Hocam selamun aleyküm. “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” ayeti hakkında biraz açıklamada bulunabilir misiniz? Peygamberimiz insanların ve cinlerin dışındaki canlı-cansız varlıklara nasıl rahmettir, kısa da olsa bir izahınız olusra sevinirim” Davut Akçakaya / İstanbul
*******
Ve aleyküm selam.
Elbette Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) topyekün âlemlere rahmet peygamberi olarak gönderildi. Ancak tebliğe muhatap olan, kulluk vazifesiyle mükellef bulunan sadece ins ü cindir, bunların dışındakiler değil. Diğer varlıkların durumu farklıdır.
Bunca açık rahmet tezahürleri karşısında bu ayetin açıklanmayı gerektirecek bir yanı var mı bilmem… Nitekim Mevlâ-yi zû’l-Celâl hadis-i kudsisinde Âlemlere rahmet Efendimiz (s.a.v.) için, “Levlâke levlâke lemâ halaktü’l-eflâk: Sen olmasaydın sen olmasaydın, Ben âlemleri yaratmazdım” [el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ: 2, 232] buyurmuyur mu? Demek ki bütün canlı-camit her şeyin, bir defa yaratılış sebebi odur. Bundan daha büyük rahmet vesilesi olur mu?
Sizin de mesajınızda kaydettiğiniz gibi Kur’an-ı Kerim’de buyrulmuştur ki: “Ve biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”. [Enbiya suresi, 107]
Yani, ey Muhammed (s.a.v.)! Başka bir sebep için değil, ancak bütün âlemlere ve bilhassa akıl sahibi varlıklara olan merhametimizden dolayı âlemlere bir rahmet olarak seni peygamber gönderdik. Senin Peygamberliğin bütün varlıklara Allah'ın bir rahmetidir. Veya sen öyle şumûllü-muhtevalı-ihâtalı-kapsamlı bir rahmetsin ki, bütün akıl sahibi varlıklara o iyilik ve kurtuluş yolunu göstereceksin. Her iki dünyada saadet ve selamet getiren dini sen öğreteceksin ve bütün âlem bundan istifade edecektir. Buna rağmen şu rahmetten kaçan ve şu nûra karşı gözlerini-gönüllerini kapatan bedbahtlara yazıklar olsun… [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet tefsiri]
Evet, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), mertebe-mertebe, kademe-kademe, derece-derece canlı-cansız bütün âlemlere rahmet olmuştur.
Bunlardan melekler âlemine rahmet oluşuna gelince… Onlar için de Efendimiz (s.a.v.) bir rahmettir. Çünkü melekler de Allah'ın yarattığı âlemlerinden bir âlemdir. Hatta Cebrâil aleyhisselâm gibi mukarreb bir meleğin de o umumî rahmetten istifade ettiği açıktır. Zira Cibrîl (a.s.), Efendimiz'e (s.a.v.) şöyle der: "Ben akıbetimden emin değildim. Kur'an, Sana nâzil oldu. Onu ben getirdim. Tekvir sûresinde, "O orada sayılan, güvenilen (bir elçi)dir.” [Ayet: 21] denildi. Yani, Kur'ân'ı öyle bir melek getiriyor ki, o melek güçlü ve kuvvetlidir. O kadar güçlü ve kuvvetlidir ki, hiçbir mevâni / engel ve ârıza ona emanet olan vahyin sıhhatine dokunamaz. Aynı zamanda o, Allah'ın emirlerine itaat ve imtisal içindedir. Sonra da emîndir. Âkıbetinden endişe edilecek bir hâli yoktur. ‘İşte yâ Muhammed (s.a.v.)! Getirdiğin Kur'ân sayesinde, durumum aydınlığa kavuştu. Ben de o rahmetten istifade ettim."
Gerçi Cebrâil (a.s.), mehâbet ve mehâfet-i ilâhiye karşısında yine tir-tir titriyor ve inim-inim inliyordu; ama artık, âkıbetinden endişe etmiyordu. Bu şekilde değişik bir boyutta meleklere de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) rahmet olmuştu.
O, aynı zamanda hayvanlar âlemi için de bir rahmettir.
Afedersiniz; sığır, koyun, keçi, deve vs. hayvanlar, Rasûl-i Ekrem Efendimiz'in (s.a.v.) bir rahmet deryası hâlinde varlık ufkunda tecellîsi ve nûru sayesinde aydınlanmış ve mânâsı, hılkat sebepleri-hikmetleri anlaşılır hâle gelmiştir. Yani hayvanlar da o sayede mânâ ve muhtevalarıyla anlaşılır olmuşlardır. Allah (c.c.), O'nun tercümanlığıyla yerde, gökte ne varsa hepsini insanın emrine musahhar kıldığını bildirmiş ve O'na her şeyden istifade etme yolunu göstermiştir.
Buradan hareketle bizler, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) neşrettiği nûr sayesinde, hiçbir canlının abes olmadığını ve Allah'ın abes bir şey yaratmadığını anlıyor, Cenab-ı Hakk’ın bu iç içe sergileri karşısında iki büklüm oluyor ve "Allâhu Ekber: Sen en büyüksün Allah’ım!" diyoruz… Uzak yakın çevremizde görüp hissettiğimiz her şeye karşı derin bir hayranlık duyuyoruz.
Evet, Allah Rasûlü (s.a.v.), her şey için bir rahmet tecellîsi olmuştur. Bundan ötürüdür ki, Efendimiz'in (s.a.v.), değişik yaratıklarla alâkalı zuhur eden mûcizeleri, bir bakıma Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.), kendilerine ait mânâyı ifade etmesine karşılık bir teşekkür, bir mukabele ve farklı bir dille O'nun konumunu ifadedir. Meselâ;
Allah Rasûlü (s.a.v.) bütün insanlığa, "Onlar devenin nasıl yaratıldığına, bakmazlar mı?" [Ğâşiye suresi, 17] âyetiyle devenin mânâsını anlatmıştır. O develerden bir deve de nev'i / türü adına ona minnet ve saygılarını ifade etme mânâsında gelip, O'nun ayaklarına yüzünü sürmüştür. Bu şekilde o hayvan, hâl diliyle orada Efendimiz'in (s.a.v.) bir mûcizesini temsil etmiştir. Sanki deve bu hâliyle şunu anlatmaktadır: ‘Yâ Muhammed! Senin sayende benim de mânâm anlaşıldı. Seni tahiyye etmek / selâmlamak ve senin karşında iki büklüm olmak bana bir vecibedir.’
Hz. Âişe validemiz (r.anha), evindeki Dâcin denilen bir kuşu anlatırken şöyle demektedir: Efendimiz (s.a.v.), evde bulundukları zaman kuş sükûnetle durur ve Rasûlullahı (s.a.v.) dinler gibi bir temkin içinde bulunurdu. O, evden ayrılınca, kuş da debelenir durur ve âdeta huysuzlaşırdı. Yine Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) Advâ ismindeki devesi, Efendimiz'in vefatından sonra bir şey yememiş içmemiş ve bir süre sonra da ölmüştür.
İstanbul'un Kadıköy tarafında, yani İstanbul'un civarında bir ineğin a'zâsının bir tarafında, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) velâdet tarihi ve vefat tarihi veyahut 'Lâ ilâhe illallah Mufhammedün Rasûlullah' yazılı imiş. Diyanet'e sorulmuş, herhalde bir cevap alınamamış. Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) verâset-i tâmmesine sahip ulemâ-i hakikatten Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerine sormuşlar. Cevabında buyurmuşlar ki: 'Hiçbir mahluk yok ki, onda Rasûlullah'ın bir şeyi bulunmasın... Elbette bulunacak! Bulunmadığı takdirde yaşayamaz! Çünkü O, âleme rahmet için gönderilmiştir. Fakat o şey zâhir olup görünmez. Yalnız iksir otu yiyen her hayvanda zâhir olur (meydana çıkar, görülür). Binaenaleyh o inek de, o ottan yemiştir' buyurmuşlardır. [Ahbab Hocaefendi, Notklar, s. 21-22]
Hâsılı, Efendimizin (s.a.v.) neşrettiği nûr sayesinde, hayvanların da ne ifade ettiği aydınlığa kavuşmuş, âdeta hayvan, hayvan olmaktan kurtulmuş, ilâhî sanat, ibret ve dersolma seviyesine yükselerek farklı bir kıymet almıştır. Ve bundan dolayıdır ki Kur’an-ı Kerim’de, “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. Her şeye gücü yeten O'dur” [Teğâbun suresi, 1] buyrulmuştur. Çünkü mükevvenatın tamamı, Habîbullah’ın (s.a.v.) yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Onun rahmet ve re’fetiyle, Allah’ı tesbih etmektedirler.
Kezâ, onun rahmet ve re’fetiyle (şefkat ve merhameti vesilesiyle) bazıları Cennet’e bile girecek, öbür kısmı da Cehennem’e gitmeyip toprak olacaklardır.
Taşlar ve ağaçlar gibi câmid varlıklar için de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir rahmettir.
O, eline bir avuç kum alınca onlar, "Minnet Sana, şükran Sana!" mânâsına, O'nun elinde Allah Teala’yı tesbih ve takdis etmişlerdir.
Ağaç, onun mânâ ve muhtevasını aydınlığa kavuşturduğundan ötürü, bir bedevinin imanına vesile olma sadedinde, vadinin öbür tarafından yeri yara-yara ve yürür gibi Efendimiz'in (s.a.v.) davetine icabet edip gelmiş ve lisan-ı hâlle sanki şunları söylemiştir:
‘Yâ Rasûlallah! Cemâdat âlemi içinde anlaşılmaz bir şeydik. Senin neşrettiğin nûr sayesinde, alınlarımızda Allah'ın mührünü taşıyan çok kıymetli varlıklar hâline geldik.’
Bu misâlleri-örnekleri çoğaltmak mümkün...
İşte Âlemlere rahmet Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) topyekün mahlukat adına rahmet olma keyfiyeti de ap âşikârdır. Gören gözler, duyan kulaklar, anlayan kalpler için hiçbir gizlilik-kapalılık söz konusu değildir. [Geniş bilgi ve hikmet dolu hadiseler için, İmam Kastalânî’nin (k.s. Kahire, 851/1448 - 923/1517) Mevâhib-i Ledüniyye’sine müracaat ediniz. Eserin orijinali Arapça, Şair Baki'nin Osmanlıca tercemesi ile birlikte başka tercemeler de var.]