Selamun aleykum.. hocam kusura bakmayın rahatsız ediyorum, bir hastamız ve bir problemimiz var, cinler musallat olmuş, aklı başında değilken o sırada hanımını üç talakla boşamış, bunun durumu nedir, cevaplayabilirseniz bizi çok büyük bir sıkıntıdan kurtarmış olursunuz.. Allaha emanet olun. murat hayri sevinç - istanbul

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Öncelikle rahatsızlığı bulanan kardeşimize ‘geçmiş olsun’ dileklerimizi iletelim. Rabbim âcil ve kalıcı şifalar versin.

Sorunuzun kısa cevabı; tecennün eden (cinlenen, cinnet getiren, çıldıran, irade ve ihtiyarı elinde olmayan) kişinin sözleri, talakta geçerli değildir. Boşaması hükümsüzdür, herhangi bir şey gerekmez.

***

Dilerseniz şimdi de meseleyi biraz etraflıca ele alalım.

İslâm hukukunda boşamanın geçerli olabilmesi için, evli olan erkekte aranan şartlar vardır. Bunlar; 

1) Aklî dengesi yerinde olması ve ergenlik çağma girmiş bulunması,

2) Uyku halinde olmaması,

3) Ölüm tehdidi altında tutulmamasıdır. Ancak bu şart Hanefîler'in haricindeki diğer üç mezhebe göredir. Hanefîlerce bu durumdaki kişinin talâkı da geçerlidir, hanımı boş olur.

O halde aklî dengesi bozulup cinnet getiren, bir başka ifadeyle cinlerin tasallutuna uğrayan kimsenin talâkı vâki sayılmaz / boşaması geçersizdir. Ne derse desin, o halde iken söyledikleri yüzünden dinden de çıkamaz, hanımı da kendisinden boş olmaz. Daha sonra aklı başına gelse bile, onun cinnet dönemindeki sözlerine itibar edilmez.

Fakat alkollü madde içen; esrar, afyon, kokain, eroin ve benzeri uyuşturucu bir madde kullanan kimse, sarhoşluk anında da olsa karısını boşarsa, talâk vaki olur. İçildiği, kullanıldığı takdirde insanı günakhâr eden her uyuşturucu ve alkolden dolayı kişi aklını kaybedip saçmalar ve bu arada karısını boşarsa, talâk meydana gelir yani boşama geçerli sayılır.

Bu husustaki iki fetva şöyledir:

(1) "Şaraptan sarhoş olan kimsenin boşaması ve talakta kullandığı sayı vâki ve geçerli olur." [Abdürrahim Fetvalarından, Hulâsatü’l-Ecvibe, 1, 58]

Yani sarhoş olan kimsenin boşaması muteber olunca, talakta kullandığı sayı da (1-2-3 şekliyle) geçerli olur. Kullanılması dinimizce yasaklanmış bulunan sarhoşluk verici bir şeyi bilerek içmek veya yemek suretiyle sarhoş olan kimsenin, sarhoş bir halde iken yapacağı boşama geçerli sayılmıştır. Fakat yenilip içilmesi dinen yasaklanmayan bir şeyi kullanmaktan, mesela bal şerbeti ve ilaç içmekten doğan sarhoşluk hali bu hükümden hariç tutulmuştur. Zira bu tür bir sarhoşluk; baygınlık ve hastalık gibi, elde olmayan ârızalardan sayılmış ve sahibinin tasarrufunun sıhhatine / geçerliliğine engel olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple, ilaç veya bal şerbeti içilmesinden dolayı sarhoş olan kimsenin sarf edeceği talak lafzı ile karısı boş olmaz.

(2) "Esrardan ve afyondan sarhoş olan kimsenin boşaması ve talakta kullandığı sayı geçerli olur." [Abdürrahim Fetvalarından, Hulâsatü’l-Ecvibe, 1, 58]

Ancak bunlardan birini bilmeden kullanır veya yakalandığı bir hastalığı giderici / şifalı olduğu söylendiğinden dolayı alıp içer… Ve o yüzden aklı kaybolur / sarhoş duruma düşer de karısını o vaziyette iken boşarsa, ilim adamlarından kayda değer bir cemaate göre talâk vaki olmaz. İlk fetvanın açıklamasında da belirtildiği gibi…

***

Evlendirilen çocuk henüz ergen olmadan kendisiyle nikâh akdi yapılan kızı boşayacak olursa, gene talâk vaki olmaz. Ergen olduktan sonra da onun ergen olmadan söylediği söz bir hüküm ifade etmez.

***

Ölüm ile tehdit edilip bu tehdit altında karısını boşayan kimsenin de talâkı, Hanefilerce geçerlidir, hanımı kendisinden boştur. Ama diğer üç mezhep talâkın vâki olmadığını söylemişler ve gerekçe olarak da demişlerdir ki; çünkü olay, kişinin iradesi dışında cerayan etmiş ve istemeyerek bu sözü sarfetmek zorunda bırakılmıştır.

Meseleyi biraz daha açacak ve farklı bir açıdan bakacak olursak şunları söyleyebiliriz:

Cinnet, dilimizde delilik mânâsına kullanılmakta... Cin çarpması olarak da ifade edilmektedir.

Cünûn (cinnet/delilik/aklın kaybolması/örtülüp perdelenmesi) hâli demektir ki, İslâm hukukunda önemli bir yer tutar. Çünkü İslâm, aklı muhatap olan bir dîndir. Hükümleri de akılla anlaşılır. Cenâb-ı Hak herkesi gücü yettiğince mükellef tuttuğundan, İslâm fıkhı bu mevzuya belli bir bölüm tahsis etmiştir. Fıkıhta bu mesele, ehliyete ârız olan haller diye adlandırılır.

Bunlar, kişinin aklını gideren veya azaltan hallerdir. İki kısma ayrılır:

(1) Semâvî ârızlar: İnsanın kendi elinde olmayan bunaklık, delilik, unutkanlık gibi ârızlardır.

(2) Mükteseb ârızlar: İnsanın kendi elinde olan cehalet, sarhoşluk, zorlama gibi ârızlardır.

Semavî ârızlardan olan delilik (cünûn) de iki kısma ayrılır:

(a) Cünûn-ı mutbık: Kesilmeksizin sürüp giden akıl hastalığıdır.

(b) Cünûn-ı gayr-ı mutbık: Sürekliliği olmayan akıl hastalığına denir.

Cinnet; malum olduğu üzere aklı örten, sağlam idrâki yok eden bir hastalıktır. Hasta, heyecan-sıkıntı ve sarsıntı içindedir. Mecnun denilen hasta, daima gayr-ı mümeyyiz (iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayıramayan) çocuk hükmündedir. Kendisinden bedenî teklifler düşer; fakat, malî tekliflere muhatap olur.

Akıl hastalığının süreklilik miktarı ibadetlerin cinsine göre değişmektedir. Namaz yükümlülüğünün düşmesi için bunun bir günden (24 saatten) fazla devam etmesi gerekir.

Oruç için ise tam bir ay devam etmesi şarttır. Ramazan ayı içerisinde geçici olarak ayılıp kendine gelen kimse, daha sonra iyileşince Ramazan orucunun hepsini kaza etmesi gerekir.

Zekât yükümlülüğünün düşmesi için ise akıl hastalığının bir sene devam etmiş olması şarttır. Aksi takdirde zekâtını vermek durumundadır.

Akıl hastalarının sözlü tasarrufları mûteber değildir. Cünûn, edâ ehliyetini ortadan kaldırdırıyor. Ancak melânkolik, nevrastenik ve sar'alı kimseler düzelip, temyiz kudretine sahip olduklarında tasarrufları geçerlidir.

Cinnet, atehle de alâkalıdır. Ateh; aklı örten ve sağlam idrâke engel olan bir hastalıktır. Yani bunama, bunaklık halidir. Bu hastalığa tutulan ma'tûh, temyiz gücüne sahip değilse, mecnûn hükmündedir. [Bilmen, Ö. N., Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1967, I, 231]

Sadedinde olduğumuz Cin çarpması, cin tasallutu meselesine tekrar dönecek olursak…

Malumunuz ‘cin çarpması, cin tasallutu’, toplumda oldukça yaygın olan bir durumdur. Pek çok insanın, cin çarpmasıyla ilgili anlatacağı şeyler vardır. Hatta bu durum, sadece bizde değil, aşağı-yukarı hemen bütün milletlerde böyledir.

İmam Şiblî (rh.), cinlerin insan bedenine girip zarar verebileceğine, aralarında Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin (rh.) de bulunduğu Ehl-i Sünnet âlimlerinin inandıklarını, makalelerinde bunu açıkladıklarını… Ve Kur’an-ı Kerim’de faiz yiyenlerin durumunu bildiren ayette, "Riba (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer deliden başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar" [Bakara suresi, 275; Şiblî, Cinlerin Esrarı, s. 258] buyurulmasını buna delil gösterdiklerini kaydetmektedir.

Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah (rahımehümallah), kendisine "Bazı kimseler, cinin insan bedenine giremeyeceğini söylüyorlar. Siz bu hususta ne dersiniz?’ diye sorduğunda, Ahmed b. Hanbel, ‘Onlar yalan söylemişlerdir" diye cevap vermiştir. [Şiblî, A.g.e., s. 256-257]

Cinler mü’minlere, daha çok cünüplük ve hayız-nifas hallerinde… Abdestsiz-namazsız hayat sürenlere de yine bu hallerde musallat olabilirlir… Onları değişik şekilde ve değişik seviyede baştan çıkarabilirler. İşlenen her bir günah, şeytan ve habis cinlere açılan bir kapı ve pencere durumundadır. Bilhassa hassas, iradesi zayıf tipler, duadan ve dualıların atmosferinden uzak lâubali hayat yaşayanlar, çabuk cinlerin tesirine girerler.

Ayrıca, cinlerin hayat sınırlarını ve hukuklarını ihlâl… Onların yiyeceklerine veriler zarar… Eûzü-Besmele çekmeden evlere-yurtlara, bürolarına-dükkânlara germeler de, cinlerden zarar görmede mühim faktörlerdir. Bu sebeple Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), bize pis yerlere yani onların daha çok bulundukları mekânlara girerken dua etmemizi öğretiyor… Onların yaşadıkları mezbelelik, çöplük, banyo-hamam, tuvalet gibi yerlere girip çıkarken dikkat etmemizi hatırlatıyor. Nitekim tuvalete girerken, "Eûzü billâhi mine'l-hubsi ve'l-habâis" dememizi öğretiyor. Hayatımızın her safhasında duadan geri kalmamamızı, bu kabil zararlı oklara hedef olmaktan korunmamızı temin edecek bir kale ve kalkan sayılabilecek temiz muhitlerde bulunmamızı… Temiz insanlarla düşüp kalkmamızı, dualarla kendimize manevi bir atmosfer oluşturmamızı ve ibadetle korunmamızı söylüyor.

Hal böyle olunca, cinlerin her türlü kötülüğünden emin olmak isteyen, her şeyden önce günahlardan şiddetle kaçınarak, onların girecekleri delikleri, kapı-pencere ve bacaları kapamalıdır.

Cinler genellikle tek başına kalan ve bünyesi uygun olan, vücudunda açık menfez bulunan insanları korkuturlar. İnsanlara ürperti, vesvese, heyecan, asabiyet, telaş gibi hisler verirler.

Asr-ı Saadet’te cinler, maddi olarak da zarar ve saldırı yapabiliyordu. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), beytü’l-mâl’dan hırsızlık yapan bir cini direğe bağlıyordu. Hz. Ali (r.a.) Celcelutiye'de kendine huddam olan ifritler vasıtasıyla, namaz kılarken kâfir cinlerin veya düşmanlarının taarruzundan korunuyordu. Fakat günümüzde böyle maddi görüntü ile karşımıza çıkmıyorlar.

Cin, insana musallat olunca, onu korku, ürperti hisleriyle sefahet ve kötü alışkanlıklara sevk eder. Yani, sıkıntı ve korku, endişe ve ürperti ile insan sağlam olan inancını ve ibadetlerini terk eder; içkiye, kötü alışkanlıklara, intihar etme duygusuna müptela olur. Allah’ı, Peygamber’i, Kur’an’ı, bilumum mukaddesatı inkâra yeltenir, hanımını boşar, çevresine zarar verir!

Böyle bir cin tasallutuna maruz kalan kişiler, eğer iyi niyetli, ihlaslı ve metafizik âleme kabiliyeti olan kişilere rast gelirse, Allah'ın (c.c.) izniyle şifa bulabilir. Sadece dindar olmak yeterli değildir; havâs ilmine dair bazı kabiliyetlerinin de olması gerekir. Bu takdirde cinlerin tasallutuna uğramış insanlara yardımcı olabilir. Böyle birileri yoksa, yapılacak iş; iyi ve hâlis niyetle bu husustaki me’sûr (etkili) duaları, sure ve ayetleri usûlünce okuyup Allah’tan şifa dilemektir.

Cinin zararsız hale getirilmesi elbette mümkündür. Zira cinin başka yere kaçmaması, havâs ilmine âşina ve bu alanda kabiliyeti olan kişinin gözlerinin hüneriyle / farklı bakışlarla bu sağlanır.

Çünkü biz cinleri, beş duyu organımızdan biri olan göz ile göremeyiz. Manyetik akım, el, göz ve nefesten farklı-farklı frekansta çıkar. Mesela gözden çıkan bir şua, cinni olduğu yerde sabitler, kımıldayamaz hale getirir; cinni bulunduğu yere âdeta mıhlar.

Belki cin çeşitli kılıklara girebilir, korku ve ürperti veren görüntü gösterebilir, ama insanın bu husustaaki üstünlüğü münakaşa götürmez. İnsanlar arasında meşhur "göz hapsi" tabiri tam bu hadise için geçerlidir.

Nazar devam ederken cin bir yere kaçamaz. Bu arada okunacak olan ayet ve dualarla cinin üzerine gönderilen şifalı (manyetik) nefes onu nötr hale getirir, yani öldürür. Ama gönderilen akıma göre bu, yaralanma ve çeşitli zarar verme şeklinde de olabilir.

Mutlak manada cinlerin kötülüklerinden korunmak için en pratik yol olarak âlimlerimiz; Ayetü’l-Kürsi, Felak ve Nâs sürelerinin okunmasını tavsiye etmektedirler. 

Go to top