonra da şayet ihtiyaç kalırsa açıklamaya çalışalım.

Ashab-ı Kiram'dan Alkame adında bir zat vardır. Bu zat bir gün çok ağır hasta oldu. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Bilâl’i (r.anhum) onu görmeye gönderdiler. Onlar Alkâme'nin yanına vardıklarında bir de ne görsünler; Alkame'nin dili tutulmuş, bir türlü kelime-i şehadet getiremiyor.

Hemen gelerek durumu Rasûlullah’a (s.a.v.) anlattılar. Sahabeler, Alkame'nin durumunu gözden geçirdiklerinde onda bir kusur bulamadılar. Daha sonra hanımı yüzünden annesiyle arasının iyi olmadığını öğrendiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Alkame'nin annesine haber gönderdi. Kadın Rasûl-i zîşân Efendimiz'in huzuruna gelince, Efendimiz (s.a.v.) kadına;

“Oğlun ile dargın mısın?” diye sordu.

Kadın:

“Dargınım yâ Rasûlullah)!” diye cevap verdi.

Fahr-i âlem Efendimiz (s.a.v.),

“Oğlun çok zahmet çekiyor. Ona hakkını helal et” dedi.

Kadın:

“Oğlum karısını bana tercih etti. (Benim isteklerim-ihtiyaç ve hizmetlerim karşısında hanımından yana tavır aldı, beni ihmâl edip onu memnun etti.) Ben oğlumdan râzı olamam” dedi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kadına ne tavsiye ettiyse kabul etmedi. Nihayet Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdular:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, sen ona öfkeli ve dargın bulunduğun sürece, namazı da zekâtı da fayda kendisine vermez.”

Daha sonra sahabelere Alkame'yi yakmak için ateş toplamalarını emretti. Bunun üzerine kadıncağız feryad edip;

“Bırakın oğlumu! Allah'ı şahit tutuyorum ki, ben oğlumu bağışladım, ondan râzı oldum, ona hakkımı helal ettim” dedi.

Bunun üzerine Alkame'nin dili açıldı ve kolayca kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Bu hadiseden sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Ey Muhacirler ve Ensar topluluğu! Kim hanımını annesine tercih ederse, Allah'ın lâneti üzerine olsun. Allah Teala o kimsenin farz’ını da nafile ibadetini kabul etmez.” [Bkz. Seyyid Ali Zâde, Şir’atü’l-İslâm;  Sofuzâde Seyyid Hasan Hulusi, Mecmau’l-Âdab vb. mevizaya dair eserler]

***

Anlaşılan odur ki; anne ve babanın fazileti anlatılmakla bitmez, onlara karşı yapmamız gereken işler hiç tükenmez. Zira onlar bizim hayatımız boyunca başımıza gelen bütün acı ve tatlı işlerde hep yanımızdalardı. Öyleyse her zaman onlara yardımcı olmamız, yanlarında bulunmamız gerekir. Allah Teala yardım ve infak edileceklerin en başında ebeveynleri göstererek;

(Rasûlüm!) Sana, nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir” [Bakara suresi, 215] buyurmaktadır.

Ve yine Cenab-ı Hak, onlar nasıl evlatlarına her vakit duada bulunuyorlarsa, evlatların da onlara dua etmelerini ferman ederek şöyle buyurdu: “Ey Rabbim! Bana ve ana-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin râzı / hoşnut olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de sâlih kimseler kıl”. [Ahkaf suresi, 15]  Böylece Rabbimiz bizden, onlar için en güzel duaların yapılmasını istemektedir.

Ve yine Rabbimizin öğrettiği gibi, anne-babaya şu şekilde dua edilmesi güzel olur:

Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana babamı ve müminleri bağışla!” [İbrahim suresi, 41]Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.” [İsra suresi, 24] 

Keza Rabb’imiz saygı-sevgi, itaat ve güzel konuşulması emirlerinden sonra, anne ve babaya yapılabilecek güzel davranışların bir başkasını da, “(Biz insana), ‘Bana, anana ve babana şükret’ diye de tavsiye ettik” [Lokman suresi, 14] buyurarak beyan etmiş… Böylece Zât-ı kibriyasına yapılacak şükür ile ebeveynlere yapılacak teşekkürü birlikte zikredip onların yerlerini-haklarını kesin bir emirle belirtmiştir. Artık bu emirden sonra onların hak ve hukuku hakkında herhangi bir şüphe veya gevşeklik kabul edilemez.

Anne hakkına fazlaca yer verilince, sanki baba hakkı pek kıymete değer bir şey değilmiş gibi düşünülmemelidir. Zira Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de anne ve baba haklarını beraber anlatırken annenin meşakkatli hallerini ayrıca zikretmiştir. Yoksa babalık da öyle hiç yabana atılacak kıymetsiz bir konum değildir. Sadece anne hakkı onun önünde ve üstündedir.

***

Anne - baba hakkında dikkat etmemiz gereken belli başlı hususlar

- Allah Teala, isyanı ve günahı gerektiren hususlar dışında emrettikleri her hususta anneye ve babaya itaat etmek.

- Anne ve babaya nezaketle ve saygılı bir dille hitab etmek.

- İçeri girdikleri zaman hemen toparlanıp ayağa kalkmak.

- Sabah-akşam uygun zamanlarda ellerini öpmek.

- Anne ve babanın şahsiyetlerini, şeref ve haysiyetlerini-itibarını korumak.

- Kendi arzuladığımız şeylerden onlara da ikram edip sunmak.

- Anne ve babaya sık sık dua edip, bağışlanmalarını Allah Teala'dan dilemek.

- Bütün dünyevi iş ve amellerinde onların fikirlerine danışmak… Gönüllerini almak.

- Anne ve babanın yanında misafir bulunuyorsa, kapıya yakın oturup onların verecekleri emirleri yerine getirmede acele etmek...

- Onları sevindirecek işlerde bulunmak ve memnun kalacakları işleri yapmak…

- Karşılarında yüksek sesle konuşmamak...

- Konuşurlarken onları dinleyip, sözlerini kesmemek…

- İzin vermedikleri takdirde evden çıkmamak.

- Uyudukları zaman onları rahatsız etmemeye dikkat etmek.

- Eşi ve çocuklarını onlara tercih etmemek ve her hususta onlara öncelik tanımak.

- Beğenilmeyecek bir iş yaptıkları takdirde onları kınamamak.

- Gülmeyi gerektiren önemli bir sebep olmadıkça onların karşısında kahkaha ile gülmemek.

- Sofrada onlardan önce yemeğe başlamamak.

- Anne ve baba huzurunda ayakları uzatmamak, derli toplu oturmak.

- Onların önünden yürümemek, onlardan önce bir eve veya işyerine girmemek.

- Çağırdıkları zaman edeple "Buyur" deyip, hemen yanlarına gitmek.

- Anne ve baba hayatta iken de, vefat ettikten sonra da onların dostlarına saygılı olmak.

- Anne ve babasına kötülük eden kimselerle arkadaşlık yapmamak.

- Onlar için sık sık, özellikle vefatlarından sonra dua etmek... Çünkü Salih evladın ölen anne ve babasına yaptığı dualar kabul olur.

***

Hadisdeki şekliyle değil ama, sorunuzda geçen meselenin de içinde bulunduğu, kıyamet alametlerinden bahseden uzunca bir şu hadis-i şerif şöyledir:

Hz. Ali’nin ve Hz. Ebu Hureyre’nin (r.anhuma) bildirdiklerine göre Rasûlümüz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Ümmetim on beş kötülüğü işlerlerse, başlarına belalar iner.”

“Ey Allah’ın Rasûlü onlar nelerdir?” denildi. Buyurdular ki:

“1. Ganimet, mal-mülk, (kredi, sermaye) belli kişiler arasında devrettiği (halkın umumuna, fakir-fukaraya uğramadığı) zaman,

2. Emanet, ganimet sayılıp riayet kalmadığı zaman,

3. Zekât angarya ve zorla alınan bir haraç gibi sayıldığı zaman,

4. Erkekler hanımına itaat edip, annesine saygısız davrandığı zaman,

5. Din dışındaki ilimler ve bilgiler öğrenildiği (dinî ilimlerse ihmâle uğradığı) zaman,

6. Kişi arkadaşına karşı iyi olup, babasına sıkıntı çektirdiği zaman,

7. Cami ve mescitlerde Allah ve Rasûlünün istemediği sesler yükseldiği zaman,

8. İslâm yolundan ayrılan kimselerin kabile başına başkan oldukları zaman,

9. Aşağılık kimselerin topluluğun başına idareci olarak geçtikleri zaman,

10. Bir kimseye şerrinden korkulduğu için ikram edildiği (saygı gösterildiği) zaman,

11. Lüks ve isrâf olan ipekli elbiseler giyildiği zaman,

12. Şarkıcı ve sanatçı denilen kadınlar ortaya çıktıkları ve meşhur oldukları zaman,

13. Her türlü çalgı aletleri çıkıp alınıp satıldığı zaman,

14. İçkinin her türlüsü kullanıldığı zaman,

15. Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceki atalarına lânet okudukları zaman.”

“İşte bu durumda kızıl rüzgârı gözetleyin, depremleri gözetleyin, topluca yere batmaları bekleyin, kılık değiştirme vak’alarını bekleyin, taşlanma hadiselerini gözetleyin, ipi kopan tesbihin tanelerinin birer birer dağılıp birbirini takip etmesi gibi değişik alametleri bekleyin.” [Bkz. Tirmizî, Sünen, Fiten, 38]

Bunlardan sadedinde bulunduğumuz “Kocanın hanımına itaat edip, annesine saygısız davranması”, kısaca şöyle anlaşılabilir: Kişinin, hanımının meşru olmayan veya tamamen heves ve kapris dolu isteklerini yerine getirmek uğruna, annesinin ihtiyaçlarını, ona ait hizmetleri ihmâl etmesi... Bir başka ifadeyle, hanımını annesine tercih ederek, ikisinin istekleri arasında kaldığı durumlarda, hanımından yana davranıp annesinin gönlünü kırmasıdır. Böyle bir tutum erkeğe hayır getirmez. Allah’ın rahmet ve bereketinden uzaklaştırır. O bakımdan ebeveynin, özellikle de annenin hukuku noktasında çok dikkatli ve hassas davranmak gerekir.

Diğer maddelere gelince…

Kişinin, kötü arkadaş çevresine ikramda bulunup, babasına sıkıntıda bırakması, elbette ki kendisini adım adım felakete götürür…

Mescitlerde seslerin yükselmesinin kötü bir özellik olarak sayılması, “her kafadan bir ses çıkması, mescitlerdeki cemaatin, cemaat ruhundan uzaklaşıp, kuru bir kalabalık haline gelmesi” olabilir. Veya hoca efendilerin mikrofonların da desteğiyle bağıra çağıra anlattığı halde, vaazlarının-nasihatlerinin cemaate tesirinin olmaması, anlaşılabilir.

Rezil ve aşağılık kişilerin önderliği... Buradaki “önder” kavramı, köydeki muhtardan, cumhurbaşkanlığına kadar şümûlü olan bir kavramdır. “Bir milletin efendisi onlara hizmet edendir” hadisinden hareketle, bulunduğu makamın hakkını veren idarecilerimizi tenzih etmekle beraber, pek çok başsız başların iş başında olduğu; pek çok hain insanın, hamiyet süsüyle bu aziz millete hıyanet ettiği de bir vakıadır. [Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Hadis no: 1515]

En sonunda tarih düşmanlığı dikkatimize sunuluyor ki, ülkemizde geçmiş namına ne varsa kötülendiği, Batı’nın her türlü rezaletinin medeniyet sayıldığı kara bir dönem yaşanmış... Köklerinden uzaklaştırılmış bir nesil, göklere yükselecek sanılmıştır. Hâlbuki köksüz bir ağaç kurumaya mahkûm olduğu gibi, tarihine sırt çevirmiş bir millet de çökmeye mahkûmdur. Nitekim bu hata son zamanlarda kısmen anlaşılmış, Osmanlıya “barbar”, Abdülhamid Han’a “kızıl sultan”, Vahdettin'e “vatan haini” denilmesi gibi tarih düşmanlığından bir derece olsun vazgeçilmiştir.

Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bir başka hadisi, bu maddeyi biraz daha açmaktadır:

“İnsanlara aldatıcı seneler gelecek. O senelerde, yalancı doğru kabul edilecek, doğru yalancı sayılacak. Haine emin (güvenilir kişi) denilecek, emin kişiye hain damgası basılacak. O yıllarda memleket meselelerinde, değersiz kişiler konuşacak.” [İbn Mâce, Fiten, Hadis No: 4036]

Hadis'te anlatılan bu olumsuz özellikler görüldüğünde üç neticesinden bahsediliyor:

1. Kızıl bir rüzgâr!.. Evet, böyle bir rüzgâr yetmiş yıl boyunca kuzeyden dünyanın her tarafına esti. Avrupa'nın yarısını, ülkemiz halkının epey bir kısmını, koca Çin’i ve daha pek çok ülkeyi tesiri altına aldı. Şimdilerde ise vaziyet daha farklı… Ama daha ilerisi, fazlası ne olur, nasıl olur, elbette ki Allah bilir.

2. Hasf, çöküntü demektir. Bu hasletleri gösteren bir toplulukta elbette bir çökme olacaktır. Ülkemizde de yaşanan maddi-manevi çöküntülere bu zaviyeden bakılabilir. Toplumun pek çok kesiminde aile mefhumu çökmüştür, ahlaki değerler çökmüştür, namus mefhumu çökmüştür, millet için fedakârlık, çileye-cefâya talip olma hasleti çökmüştür...

3. Mesh, insanın hayvana çevrilmesidir. Kur'an-ı Kerim'de bazı toplulukların maymun ve domuz haline çevrildiği anlatılır. Bu çevrilme, maddeten olması mümkün olduğu gibi, ma'nen olması da mümkündür. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) hürmetine bu ümmetten maddi mesh kalkmıştır. Meseleye bir başka perspektiften bakacak olursak;

Malum, maymun taklitçi bir hayvandır; domuz ise, hayvanlar içinde eşini kıskanmayan tek hayvan... Bu açıdan bakıldığında dinsiz eğitimin tesiriyle bu mübarek vatanda maymun tabiatında nice Batı taklitçileri, domuz tabiatında nice namus mefhumunu yitiren insanlar görülecektir. Kıblemiz Mekke-i Mükerreme’de Kâbe’dir. Ama taklitçi ortamda yetişenlerin bir kısmının kıbleleri farklı farklıdır.

Mübarek ceddimiz Kanuni Sultan Süleyman, zamanın Fransa kralına yazdığı bir mektupla Fransa'da dansı yasaklatırken, şimdi bir kısım okullarımızın yılsonu eğlencelerine kadar bu İslam dışı âdetin girmesi, cidden üzücü ve düşündürücüdür.

Go to top