s.a muhterem hocam hükmi şehitler kaç kısımdır kimler bu kısma girer izah ederseniz sevinirim.hayırlı akşamlar. murat kansu
*******
Ve aleyküm selam.
Sabahın şu erken saatlerinde (04:30), meşgaleler ve diğer hizmetler önümüzü kesmeden henüz vaktimiz varken, dilerseniz meseleyi biraz etraflıca ele alalım ve öncelikle şehit nedir, İslâm’a göre şehitliğin tarifi nasıldır, onları görelim. Müçtehit âlimlerimiz bunları nasıl tarif ve tavsif etmişlerdir, onlara bir atf-ı nazar edelim… Çünkü bizler birer mukallit Müslüman olarak nasslar’dan hüküm çıkartma mevkiinde değiliz elbette... Dolayısiyle müçtehitlerimizin edille-i şer’iyyeden istinbat ettikleri / çıkarttıkları yani Kitap ve Sünnet’ten, İcma’ ve Kıyas’tan bize haber verdikleri hükümlerle konuşuruz. Kendiliğimizden bu ana kaynaklardan hükümler çıkartmaya yetkili değiliz. Bunu böylece vaz’ettikten sonra gelelim mevzumuza…
“Şehit”, kelime olarak kesin bir haberi veren, bildiğini söyleyen, hazır olan, bulunan, bir hadiseye şahid olan, şahitlik eden demektir.
İslâmî ilimler ıstılâhında “şehit”, Allah rızası için, O'nun yolunda canını fedâ eden Müslümana verilen isimdir. Ona bu ismin verilmesinin sebebine gelince…
a) Cennetlik olduğuna şâhitlik edilmiş olması…
b) Veya onun Allah Teala'nın huzurunda yaşıyor bulunması…
c) Yahut ölümü sırasında meleklerin hazır bulunması…
d) Ya da ruhunun doğrudan doğruya Dâru's-Selâm'da (Cennet'te) bulunması…
e) Veyahut da Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla mükâfatlandırılmış olmasıdır.
Arapça bir kelime olan şehîd, "şehide" fiilinden meydana gelmiş olan bir isimdir. Mastarı, şehâdettir. Şehîd’in cem’îsi, "şühedâ" ve "eşhâd" olarak gelir. [el-İsfahânî, el-Müfredât, 267 vd.; et-Tahtavî, Haşiye ala Merâkı'l-Felâh, Mısır 1970, 516 vd]
Kur'an-ı Kerim’de otuz beş civarında "şehit" kelimesi ve yirmi dolaylarında da, cem’îsi olan "şühedâ" kelimesi geçmektedir. Aynı mastardan / kökten gelen kelimelerle beraber, Kur'an'da geçen "şehit" kelimeleri, daha çok şâhit manasınadır.
“Şehîd”, aynı zamanda Allah Teala'nın isimlerinden biridir. Bir kaç âyette de, bu manayı ifâde etmektedir. Bu âyetlerden birinin meâli şöyledir: “Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabb'inin her şeye şâhit olması, (her şeyi görmesi) yetmez mi?” [Fussılet suresi, 53]
Sadedinde olduğumuz şehit ise Kur'an'da daha çok "ka-te-le" fiilinin mechûlü ile, Allah yolunda öldürülme manasında kullanılmaktadır. Şehitlik büyük bir derecedir. Şehitler hem Allah'ın övgüsünü ve hem de Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) sevgisini kazanan mes’ut / bahtiyar insanlardır.
Şehitler ölmez
Hz. Allah, şehitlerin ma'nen ölmediklerini, onlara ölüler denilmemesi gerektiğini, Kur'an'ın değişik yerlerinde dile beyan buyurmuştur:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allah'ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler." [Âli İmrân suresi, 169-170-171]
Mesrûk (r.a) Hz. Abdullah'a (r.a.) bu âyette zikredilen şehitlerin halini sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: Biz de bunu Rasûlullah’a (s.a.v.) sormuştuk. Bize şu cevabı vermişti: "Şehitlerin ruhları yeşil kuşların karnındadır. Onların Arş’a asılı kandilleri vardır. Diledikleri gibi Cennet’te serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler." [Müslim, Sahih, İmâre, 121; Ebû Davûd Sünen, Cihâd 25; Tirmizî, Sünen, Tefsiru Sure, 3/19; İbn Mâce, Sünen, Cenâiz, 4; Cihâd, 16]
Şehitler üç kısımdır
Mensubu bulunduğumuz Hanefî mezhebi âlimlerinin görüşleri istikametinde, şehitleri üç kısma ayırmamız mümkündür:
1) Dünya ve âhiret şehidi… Bunlar; kâfirlerle savaştığı sırada, düşman tarafından öldürülen… veya âsiler, yol kesen soyguncular tarafından hayatına son verilen… yahut evine giren hırsızların ağır bir cisim veya kesici bir alet kullanarak öldürdükleri kimselerdirdir. Savaş alanında yaralı bulunan, yaralarından, göz veya kulağından kanlar akan ve bu durumda vefât eden kişi de, bu kısım şehitlerdendir. Kezâ mal, can, namus ve benzeri müdafaalarda, zulüm ve haksızlıkla, suçsuz yere öldürülen kişi, kimin tarafından öldürülürse öldürülsün, bu şehitlerden sayılır.
Müslüman, âkil, baliğ olduğu halde, hayız, nifas ve cünüplükten temiz olarak şehit olanlar yıkanmaz, kefenlenmez, kanları ve elbiseleriyle gömülürler. Ancak onların üzerindeki kürk, palto, parka, silah, mest ve benzeri fazlalıklar çıkarılır. Yıkanmadan gömülmeleri, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.): “Onları kanlarıyla gömün" [Nesâî, Sünen, Cenâiz, 82, Cihâd, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 299, V, 431] hadis-i şeriflerine dayanmaktadır.
Bu kısım şehitlerin her birine, "hükmî şehit" denir. Bu kısma giren şehitler, elbiseleriyle gömülünce, elbiseleri onlar için kefen sayılır. Vücutlarının her tarafı elbiseleriyle örtülür. Elbiseleri vücutlarını örtmek için yetmezse, başka bir şeyle örtülmeleri temin edilir.
2) Âhiret şehidi… Bir kısım şehitler de, yalnız âhiret hükmü bakımından şehit sayılırlar… Hata yoluyla öldürülen ve varislerine diyet verilmesi gereken kimse ile savaş veya âsilerle çatışma sırasında yaralanıp da, çatışma bittikten sonra bir tarafa çekilerek yiyip içtikten, konuştuktan veya uyuduktan yahut ilaç kullandıktan yahut da aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra vefât eden Müslümanlar bu şehit sınıfına dahildirler... Âkil ve bâliğ olmayan yahut hayızlı, nifaslı veya cünüp iken şehit olanlar da, bu kısmın şumûlüne (bu kapsama) girmektedirler. Bunlar diğer ölüler gibi yıkanır, kefenlenir ve namazı kılındıktan sonra gömülürler. Ayrıca;
- Yanarak ölen,
- Suda boğulan,
- Göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan,
- Vebâ gibi salgın hastalıklardan vefât eden, veya akrep sokmasından ölen,
- Gurbette veya ilim yolunda ya da cuma gecesinde vefât eden müslümanlar da bu hükümdedir.
- Doğumdan dolayı vefat eden kadın da böyledir.
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) bu kısma giren, savaş dışındaki şehitler hakkında söylemiş olduğu hadisler vardır. [Bkz, Buhârî, Sahih, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, Sahih, İmâre, 164; Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 22, 23, II, 323, 325]
3) Dünya şehidi… Kalbinde Allah rızasını taşımayan, başka duygu ve düşüncelerle hareket eden riyâkâr ve gösteriş ehli münafıklar-ikiyüzlüler-sahtekârlar, Müslümanlarla beraber savaşa katıldıkları zaman, kâfirler tarafından öldürülürlerse, dünya hayatında şehit muamelesine tâbi tutulurlar. Bunlar da "hükmî şehit" sınıfından kabul edilir, yıkanmaz, cenâze namazları kılınır ve elbiseleriyle gömülürler. Fakat, Allah onların kalbini bilir… Âhirette kendilerine herhangi bir mükâfat yoktur. Cehennem ateşi ile cezalandırılırlar. Böyle insanların gerçek yüzlerini-hallerini-içlerini bizler bilemeyiz, Allah’a havale ederiz. Onlar hakkında, dış görünüşlerine, hal, hareket ve davranışlarına göre hükmederiz. [İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Mısır, yyy. I, 848 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, İstanbul, yyy, I, 135 vd; Abdurrahman el-Cezîrî, Kitâbu'l-Fıkhi ale'l-Mezâhibi'l-Erbaa, Mısır, yyy. I, 527 vd.]
Asr-ı Saadet’ten günümüze gelinceye kadar, çok sayıda Müslüman, Allah rızası için, Tevhid mücâdelesinde Allah'ın adını yüceltmek ve emrini hâkim kılmak için canını verip şehid oldu. Bunların başında Yâsir ve hanımı Sümeyye (r.anhuma) gelmektedir.
Ammar b. Yâsir'in babası Yâsir, bir köle idi. Yine kendisi gibi bir köle / câriye olan Sümeyye ile evlendirilmişti ve bu evlilikten Ammar (r.a.) dünyaya gelmişti. Bu mütevazi ailenin fertleri, hep beraber Müslüman olmuşlardı. Bekir oğulları, bunların üçünü de azâd etmişlerdi… Ancak müşrikler onlara çok eziyette bulundular. Yâsir ve hanımı Sümeyye (r.anhuma), müşriklerin zulmü neticesinde şehid olmuşlardı.
Ammar anasız-babasız kalmıştı. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), onlara dua etmişti... Yâsir ilk erkek ve hanımı Sümeyye ilk kadın şehid olmuştu... Bu şehidlik kervanı, herhangi bir yer veya zamanda noktalanmadı ve noktalanmayacak… Kuşkusuz kıyâmete kadar devam edecektir. [es-Süheylî, er-Ravdu'l-Ünf, Kahire, 1965, III, 201, 220; İbn İshâk, es-Sîreh, mad. 239, 240; Elmalı'lı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, V, 3131]
Şehitlerin kul hakkı dışındaki bütün günahları affedilir
Şehid olmak, herkese nasib olmayan büyük bir şereftir ve mü'minler için mükemmel bir nimettir.
Müslüman olarak yaşamak, sonra da Allah yolunda O'nun rızası için şehid olmak, her mü'minin hayal ettiği bir saadettir. İmân sahibi olan insanın böyle bir şuur ve düşünce ile yaşaması, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından ne kadar güzel bir şekilde övülmüştür: "Şehid olmayı Allah'tan (c.c.) samimi olarak dileyen kimseyi, Cenab-ı Hak, rahat yatağında vefat etse bile, şehitlerin derecesine eriştirir." [Müslim, Sahih, İmâre, 156, 157; Ebû Davud, Sünen, İstigfâr, 26; Nesâî, Sünen, Cihâd, 36; ibn Mâce, Sünen, Cihâd, 15]
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde de, gıpta edilecek / imrenilecek üç önemli hasleti misâl olarak şöyle ortaya koymuşlardır:
- Şehit olmak,
- Âlim olmak,
- Hayırsever zengin olmak.
Ancak bu üç önemli ve faziletli vasıflara sahip olan insanlar, Allah'ın rızasını düşünmeyerek, çeşitli menfaat, riya ve gösteriş duyguları ile hareket ettikleri takdirde, şehit, âlim ve hayırsever olmanın kendilerine hiç bir faydası olmaz. Bunların âkıbetleri -Allah korusun- Cehennem’dir! Bakınız Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Kıyamet gününde aleyhine hükm olunacak halkın birincisi, şehit edilen bir adam olacaktır. O kişi Allah'ın huzuruna getirilir. Allah Teala ona, verdiği nimetleri bir-bir anlatır. O da bunları bilir, hatırlar. Hz. Allah ona:
- Bu nimetlerin arasında ne yaptın? diye sorar. O, şu cevabı verir:
- Senin rızan için savaştım ve nihâyet şehit oldum. O zaman Allah (c.c.) şöyle buyurur:
- Yalan söylüyorsun! Fakat sen, hakkında kahraman denilsin diye savaştın ve neticede de bu söz söylendi. Allah'ın emri üzerine o kişi yüzüstü sürüklenerek Cehennem’e yollanır.
İkinci olarak, ilim öğrenmiş, başkalarına öğretmiş, Kur'an'ı okuyan biri Hz. Allah'ın huzuruna getirilir. Allah Teala ona da, verdiği nimetlerini tek-tek anlatır. O da bu nimetleri anlar, kabul eder. Cenab-ı Hak ona şöyle sorar:
- Bu nimetlerin içinde bulunurken, benim için ne yaptın? O kişi, şu cevabı verir:
- Senin rızan için ilim öğrendim, Kur'an'ı okudum ve başkalarına da öğrettim, okuttum. Ondan sonra AIlah (c.c.) ona şöyle buyurur:
- Sen yalan söylüyorsun! Sana âlim, ne güzel okuyor (okutuyor), denilsin diye okudun (okuttun). İlim öğrenmeyi, Kur'an'ı okumayı, başkasına öğretmeyi ve okutmayı, riya / gösteriş için yaptın. Nihâyet senin için bu övgüler de yapıldı. Allah'ın emri üzerine bu adam da yüzüstü sürüklenerek Cehennem’e atılır.
Üçüncü olarak, Allah'ın kendisine zenginlik ve çeşitli mallardan verdiği bir kişi getirilir... Allah Teala bu kişiye de, verdiği nimetleri ayrı-ayrı anlatır. O da, bu nimetleri bilir, hatırlar. Hz. Allah ona da şu soruyu sorar:
- Bu nimetlerin arasında bulunduğunda, ne gibi hayırlı işlerde bulundun? Kişi şu cevabı verir:
- Senin rızan için, sevdiğin her türlü hayır yollarına harcamada bulundum. Allah Teala, onun bu cevabı üzerine söyle buyurur:
- Sen yalan söylüyorsun! Sana cömert desinler diye bu hayır yollarına harcamada bulundun. Bu yardımları, riyâ / gösteriş için yaptın. Sonra, Allah'ın emri üzerine bu kişi de, yüzüstü sürüklenerek Cehennem’e yollanır!" [Müslim, Sahih, İmâre, 52; Nesâî, Sünen, Cihâd, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 322]