Selamün aleyküm hocam. Peygamber efendimiz yalnızca kendisine vahyedilenleri mi bilirdi, yoksa vahiy ve ilham gelmeden de  içtihat yaptığı olmuş mudur? Hurma aşılama olayının neticesinde söyledikleri sözün gerçek manası nedir? A. Ali Bayramoğlu - Almanya

 

 

*******

Ve aleyküm selam.

Sünnet’in, Kur'ân-ı Kerim'den sonra, ikinci aslî delil olduğunda ittifak vardır. Bu itibarla Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) nisbeti sabit ve sahih olan sünnetin gereğine göre amel etmenin vücûbu üzerinde bütün âlimler ittifak etmiştir.

Onlar bu mevzuda Rasûlüllah’a (s.a.v.) itaatı emreden, onu sevmenin Cenab-ı Hakk’ı sevmek olduğunu bildiren, ona karşı gelenlere şiddetli tehditler bildiren âyetlere dayanırlar.

Dinî hükümlerle ilgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bize bildirdikleri, Allah Teala tarafından kendisine bildirilen gerçeklerdir. Bunlar, vahy-i sarih / vahy-i metluv olan Kur’an’da veya lafzı Rasûl-i Ekrem’den (s.a.v.), manası Allah’tan olan kudsî hadislerde, yahut da hem lafzı ham mânâsı Rasûlullah (s.a.v.) tarafından aktarılan hadis-i şeriflerde söz konusudur. Bu hadislerin bir kısmı ilhama, bir kısmı da Rasûlullah’ın (s.a.v.) içtihadına dayanmaktadır. Ancak Peygamber Efendimizin (s.a.v.) içtihadında bir hata olursa derhal Allah tarafından düzeltilir.

Rasûlullah’ın (s.a.v.) vahiy gelmeden önce içtihat yaptığını gösteren bazı ayetler vardır:

Mesela, Bedir ganimetinin taksimi hakkında yaptığı iş / işlem bir içtihattır. [Bkz.Enfal suresi, 67-69]

Keza, görme özürlü olan Abdullah b. Ümmi Mektum’a (r.a.) karşı sergilediği davranış bir içtihadıdır. [Bkz. Abese suresi, 1-11]

Yine, hanımlarından bazılarının gönlünü almak için kendisine bazı meşrûbatı yasaklaması, onun bir içtihadıdır. [Bkz. Tahrim suresi, 1] Bu içtihatların hepsi bir şekilde Allah Teala tarafından düzeltilmiş, daha güzel şekline işaret edilmiştir.

Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) değiştirdiği içtihatlarından biri de Bedir harbi sırasında vukû bulmuştur. Bedir harbi hazırlığı yapılırken Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orduyu bir yere yerleştirmiş, fakat daha sonra bir sahabinin söylediklerine göre hareket ederek askerlerin yerlerini değiştirmiştir. Fahr-i Kâinat (s.a.v.), Bedir'e vardığında en yakın su kuyusunun, yani bulduğu ilk su kuyusunun başında konaklar. Bunun üzerine Habbab b. Münzir yanına varıp, "Ya Rasûlullah, burada konaklamanı emreden yüce Allah mıdır? Yani bunu değiştiremez miyiz? Yoksa bir harp taktiği ve hîlesi olarak mı burayı seçtiniz?" der. Fahr-i âlem (s.a.v.), "Bir harp taktiği ve hîlesi olarak burayı seçtim" der. Bunun üzerine Habbab, "Yâ Rasûlallah, burası uygun bir yer değildir. Gidip Kureyş'e en yakın kuyunun başına konaklayalım, diğer kuyuları da kapatalım. Bir havuz açıp su dolduralım. Böylece bizim suyumuz olurken, onlarınki olmaz" der. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bu sahabinin teklifine uyar ve ordugâhın yerini değiştirir. [Bkz. Zeynî Dahlan, es-Sîretu’n-Nebeviye, 1, 196]

İmam Serahsî (rh.), Rasûlullah’ın (s.a.v), re’y ve içtihadı sonucu ulaştığı hükümler olduğunu bunların da “mâ yüşbihu’l-vahy” yani  vahye benzediğini ifade eder. O’nun hata üzere bırakılmaması, devamlı vahyin kontrolünde olması gibi hususlar, BU KISIMDAN OLAN HÜKÜMLERİ DE VAHİY MESABESİNDE KILMAKTAdır. Ümmetten diğerlerinin içtihadı ise, yanılma ihtimallerinin olması ve bu yanılmalarının vahiyle düzeltilme imkanı bulunmaması sebebiyle Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) içtihadı mesabesinde değildir. [es-Serahsî, Şemsuddin, Usûlü’s-Serahsî, Beyrut, 1973, II, 90-96]

İmam Serahsî’nin (rh.) bu açıklaması, neticede Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bütün davranışlarının vahye dayandığı O’nun tashihinden geçtiği anlamına gelmektedir. Zira, Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) davranışı veya sözü ya doğrudur, ya da yanlıştır. Hayatı boyunca düzeltilmişse zaten son hali esastır. Aynen kalmışsa onun doğru olduğu ortaya çıkar. Zira yanlışın Allah (c.c.) tarafından devam ettirilmesi mümkün değildir.

İmam Şâtıbî (rh.) ise şöyle der: Hadis ya saf Allah’tan gelen bir vahiydir, ya da Nebî (s.a.v.) tarafından yapılmış bir içtihattır. Ancak bu durumda onun içtihadı Kitap ya da sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Rasûlullah’ın (s.a.v.) içtihadında hata yapabileceği görüşü benimsense bile, o asla hatası üzerinde bırakılmaz, derhal tashih edilir. Sonunda mutlaka doğruya döner. Dolayısıyla ondan sâdır olan hiçbir şeyde hata ihtimali yoktur . [Şâtıbî, Muvafakat, IV, 19; Benzer görüşler için bkz, Abdülgani, Hucce, s. 334 vd.]

Bu ifadelerden hareketle diyebiliriz ki; sünnetin tamamı vahiydir, diyenler meseleye bu açıdan bakmışlardır. Zira, neticede sünnetin tamamı vahyin kontrolünden geçiyor, ya aynen devam ettiriliyor ya da tashih ediliyordu. Yani vahyin kontrolüne girmemiş bir uygulamanın varlığını kabul edemeyeceğimize göre netice olarak hepsinin vahye dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak sünnetin tamamının vahye dayandığını söylerken bununla Rasûlullah’ın (s.a.v.) devrinde tesbiti yapılan ve bize kadar sahih olarak gelen sünnetleri kastettiğimizi de belirtelim.

Elmalı’lı M. Hamdi Yazır merhum da bu hususu şöyle izah eder:

"İlm-i usûlde sahih olan şudur ki; Rasûlullah (s.a.v.) vahye muntazır olur ve vahiy gelmeyen hususlarda kendi görüşüyle-içtihadıyla amel ederdi. Ve bu içtihatta yanılmak da mümkün olabilir, ancak hata gerçekleşir ise vahiyle düzeltilir, devam etmezdi. Rasûlullah’ın (s.a.v.) içtihadının, diğer içtihatlardan farkı bu idi."

Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) uymamızı emreden ayetlerden bazıları şöyledir:

“Allah ve Rasûlü bir işte hüküm verdiği zaman, erkek-kadın hiçbir mü’min için kendi işlerinde seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” [Ahzab suresi, 36] ayeti, her hususta Resulullah’a (s.a.v.) uymayı emretmektedir.

“Şânımn hakkı için, Size Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.” [Ahzab suresi, 21] âyeti, Rasûlullah’ın (s.a.v.) konuşan ve yaşayan bir Kur'an olarak her zaman canlı bir örnek olduğuna, varlığının zorunluluğuna işaret etmektedir.

“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icâbet edin...” [Enfal suresi, 24]

“Rasûl size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz. Allah’a karşı gelmekten sakınınız. Muhakkak ki Allah’ın cezası pek çetindir.” [Haşr suresi, 7]

Bütün bu ayetlerde Rasûlullah’a (s.a.v.) uymanın Allah’a (c.c.) uymak, ona karşı gelmenin Allah’a karşı gelmek manasına geldiğine işaret edilmiştir.

***

Hurma aşılama meselesi neticesinde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), “Entüm a’lemü bi-emri dünyâküm[Müslim, Sahih, Fedâil, 38] buyurmuşlardır. Hadisin zâhirî ibare manası: “Siz, kendi dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz!” demektir. Binaenaleyh bu hadisi ve hadiseyi de her ne kadar yukardaki açıklamalar istikametinde değerlendirenler olmuşsa da, son devir desiâmlarından, Nakşî yolu Müceddidîn kolu silsilesinin 33’üncü ve son halkasını teşkil eden, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) zâhir ve bâtınına tamamiyle ve kemaliyle vâris bulunan mürşid-i kâmil u mükemmil Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri, usûl ve âdâba muvafakaten şöyle enfes bir izah getirmişlerdir:

“Bunun mânâsı: ‘Sizler, zannınıza göre dünya işlerini daha iyi bilirsiniz’ demektir. ‘Entüm’den sonra ‘Fî zunûniküm’ mahzuftur. Hadîs-i şerifteki bu inceliği idrâk etmeyip de, ashâbını Rasûlullah’tan (s.a.v.) âlim bilmek, insanların büyük felâketine sebep olur”. [Erol, Ali, Hatıratım, s. 81]

Go to top