yazdığınız cevaptan hiçbirşey anlamadım hiçbirşey.sorduğum soruların cevabı yok.önceki cevabınızda da yoktu.kul hakkı mı değilmi bunlar hiçbirşey anlamadım.tam cevap verirseniz ben de yazmayı bırakırım elbette.evet yada hayır, ben bunlardan anlıyorum.kul hakkıdır yada değildir.ben bu şekilde anlayabiliyorum.yazmamamı istiyorsanız lütfen net cevap verirmisiniz
1. hocam ben meraktan birisine, şu adamı niye sevmiyorsun dedim. o da adama hakaret etmeye başladı. şimdi ben de kul hakkına girdim mi?
şimdi bunun cevabı ya evet ya hayır olabilir.cevabı nedir? bu ve önceki cevabınızda hiçbir anlam çıkmıyor bununla ilgili
2. bir de birisi falan adamı sevmiyorsan sen şöylesin böylesin dedi ben de ona düşüncesinin yanlışlığını anlatmak için "saçmalama.o adamı sevmeyen herkes öyle mi" dedim o da evet dedi(hakaret içerikli laf söylemişti onu yazmıyorum) şimdi biz kul hakkına girdik mi?
lütfen bana hakaret etmek yerine net cevap verirmisiniz, ben öğrenmek için soruyorum tersleniyorum ama yazmaya devam ediyorum çünkü siz hoca sıfatıyla fetva/cevap vermektesiniz lütfen bana sadece sorumla ilgili net cevap verirmisiniz
*******
Sitemizin, âdeta kronik vak’a türü ‘sual’ve daha pek çok değişik nickli üyesi kardeşim!
Bakıyorum gene eksantrikliğin üstünde… Başlıkta “hala cevap alamadım” demişsin. Ama soruyu hala’na değil bize yollamışsın! Tabii bu biraz da güzelim Türkçemizin Lâtinize edilmesinden ve de şimdilerde eğitim müfredatına girip girmemesi hararetle tartışılan, gündemi hayli işgâl eden “Osmanlıca”yı bilmemekten kaynaklanan enteresan ve bir o kadar da komik bir manzara! Fakat aslında, o zavallı ‘a’lara birer inceltme (^) işareti koyabilir ve komediye meydan vermeyebilirdin... Çok da zor bir iş değil hani... Bu yazım hatası mesaj içinde olsa belki idare eder de, başlıkta olunca haliyle sırıtıyor, dikkat çekiyor. Filhakika bu durum da Osmanlıca eğitiminin lüzumunu gösteren canlı bir şahit ve örnek olmuş oldu. Her neyse…
Bundan bir evvelki mesajında, verdiğimiz ilk kısa ve net cevabı da gene anlamadığını söylemişsin.
Aslında orada, ‘söz konusu kişiyle aranızdaki o konuşmalar ve bunların hoş olmayan sonuçlarıyla alakalı bu sorularınız, gerçekten üzerinde durup cevap verilmeye lâyık meseleler değil’, demek istedik. Bir de kalkmış, bu karmakarışık zihin bulamacınıza net cevaplar bekliyorsunuz. Kafanız, zihniniz, konuşmalarınız, muhatabınızla aranızdaki olay net değil ki, kısa ve basit bir cevabı olsun... Bu kabil lüzumsuzluklarda kısa cevaplar çoğu kez yanlış anlaşılmalara yol açar. O bakımdan, az ya da çok bunun için harcanan vakit israfından da bil ki siz mes’ulsünüz. Binaenaleyh vebâli de size ait olmak üzere cevap veriyoruz. Ama sabrın da sınırında olduğumuzu bilesiniz!
1- Fazla merak iyi değildir. Dikkat et, pek çok sıkıntı insanın başına fazla meraktan gelir. Üstüne lazım değilse (o şahısla hukiki mânâda maddî-muâmelevî bir işin yoksa), niçin o soruyu soruyor ve muhatabını o hallere sevkediyorsun? Neticede o, adı geçen şahsa hakaret ettiği, sen de buna sebep olduğun için müştereken vebâle (senin deyiminle kul hakkına) girmiş oluyorsunuz. Bu hususta geniş bilgi için bk. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1168-sulaleye-kufur-etmek.html
2- Hakkında söz ettiğiniz kişi, hemen her yönüyle zaten herkesçe bilinen biri ve sizi itham edenin de zihniyeti belli olduğuna göre; konuşmanız, onu muhatap alıp karşılık vermeniz gene lüzumsuz-faydasız, dolayısiyle mâlâyani tasnifine girer. Çünkü faydası olmadık yerde cidâl ve münâzaaya (tartışmaya) girilmez, girilirse vebâl olur, neticesi mânen aleyhimize tecellî eder. İmâm-ı Rabbânî(k.s.) hazretleri, müntesiplerinden Molla Tâhir Bedahşî’ye (k.s.) yazdığı bir mektupta şu hadisi naklederler: “Haberde geldi ki, ‘Allah Teâlâ’nın kuldan i’râzının (kulu sevmemesinin) alâmeti; onun, mâlâyani (mânâsız-faydasız-boş şeyler) ile meşgul olmasıdır.” [el-Mektubat, Fazilet Neşriyat, yyy., 1, 123] Keza bir başka hadis-i şerifte de, “Kişinin güzel Müslüman oluşunun alâmeti, gereksiz olan şeyleri terk etmesidir.” [Mâlik, Muvatta’, Husnü Huluk, 3] buyrulmuştur. Şir’atü’l-İslâm’da da denilmiştir ki: “Lüzumsuz-faydasız şeyler konuşmamalıdır. Zira bunlar, kişinin aklını azaltır ve çoğu zaman ona vebâl olur.” [İmamzâde, a.g.e., Fazilet Neşriyat, yyyy., s.129]
Dolayısiyle hükmü de keza ilk sorunuzdakinin aynı olur. Muhatabınız, bir kısım insanlara gıyabında hakaretten, siz de onu kışkırtıp buna önayak olmaktan dolayı günaha girmiş olursunuz. Ayrıca yazdıklarınızdan anlaşılan o ki; bu konuşmanın böyle netice vereceğini sizin bilmemeniz de muhâl! Çünkü anladığımız kadarıyla muhatabınızın zihniyetini biliyor ve tanıyor olmalısınız. Buna rağmen böyle bir zevzeklikte bulunuyor, onun konuşmasını kesip atmak yerine tartışmayı sürdürüyorsunuz. Kaldı ki mevcut şartlar muvacehesinde (gerek kanuni-hukuki, gerekse konjonktürel vaziyet karşısında), o mevzuda onun zihniyetini bilmeseniz dahi, münakaşaya girmeniz yine yanlış olurdu. Yani durum, bir bakıma ‘perşembenin geleceği çarşambadan belli’ denilebilecek türden değil mi? ‘Görünen köy kılavuz ister mi?’ ‘Kırk yıllık Kâni olur mu Yâni?’ Daha sayalım mı? Sanırım meramımızın anlaşılması için bu güzel tabirlerimiz yeterli olur.
Server-i Âlem Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, “ed-Dâllü ale'l-hayri ke-fâlihî:Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir" [Müslim, Sahih, İmâre, 27] buyurmuşlardır.Yani, hayra önayak olup vâsıta olan, o hayrı yapan / işleyen gibidir. Keza bunun mefhum-i muhalifi de öyledir; şerre-kötülüğe sebep olan da kötülüğü işleyen gibidir.
Bu ve benzeri tüm günahlardan kurtulmanın çaresi; pişmanlıkla tevbe ve istiğfarda bulunup, bir daha bu ve benzeri vartalara düşmemeye azami gayreti göstermektir. Gıybetini yaptığınız insanlardan, imkân nisbetinde helallık dilemektir. İmkânınız-gücünüz dışında kalıp helalleşemedikleriniz için de, hem kendiniz hem onlar hakkında Allah’tan afv u mağfiret talep etmek, rahmetiyle muamele etmesini niyaz etmektir.