iyi akşamlar hocam bi sorum olacak bi kitapda okudum ve birde cübbeli ahmet hoca dan dinlemişdim peygamber efendimiz cebraile demişki kardeşim cebrail vahiyleri nerden alıyorsun demiş oda bi perdesin arkasından alıyorum demiş birdakinde o perdeyi arala demiş öyleyapmış cebrailde peygamber efendimiz orda imiş ben inanıyorum olmayacak bişey degil bir kac kişiye sordum yok ya olurmu öyle şey diyorlar bilgi verirseniz sevinirim tşk ederim şimdiden ALLAH RAZI OLSUN..
*******
Merhaba kardeşim, size de iyi akşamlar... Rabbim (c.c.) cümlemizden râzı olsun.
Toparlayıp özetlemeye çalıştığınız söz konusu rivayet şöyle:
"Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Cebrâîl aleyhisselâma sordu:
- Yâ Cebrâîl! Sen bu vahyi nerden alıyorsun? Cebrâîl aleyhisselâm;
- Sidretü'l-Münteha'da bir yeşil perde arkasından bana söyleniyor, dedi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.):
- Bundan sonra gittiğinde o perdeyi kaldır, sana söyleyene bak, dedi.
Cebrâîl aleyhisselâm Sidretü'l-Münteha’ya vardığında o yeşil perdeyi kaldırdı. Rasûlullah Efendimiz’i (s.a.v.) gördü. Kendisine söyleyen o idi. Bir rivayette 360 kanadını, bir rivayette de 600 kanadını [Gümüşhanevî, Râmûzu'l-Ehâdîs, Hadis no: 3857] çırpıp var hızı ile dünyaya geldi. Cebrâîl aleyhisselâm, ‘Muhammed'den evvel dünyaya gideyim’, dedi. Dünyaya geldi baktı ki, Fahr-i Âlem Efendimiz’i (s.a.v.) yerinde gördü. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Cebrâîl aleyhisselâm'a sordu, Hz. Cibrîl cevab verdi:
- Yâ Muhammed! Ben de hayret ettim; vahyi Allah Teala'dan alıp bana söyleyen de sensin. Burada benden alıp halka anlatan da sensin, dedi.
***
Zaman zaman gündeme getirilip sorulan bir rivayet bu. Soru metninde rivayetin Râmûzü'l-Ahâdîs'te geçtiği kaydediliyor. Fakat mezkûr rivayete ne bu eserde, ne de ulaşabildiğimiz diğer kaynaklarda rastlayabilmiş değiliz.
Bu rivayetle ilgili olarak ulaşabildiğimiz tek bilgi, Muhammed Osman Abduh el-Bürhânî'nin (rh.) Tebrietü'z-Zimme fî Nushi'l-Ümme adlı kitapta yer verdiği nakildir. Ancak rivayet bu eserde, sorularda zikredilenden farklı bir şekilde ve daha uzunca yer alıyor. Buna göre Cebrâîl (a.s.), Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.), Câbir b. Abdillah’a (r.a.) hitaben,
"Allah'ın yarattığı ilk şey, senin peygamberinin nûrudur ey Câbir" [el-Leknevî, el-Âsâru'l-Merfû'a, s. 42] mealindeki sözünü hayretle karşılayınca, ona (Cebrail’e) kaç yaşında olduğunu sorar. O şöyle cevap verir:
"Bilmiyorum ey Allah'ın Rasûlü. Ancak (bildiğim şu ki), dördüncü perdede, 70 bin yılda bir kere doğan bir yıldız var ve ben o yıldızı 70 bin kere gördüm." Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v),
"Rabbimin izzetine yemin olsun ki, işte ben o yıldızım" buyurur.
Daha sonra Cebrail’e (a.s.), vahyi nereden getirdiğini sorar. O,
"Göklerin herhangi bir köşesindeyken zil sesi duyar ve hemen Beyt-i Ma'mûr'a gider, vahyi oradan alır, (götürmem gereken) rasûl veya nebî’ye götürürüm" diye cevap verir. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v) ona,
"Şimdi Beyt-i Ma'mûr'a git ve benim nesebimi zikret" der. Cebrâîl (a.s.) derhal gider ve,
"Muhammed (s.a.v.) b. Abdillah b. Abdilmuttalib..." diye Efendimizin (s.a.v) nesebini sıralamaya başlar. Bunun üzerine, daha önce Cebrail’e (a.s.) hiç açılmamış olan Beyt-i Ma'mur açılır. Cebrâîl (a.s.), içeride Efendimizi (s.a.v.) görür. Şaşırır ve hemen yeryüzüne döner. Döndüğünde Efendimizi (s.a.v), bıraktığı gibi, Câbir’le (r.a.) birlikte oturuyor halde bulur.” [Muhammed Osman Abduh el-Bürhânî, Tebrietü’z-Zimme, fî Nushi’l-Ümme, 281-3]
el-Leknevî, el-Âsâru'l-Merfû'a'da bu rivayetin (yani Nûr-i Muhammedî'nin ilk yaratılan şey olduğunu anlatan rivayetin) naklen sahih olmadığını, ancak mânâ itibariyle sahih / doğru olduğunu söyler.
Aliyyü’l-Kaarî de, [Mirkat, I, 269-70] ilk yaratılan şeyin Nûr-i Muhammedî olduğu görüşünü tercih ettiğini belirtir ve mevzu ile ilgili olarak, el-Mevridü li'l-Mevlid isimli eserine atıf yapar (referansta / göndermede bulunur).
Bu rivayet üzerinde duran İbn Hacer el-Heytemî, el-Aclûnî, el-Leknevî gibi âlimler, onun Abdürrezzâk (rh.) tarafından nakledildiğini söylemişlerdir.
Âcizane kanaatim; bu rivayet ve mündemicatında anlatılanlar niye sahih olmasın! Cenab-ı Mevlâ-yi zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri neye kadir değil ki, bunu da böyle yapmasın..? Üstelik mânâ bakımından sahih olan bu rivayete niçin inanmayalım? Bunun da ötesinde nice acîb ve garîb vak’alara inanmıyor muyuz?!
Vesselâm…